Nefrete Yenik Düşen Masumiyetimiz

Abone Ol

MERHAMETLE hakikatli bir tanışıklığımızın olmayışının kahredici bir sonucu bu.

Dolayısıyla hayata taşlaşmış kalplerle bakıyoruz. Eylemlerimiz bu düzlemde gerçekleşiyor. Sevgisizliğin ruhumuza verdiği keder bizi takatten düşürdü. Yorulduk. Lütuftan nasip alamamış olmanın diğer adı bu olsa gerek. Acımasızlık kıskacında işkence gören kölelerden bir farkımız kalmadı. Azap gördükçe azap eder olduk. Empati yoksunluğumuzun sebep olduğu çığlıklar arşı tuttu ama bizim kulaklarımız hâlâ sağır. Duymuyor.

Huzur ve masumiyetimizin nefrete yenik düşmesinin ağır bedellerini ödeyip durmaktayız.

NEFRETE yenik düştüğümüzden güldüklerimiz gülünesi değil, ağladıklarımız da ağlanası…

Dış etkiler içsel tetiklenmelere sebebiyet vererek bizi kaosa sürükleyip telaşımızı kullanıp ele geçirdi.

Duygu ağacımızdaki tüm masum yaprakları hunharca koparıp manevi bünyemizi nefretin istila etmesinin kök nedeni bu.

Kendimize yenik düşünce zamana yenik düştük, mekâna, makama, tüm hırslarımıza yenik düştük. Çarmıha gerilip uzun ve paslı çiviler çakıldı iyilik namına neyimiz varsa.

Ne oldu peki sonunda?

İyilikler masallara özgü olarak kabul edilmeye başlandı. Gerçekliği kayboldu. Kurguların kurbanı olduk.

Düşlerimiz kirlendi ardından…

Gökyüzümüz rahmet barındırmayan bulutlar tarafından karartıldı. Yerden bereket bitmedi.

İnsanlık adına endişe duyanlar yine de vardı ama cılız seslerden oluşan uğultu olmayı aşamadı.

KELEBEKLERİMİZ rüya göremez olduğundan hâdiselerin teviline ulaşamadık. Yusuf’un zindanından daha çok kararmıştı yaşamaya çalıştığımız mekanlar tüm ihtişamına rağmen. Bu sebeple büyük taarruzları minik saldırı denemeleri olarak algıladık. Zihnimizde uçsuz bucaksız bozkırların silüeti silindiğinden film platoları sandık gördüklerimizi. Maalesef…

YILKI atları gibi derbeder olduk masumiyetimiz nefrete yenik düştüğünden beri. Ne yana gitsek nafile. Kurdun pençesi boynumuzda hep. Zaten her yanımız diş izleriyle dolu.

Göçmen kuşlarından farksız olduk. Konup göçtüğümüz hiçbir yer bizim değil. Masumiyetimizi yitirdiğimizden beri ailelerimiz sanal oldu. Babalar gerçek baba, anneler hakiki anne olmaktan çıktı. Yuvalarımız sıcaklığını kaybeden duvarlarla çevrilmiş açık hava hapishanesine dönüştü. Kimin kime ne zaman zararının erişeceği belli değil. Yastıklarımız nicedir güvenle koyduğumuz başlarımıza hasret.

Yapay çiçekleri koklayıp sanki kokuyormuş gibi davranan hilebazlardan farkımız kalmadı. Ah ki ne ah!

HÜRRİYET, mülkiyet ve masumiyet kavramları birbirine yaban düştü. Nöbetini tutamadık çünkü. Masumiyet gidince nefret yangınları sardı her yanımızı. Yaktı, yıktı, kül etti. Ardından çıkan fitne fırtınaları yangına yenik düşen hânelerin düşen kolonlarını savurması gibi savurdu hepimizi bir köşeye. Fırtına dinse de zaman zaman akşam rüzgarları kalbimizi üşüttü. Gözlerimiz sevdanın masumiyetinden yana saflığını yitirip feri kesildiğinden gözlerimiz nefret saçar oldu.

NARSİZMİMİZİ yönetememiş olmanın sosyal ve kültürel faturaları da var şüphesiz.

Bağımsızlığımız zarar gördü. Özgünlüğümüz kayboldu. Seri üretim gibi tek tip olduk. Eşitlikler bozuldu. Hak edilmeyen yerleri mülk edinme hevesimiz adâleti buharlaştırdı.

Sahte hakikat ve kültür erleri tarafından yönetilen “Maneviyat emperyalizmi” büyük bir iştahla yuttu tüm güzelliklerimizi. Tutunduğumuz dallar kırıldı. Şeyh’ül Muharririn Ahmet Kabaklı Hocanın 1971 yılında neşrettiği 100 Büyük Eser serisinin bir kitabının “Kültür Emperyalizmi / Manevi Sömürgecilik” adını taşıması bu açıdan bakıldığında ne kadar anlamlı…  

“Ben ilim adamı değilim. Böyle bir iddiam hiç olmadı. Meraklının biriyim. Baş merakım çağımı, bu arada elbette ülkemin durumunu anlamak” diyen değerli şair Atillâ İlhan’ı da bu bağlamda anmadan geçmek olmaz. Muhabbetin fedaileri olan bu milletin evlatlarının hangi hileler ve yayılmacılıkla nefretin kurşun askerlerine dönüştürüldüğünü bu düşünürleri okumadan anlayamayız çünkü.

Masumiyetimizin nefrete yenik düşmesi meselesini kavramaya çalışırken çerçeveyi geniş tutup şarklı görünen garplıların üzerimizde oynadıkları oyunları ciddi okumalarla teşhis etmeye mecburuz.

Elimize büyüklenme oyuncağını verenlerin masumiyetimizi heder ederek bizleri nasıl küçültmüş olduklarını idrak etmek önemli. Yenilen yenildiğini bilmezse nasıl tekrar güç toplayabilir ki!

NEFRET yangınları masumiyete arkamızı dönmemizden sonra çıktı.

Olumsuzluklar, yıkıcı duygular, herkesi ve her şeyi öfke ve tiksinti nöbetlerine maruz bırakmak, düşük yorgunlukları körükleyip yoğunluklu hâle getirmekle sonuçlandı bu yangın.

Suçsuz değiliz artık, günahsız hiç değiliz. Kabahatlerimizin barometresi yüksek. Saflığın nihai hâli olan masumiyet yerini nefretin yakıcı höykürmelerine bıraktı.

Saflık, temizlik, duruluk, korunmuşluk, iç huzuru, hayra yatkınlık, yaratılış hâlimiz olan özümüze yani fıtratımıza dönerek yeniden masumiyetimizi kazanmaktan başka çaremiz yok.

Toprağa tohum saçar gibi sevgi saçmalıyız. Boş ve ipi kopmuş bir kayık gibi tekrar fırtınanın insafına bırakmamalıyız. Sessiz harfler gibi anlamsız olmaktan kurtulup güzel ve güçlü sesler vermeliyiz.

Nefrete yenik düşen masumiyetimizi kurtarmanın kendimizi ateşten kurtarmak demek olduğunu unutmamalıyız.

Ya Selam!