UZAKLARA dalmıştı. Yanından hiç ayırmadığı radyosundan türküler dinliyordu. “Döküldü cephanelerim, toplayamadım” cümlesi zihnine takılmıştı. Ses ibresine hafifçe dokunup kapattı ve düşünmeye başladı.

UZAKLARA dalmıştı.

Yanından hiç ayırmadığı radyosundan türküler dinliyordu.

'Döküldü cephanelerim, toplayamadım' cümlesi zihnine takılmıştı.

Ses ibresine hafifçe dokunup kapattı ve düşünmeye başladı.

Sorular amansız bir taarruza geçmişlerdi:

Senin cephanen var mı?

Varsa nerede?

Cephanen nelerden oluşuyor?

O cephaneleri nerelerde hangi amaçla kullandın?

Hiç kullanmadın mı yoksa?

Öyleyse neden?

Bitecek gibi değildi. Bunalmıştı, biraz da o sebeple iyi gelir düşüncesiyle biraz yürümek için ayağa kalktı ve gözden kayboldu.

Bir müddet sonra yaşadığı yere avdet etti ama meseleyi çözümleyebilmiş değildi.

CEPHANE bir askerin en mühim sermayesidir.

Peki, insan olarak bizim en önemli cephanemiz yani sermayemiz neydi?

Yıllarca bunun farkına varmadığını acıyla gördü.

Yüzü kızardı.

Başı mahcubiyetle önüne düştü.

Kelimeler diline dolandı.

İMAN en büyük sermaye…

Ama katışıksız iman.

Doğruluk en mühim cephane…

Ama yalana bulanmamış olmalı…

Tersyüz edilmiş olmamalı.

Aşk yine insan kalbinin bitmeyen ve en çok sahip çıkılması gereken cephanesi, sermayesi değil mi?

Sahih bir imanla yapılmış ihlaslı ameller yine bizi kurtaracak bir zenginlik değil mi?

Merhamet rahmet hazinesinden payımıza yazılmış ve asla kaybetmememiz gerek sermayelerimizden sayılmaz mıydı?

Bunları muhasebe etmeye başladı.

Başı fena şekilde zonkluyordu.

'YÂRİM' dedi kendine.

Böyle hitap ederdi sürekli teselli bulmak istediği zamanlar.

Kendi kendini severdi bu şekilde.

Devam etti, 'Yarim, ah yarim neler döküldü senden, senden sonraya?'

Ne bıraktığını sorguluyordu ardında…

Ve…

Çok haklıydı.

NE bıraktık geriye?

Bizden dökülen sevgi cümleleri nelerdi?

Şefkate bürünmüş hangi merhamet kırıntıları döküldü gönlümüzden gönüllere?

İyilik namına neler saçtık yürek toprağımızdan?

Biz göçüp gittiğimiz vakit ardımızdan nelerin eksikliği hissedilecek acaba?

İlim, irfan adına bir iz bırakabiliyor muyuz?

İnşa ede, kalkındırıcı kaç cümlemiz zamana yenilmeden yenilenip tazelenecek?

Bizimde amansız sorularımız olmalı değil mi bünyemizi sarsıp titretecek?

Olmalı, evet.

Muhakkak olmalı.

Yoksa bu dünya yurduna gelip gitmekliğimiz arasında hiç fark olmayacak.

Titreyen bir kalp, yaşlı bir göz bile bulunmayacak.

O vakit şimdiden tezi yok bu sorulara cevaplar arayıp bulmalıyız.

Tekrar edip soralım bir defa daha.

Cephanen neydi ve senden neler döküldü başkalarının istifade edileceği?

Ya Selam!