Mustafa Kemal Paşa’nın, literatürde sürekli dillendirilen  “isimlerin değiştirilmesi kimlik değişmesinin de bir göstergesidir”  gerçeğinden hareketle, Atatürk’ün yaptığı bütün “Kültür Devrimleri”, “Batılılaştırmak   ve millileştirmek amaçlarıyla,  birer maziden koparma projeleri olduğu” için...

Mustafa Kemal Paşa'nın, literatürde sürekli dillendirilen 'isimlerin değiştirilmesi kimlik değişmesinin de bir göstergesidir' gerçeğinden hareketle, Atatürk'ün yaptığı bütün 'Kültür Devrimleri', 'Batılılaştırmak ve millileştirmek amaçlarıyla, birer maziden koparma projeleri olduğu' için, bundan, özellikle 'Dil Devrimi' sürecinde dilimizde var olan bütün Arapça ve Farsça kelimelerin atılması geleneğine uygun olarak, bu giderek, şahıs isimlerinin değiştirilmesi yanında Osmanlı ve İslam çağrışımı yapan 'bazı unvanların yasaklanması' na da yansıtılmıştı.

Kişi isimlerinin değiştirilmesinden olarak, bunun öncülüğünü de yine Mustafa Kemal Paşa'nın kendisi yapmıştı. İsmindeki Mustafa, Peygamberimizin isimlerinden birisi ve Arapça olduğu için önce bunu çıkardı. 'Kemal Paşa' oldu. Kemali de değiştirmek niyetinde değildi. Sofrasının müdavimleri, 'olgunluk, pişkinlik' anlamına gelen 'kemal' in de Arapça bir isim kelimesi olduğunu söyleyerek bunu da değiştirmesini istediler. Paşa, bu teklifi kabul edince ona, kemal kelimesinden bozma ve kullanılınca onun çağrışımını da yaptıracak şekilde yalnızca e harfini değiştirmek suretiyle 'Kamal' ı buldular. Bu kelimenin, Orta Asya Türkçesinden Çağatayca'dan alınan ve 'kale' anlamına geldiğinden bahsediliyordu. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan , Atatürk ve Dil, Türk Dili İçin, C. IV, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayanları, Ankara, 1972, s. 72)

21 Haziran 1934' de çıkarılan 'Soyadı ve Bazı Lakap ve Unvanların Kullanılamayacağına Dair Kanun' gereği, Kamal Paşa, kendi isteğiyle 'Öz' soy ismini almış 'Kemal Öz' olmuştu.. TBMM tarafından 'Paşa'mıza, bir jest veya cemile olsun' ' kabilinden çıkarılan 'özel bir kanun' la 'Atatürk' soy ismi verilip Paşa da bunu kabul edince 'Kamal Atatürk' halini aldı. Yeni nüfus cüzdanına ve kartvi zitlerine bu isim yazıldı. (Cemal Granda, Atatürk'ün Uşağı İdim, Haz. T. Gürkan, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1973 s. , 33 ve 39)) Yazışmalarda, basın ve yayında hep bu isim kullanılmaya başlandı. Ulus ve Cumhuriyet gibi gazetelerin manşetlerinde hep bu isim yer alırdı. Mesela, İstanbul'a gelişi, 'Kamal Atatürk Şehrimize Teşrif Ettiler ' manşetiyle verilirdi. O yıllarda çıkan ve Atatürk'ü anlatan kitapların isimlerinde de 'Kamal', 'Kamalizm' kelimeleri kullanılırdı.

Yabancı bir yazar, Hanri Laporte'nin, Kamal Atatürk'ün yaptıklarından övgü ile bahseden kitabı 1936'da 'Kamal Atatürk'ün Memleketinde' ismiyle yayınlandı. Yine 1936' da İttihat ve Terakki Cemiyeti – Partisi geleneğinden gelme o dönemde 'Türkçülük, Turancılığın mucitlerinden' denilen Tekin Alp takma adlı Yahudi ve Siyonist Moiz Kohen'in 'Kemalizm', Edirne Mebusu Şeref Aykut'un 'Kamalizm', 1938'de de Atatürk döneminin Kültür Bakanlarından Mehmet Saffet'in 3 ciltlik 'Kemalizm İnkılabının Prensipleri' isimli kitapları çıktı.

'Kamaliz' adı, halkımızın yanında, aydın ve bürokrasi kesimi nezdinde de tutmadı. 'Dilde uydurukça' nın etkisinde 'hamasi ' olarak kısa bir müddet için –o da sınırlı olarak- kullanıldı. Atatürk öldükten sonra tamamen terk edildi. 'Kemal' ismine yeniden dönüldü. Osmanlıya ait her şeyi inkar ve kökünün kazınmasından hareketle Osmanlı çağrışımı yapan 'bazı lakapların kullanılamayacağı' ndan hareketler de Mustafa Kemal Paşa'nın isminden çıkarılan 'Paşa' nın kullanılması da tutmadı. Toplumumuz, kendisine yemesi için dayatılan 'midesinin hazmedemeyeceği' şeyleri kustu. Bu sebepten birçok şey, yaptıkları işler 'kendi akıllarında makul' sınırlı bir aydın –bürokrat zümreye 'toplum mühendisliği' şeklinde inhisar ettiği için toplumda kabul görmedi. Atatürk öldükten sonra da Mustafa Kemal Paşa ismi sürekli kullanıldı. Çünkü, tarih açısında bunun yaptığı 'çağrışım' daha 'zengin ve kabul gören' bir çağrışımdı.

'Kamalizm' in Din Olarak Lanse Edilmesi

Yukarıda isimlerinden bahsettiğimiz üç yazarın kitaplarında, Kamal Atatürk'ün yaptıklarını doktrin ve ideoloji kalıplarına dökmeye yönelik sistematik izahlar yapıldı. Kitaplarda ana fikir olarak, Kamalizm veya Kemalizm, İslamiyet ve Kur'an ahkamı demek olan 'Şeriat' a karşı bir 'alternatif' olarak gösterilmek suretiyle, bunların tasfiyesi sonucu, Kamalizm'in Türk Milleti'nin 'yeni dini olduğu' nu yönelik yorumlar ve görüşlere yer verildi.

Siyonist Yahudi Moiz Kohen, Kemalizm'i Avrupa'ya anlatmak için ilkin Paris'te Fransızca olarak yayınlanan ve 1936'da dilimize de çevrilen kitabının başlığı 'Kemalizm' olmasına rağmen, içinde hep 'Kamal' olarak bahseden ve 'Kamalizm' i yeni din ihsasından olarak, İslamiyet'in yerine millet, ırk, milliciliğin konulmasına ve bu cümleden olarak Kemalizm'in 'yeni tanrısı' nın 'Millicilik' olduğuna dair şunları yazar: 'Kemalizm'in ilk hamlesi teokrasi (dini çağrışımı yapan İslamiyet ihsasında) aleyhine tevcih (çevrilme, döndürme) edilmiş ve bu kara kuvvet bir darbede yıkılmıştır. Kemalizm, bidayetten beri bir tek Tanrıya inanmıştır: Millicilik (dinin yerine milliyetin konulması).

Bundan sonra, yeni Türk ancak bir tek manevi kuvvete itaat etmektedir: Milliyet aşkı. O ancak bu aşkın emrettiğini yapacaktır. Ve artık mazinin avdetinden (geriye dönüş) korkuya mahal kalmamıştır. O mazi, artık kati surette tarihe malolmuştur; çünkü muhit ve hava, inhitat (gerileme) devrinde Türkün felaketine sebep olan zararlı unsurlardan tamamen temizlenmiştir.' (Tekin Alp , Kemalizm, Cumhuriyet Gazetesi Matbaası, İstanbul, 1936, s. 31)

Bunun böyle olduğunu, hakkında 'Yahudi dönmesi' spekülasyonları bulunan CHP'nin Edirne Mebusu Şeref Aykut daha da ileriye giderek kitabında açık açık yazmıştır. Önsözünde, 'Kamalizm,… yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran bir dindir' görüşlerine yer verdikten sonra, konu anlatımlı iç sayfalarının 'Gençlik' bahsinde, Cumhuriyet Halk Partisi'nin görevinin gençliği bu dinin 'müminleri' (inananları) haline getirmek olduğuna dair o yılların uydurukça dilini de kullanarak şunları yazmıştı: 'Bu sebeptendir ki, onu (gençliği) Kamalizm dininin hiç şaşmayan, şaşırmayan orunçlu ve coşkun tapkanı, onun bu kutsal, ulusal ve kurtarıcı dini olanca derinliği ve inceliği ile oydamlamak ister. Ta ki, Kamalizm dinine inanı artsın. İşte disiplin altına alınan gençlik böyle olacaktır. Parti bunu amaçlamış, hazırlamıştır. ( Edirne Saylavı (Milletvekili) Şeref Aykut, Kamalizm (C.H. Partisi Programının İzahı) Muallim Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul, 1936, s. 79)

Kemalizm'in bir 'din' olduğu, Türk Dil Kurumu' nun 1945 ve 1957 'de yayınladığı 'Türkçe Sözlük' lere de yansıtıldı. 'Kemalizm: Türklerin dinidir' denildi. Bu tanım, 1960' dan sonra basılan sözlüklerden çıkarıldı. Yerini 'Kemalizm: Atatürkçülük' aldı.

Günümüzde ise, bir kısım çevreler, Kemalizm'i kendilerinin bir 'Mezhebi,' Atatürk'ün mezarı 'Anıtkabir' i ise 'Kabe'leri' orak göstermek garabetini sergilemişlerdir. Bu cümleden, olarak kamuoyunda 'Alevilerin partisi' olarak anılan ve 1968'de kurulan Türkiye Birlik Partisi'nin Genel Başkanı Hüseyin Balan, Milliyet gazetesinin başyazarı Apti İpekçi ile röportajında şunları söylemişti: 'Biz o kadar Atatürkçüyüz ki, Müslümanız amma, mezhebimiz Kemalistliktir; kabemiz de Anıtkabirdir dedik.' (Abdi İpekçi, Liderler Diyor ki, Ant Yayınları, İstanbul, 1969, s. 99). Bazı Cem Evlerinde Hz.Ali'nin fotoğrafı yanında Atatürk'ün de fotoğrafının asılması, acaba bu anlama mı geliyor? Bir çok sağduyulu Alevi vatandaşlarımızın ise bundan 'büyük rahatsızlık' duyduklarını, 'siyasi bir kimlik' e sahip olan birisi ile 'dini bir kimlik' e sahip olan birisinin aynı karede bulunmasının sürekli tenkitlere maruz kaldığını ve dünyanın hiçbir dini ve mezhebi mekanlarında buna benzer bir formata ne tarih te ve ne de günümüzde rastlandığını biliyoruz.

'Din' in Yerine 'Milliyet' in Konulması mı?

Milletimizi ve milliyetimizi severiz. Bu, 'aidiyet geleneği' nin vazgeçilmez bir unsurudur. Fakat bunu bir 'din' mertebesine yükseltmek kutsiyeti yanlıştır. Tarihte 'Millet, Millicilik' in din yerine konulmak istenildiği Türkiye'den başka hiçbir yerde neredeyse hiç yaşanmamıştır.

Atatürk döneminde Türkiye'ye gelerek, olup bitenleri gördükten sonra kitaplar ve gazetelerinde gözlemlerini yazan iki yabancı yazar da 'dinin yerine milliyetin konulmak istenildiği' ne dair şunları yazmışlardı:

Hanri Laporte: 'Esasen, milliyet ve ırk fikirlerine birinci derecede önem verip dini fikri de bilakis arka plana bırakmakla, zamana tamamen muvafık hareket edilmektedir.' (Hanri Laporte, Kamal Atatürk'ün Memleketinde, Basın Yayın Genel Direktörlüğü Yayınları, Ankara, 1936, s. 8)

Manchester Guardian Gazetesi muhabirinin izlenimleri: 'Bu hareket, bu insanların yaşam tarzına ve maneviyatlarına yöneliktir… 'Millet', bu insanların dinidir. Sabahtan akşama kadar yapılan sohbetlerin konularından birisi, mutlaka, milletin hakları ve özgürlüğünü oluşturmaktadır…

Her ne olursa olsun belirli tarihi geleneklere sevgi duymuyor ve bir devlet dinine müsamaha göstermiyor…Onun (Atatürk'ün) dini 'akıl' dinidir.' (Mustafa Yılmaz, İngiliz Basını ve Atatürk Türkiyesi, Phonenix Yayınevi, Ankara, 2002, s. 38 )

Yapılmak İstenilenlerin Perde Arkası ve İçyüzü Neydi?

Yoğun olarak II. Meşrutiyet döneminden (1908 – 1918) başlayarak Atatürk dönemine de (1923 – 1938) damgasını vuran birincisi 'maziden koparmak projesi' olarak 'İslam'ın tasfiyesi', ikinci olarak da bunun 'siyasete yansıması' dan olarak da Türk –Arap ve genelde Türk - İslam dünyası ile olan bütün bağları kopararak, 'tamamen kabuk değiştirmiş yeni bir millet yaratmak' a soyunmak olmuştu.

'Türkçülük', 'Pantürkizm', 'İslamcılık', 'Panislamizm', Kamalizm –Kemalizm' vb. gibi cereyanların toplum hayatımıza birer 'devlet politikası' olarak hakim kılınmak istenilmesinin perde arkası gerçekleri neler olabilirdi? Bunlar bizim gerçekten 'iç dinamiklerimiz' den mi doğmuştu? 'Dış dinamikler' in de etkisi var mıydı?

  1. Meşrutiyet döneminin 'Pantürkizm veya Panturanizm' ve 'Panislamizm' cereyanlarının özelikle I. Dünya Harbi arifesi ve yıllarında toplumuzda bazı aydınların fikir ve emellerine ve bazı devlet adamlarının da devlet politikalarına damgasını vurmasının sebepleri üzerinde durulurken bunların genelde, 'dışarıdan kaynaklandığı' bahsedilir. Bu cümleden olarak Kazım Karabekir, olup bitenlerin yaşayan görgü tanığı olarak şunları yazar: 'Bu iki ideal (Pantürkizm ve Panislamizm) , sırf bizim içimizden mi doğmuştu? Bu iki idealin tahakkuk (gerçekleşebilme) kabiliyetini kendimiz, kendi anlayışımızla ve mikyaslarla ölçebilmiş mi idik? Daha açık bir ifade ile bu ideallerin aramızda yerleşmesinde ve hızlanmasında yabancı unsurların kendi menfaatleri hesabına yaptıkları tahrikler de müessir (etkili) olmamış mı idi?

Matbuatımızın o zaman oynadığı ve başka zamanlarda da oynayabileceği büyük ve mesuliyetli rolün ehemmiyetini (önemini) anlamak için bu sualler üzerinde düşünmeliyiz. Çünkü, Alman neşriyatı da İslamcılık ve Turancılık idealleri etrafında çok işliyordu. Almanların bu zeminlerde yazdıkları eserler, makaleler bazı Osmanlı müellifleri (yazarları) elinde bilmeyerek 'İslam Birliği' ve 'Turan Birliği' gibi iki büyük davada çok yorgun düşmüş bulunan Anadolu Türkü'nün omuzlarına yüklenmiş oldu.' (Kazım Karabekir, Cihan Harbine Neden Girdik, Nasıl Girdik , Nasıl İdare Ettik? Tecelli Basımevi, İstanbul, 1937, s. 35 – 36)

Görülüyor ki, genelde bizim iç dinamiklerimizden doğmayan Pantürkizm ve Panislamizm, Alman emperyalizminin dünyaya hakim olma emelleri üzerine kurgulanmıştı. Pancermenistlerden Prof. Weit de bunu zaten itiraf etmiş, 'Türkizm, Rusya'nın, İslamizm Batı ve Amerika'nın katilidir' şeklinde yazmıştı. (Prof. Weit, Hilafet Siyaseti ve Türklük Siyaseti, Çev. Habil Adem, Şems Matbaası, İstanbul, 1331, s. 153) Bir kaynakta da Pancermenistlerden Prof. Ernest Jackh' in Alman hükümeti tarafından 'Pantürkizmin resmi yöneticiliğine teorisyen olarak atandığı' yer alıyordu.(Prof. İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1983, s. 136)

Türkiye'de Pantürkizm'in teorisyenliğine soyunanların başında 'Tekin Alp' takma adıyla Türkçü dergilerde makaleler ve kitaplar yazan Moiz Kohen geliyordu. Kendisinden 'Ziya Gökalp'ın akıl hocası' ve 'Türk Ocağının kurucularından' olarak bahsedilen Kohen (Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, C.I, Nehir Yayınları, İstanbul, 1993, s. 301), Yahudi, mason ve Siyonist birisi idi. 1909'da Selanik Yahudilerini temsilen Hamburg'da toplanan 9'uncu Dünya Siyonist kongresine katılmış, 'Türkiye'de Siyonizm hesabını kazanılan Yahudilerin ileri gelenlerinden' unvanını almıştı: (Jacob M. Landau, The 'Young Turks' and Zionism: Some Comments, The Hebrew Universty of Jerusalem, 1983, s. 202-204) İttihat ve Terakki Cemiyeti - Partisi içindeki faaliyetlerini Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmayı emel edinmiş Siyonizm'in bu emelinin gerçekleştirmesi hesabına kullanmıştı.

Moiz Kohen, durup dururken Türkçü, Turancı ve Pantürkizmin şampiyonluğuna soyunması tesadüfün eseri değildi. Bu uğurda hem Siyonizm'e hizmet yananda hem de Almanlara hizmet ediyor, Siyonist emeli gerçekleştirmek uğrunda bir Türk –Arap ihtilafı meydana getirilmesi için çalışıyordu. Bu çalışması, İngilizlere de yaramış, ünlü İngiliz tarihçi ve İngiliz istihbaratının elemanı Prof. Arnold Toynbee'nin yazdıklarına göre de İngilizler Turancılığı Arapları Türklerden koparmak için kullanmışlardı. (Arnold Toynbee, Türkiye, Bir Devletin Yeniden Doğuşu, Çev. K. Yargıcı, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1971, s. 77)

Günümüzün siya tarihçilerinden Prof. Ömer Kürkçüoğlu da Moiz Kohen ve benzerlerinin İsrail Devletinin kuruluşunu kolaylaştırmak için 'Türk –Adap Ayrılığı' meydana getirmek istedikleri hakkında şunları yazar: ' Filistin'i ele geçirmek uğrunda öncelikle II. Abdülhamid'in tahtından indirilmesi, bilahare de Osmanlı yönetiminin buradan uzaklaştırılması Yahudi hareketinin de menfaati gereği olmaktaydı. Türk – Arap ayrılığı yaratıp, Türkleri bu bölgeden uzaklaştırmak yolunda istismar edilebilecek unsur da bizatihi Türkçülük akımı oluyordu.

Türkçülük fikriyatının nazari çerçevesinin oluşmasında Yahudi asıllı bazı Türkologların olması, konumuz bakımından çok mühimdir. İttihat ve Terakki içinde bilhassa Selanik'te Yahudi unsurunun taşıdığı etki de bu nokta çerçevesinde mütalaa edilmelidir.

Türkçülüğün gelişmesi, elbette tarihin seyrine uygun müstakil bir olguydu. Fakat, yukarıdaki etken de Türkçülük akımını, bilhassa Türk – Arap ayrılığını pompalamaktan geri kalmayacak ve hem bu akımın güçlenmesine çalışıp hem de bunun Arapların tepkisini çekecek şekilde takdimini yaparak, kendi hedefine doğru ilerlemeye çalışacaktır.' ( Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu, Osmanlı Devletine Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi 1903 – 1918, Ankara Ü. S. B. F. Yayınları, Ankara, 1982, s. 30)

Siyonist Moiz Kohen ve yukarıda yazdıkları kitaplar sebebiyle kendilerinden bahsettiğimiz ve haklarında 'Yahudi dönmeleri' spekülasyonları bulunan Mehmet Şeref Aykut ve 'Kıbrıs göçmeni' denilen Mehmet Saffet'in (Bunlar da isimlerini, Dil Devrimi ile gelen modaya uyarak, değiştirmişler, Mehmet Şeref isminden Mehmet'i atarken Mehmet Saffet de ismini 'Arın Engin' olarak değiştirmişti) Türk Milletine yeni bir doktrin, ideoloji ve rejim belirme çalışmaları II. Meşrutiyet dönemi ile sınırlı kalmadı. Atatürk'ün yaptıklarını, 'Kamalizm' veya 'Kemalizm' kitap adlarıyla doktrin ve ideoloji kalıba dökmenin öncülüğünü de yapan bunlar, Cumhuriyet döneminde de daha kurulmamış İsrail devleti için, ona zemin hazırlamaya devam etmek uğrunda, 'Türk –Arap Ayrılığı' nı körüklemeye yönelik olarak 'Atatürk istismarcılığı' na sarılmışlar, onun bütün 'Kültür Devrimleri' ni de 'İslam'la savaş' a tahvil etmekle, Arap ülkelerinde Türk –Arap düşmanlığını daha da körüklemişler, bunlar nezdinde tarihçi Orhan Koloğlu'nun ifadesiyle 'Türkler İslamiyet'ten artık tamamen çıktı' ( Orhan Koloğlu, Cumhuriyetin 15 Yılı (1923 – 1938), Boyut Kitapları, İstanbul, 1999, s. 275) tanımlamalarıyla bu ayrılık iyice takviye edilmiş, Turancılık ve Pantürkizm'i kullanımının yerini böylece kendilerinin icat ettikleri Kamalizm veya Kemalizm'in kullanılması almıştır.

Atatürk, hayatta iken yaptıkları için hiçbir zaman 'Kemalizm' tabirini kullanmamış, zaten kendisi birçok defalar ifade ettiği halde 'dogmatizm'e karşı olduğunu, 'şimdi bunları yapıyoruz ama yarın değişebilir' görüşünü de dili getirdiği halde yaptıkları işler ve programlarının 'değişimci' karakterli olduğunu ortaya koymuş, milliyetçiliğini hiçbir zaman din koymak gibi ne bir fikir ne de bir eylemin içinde bulunmuş, demeçlerinde hep milletimizin dininin İslam dini olduğunu vurgulamış, bundan övgü ile bahsettiği zamanlar olmuştur. .

Anlaşılan, Enver Paşa döneminde Pantürkizm, Panislamizm, Atatürk döneminde ise 'Kemalizm' genelde dıştan kaynaklı 'algı operasyonları' ndan olarak kendisini göstermiş, birçok uluslararası emellerin ele geçirilmesinin vasıtaları ve istismar unsurları olarak kullanılmak suretiyle milletimiz bunlardan büyük zararlar görmüştür. Enver Paşa, daha hayatta iken kendisinin kurduğu ve kendisine bağlı özel istihbarat teşkilatı Teşkilat -ı Mahsusa'nın başkanlığını yenilgiden sonra Almanya'ya kaçarken bıraktığı Albay Hüsamettin Ertürk'e 'Turan'a giderken viran olduk' şeklinde itiraf etmiş, ( Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, Pınar Yayınları, İstanbul, 1964, s.73) yine İstanbul'u terk edeceği günlerde General Cevat Rıfat'ın hatıralarında anlattığına göre de Mersinli Cemal Paşa'ya da 'Siyonizm'e ve masonlara alet oldukları, Sultan Abdülhamid'i anlayamadıklarını, Turan'a giderken viran oldukları' nı söylemiştir. (Cevat Rıfat Atilhan, İslam'ı Sarak Tehlike Siyonizm, Aykurt Neşriyat, İstanbul,1955, s. 77). 20 Haziran 2021