İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, İYİ Parti'nin "bölen değil, birleştiren, kavga eden değil, barıştıran, susan değil, konuşan, uyuyan değil, harekete geçen" bir anlayışta olacağını belirtti.

Konuyu, Bolu Kartalkaya'da yaşanan otel yangınına getiren Dervişoğlu, olayda 78 vatandaşın hayatını kaybettiğini hatırlatarak, "Önlenebilir bir olayda yaşamların yitirilmesi büyük bir ihmaldir." ifadesini kullandı. Yangında ölenlerden 36'sının çocuk olduğunu belirten Dervişoğlu, "Pazartesi sabahı okula gitmesi gereken çocuklarımız, şimdi kara toprağın altında." dedi.

Devletin temel görevinin vatandaşın yaşam hakkını korumak olduğuna vurgu yapan Dervişoğlu, "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nde yer alan yaşam hakkının korunamaması, devlet vasfının zayıfladığını gösterir. Ne yazık ki ülkemizde yaşanan durum budur." ifadelerini kullandı.

BOLU KARTALKAYA’DAKİ YANGIN FACİASI

Dervişoğlu, Bolu Kartalkaya’da Grand Kartal Otel’de çıkan yangında 78 kişinin hayatını kaybettiğini hatırlatarak, “Bu felaket, denetimsizlik ve ihmalin acı bir sonucudur” dedi. Yangında yaşamını yitirenlerin 36’sının çocuk olduğunu belirten Dervişoğlu, “Karnelerini alıp tatil yapmak isteyen çocuklarımız, hayatlarının baharında göz göre göre ölüme gönderildi. Yenidoğan bebeklerini hastanelerde koruyamayan bu düzen, karne hediyesi olarak bir tatil yapmaya giden evlatlarımızı da koruyamadı” ifadelerini kullandı.

Devletin, vatandaşlarının yaşam hakkını koruyamadığını belirten Dervişoğlu, “Hiçbir ölüm, yöneticilerin ihmallerinden kaynaklanıyorsa, kader veya fıtrat diyerek geçiştirilemez. 2002’den bu yana yönetim zafiyeti, denetimsizlik ve kayırmacılık nedeniyle üstü örtülen ölüm sayısı 55 bine yaklaştı. Bu sayıya doğal afetler dahil değil” diye konuştu.

TÜRKİYE’DE YAŞANAN FELAKETLER VE İHMALLER

Son 22 yılda Türkiye’de yaşanan felaketleri ve ihmalleri eleştiren Dervişoğlu şu ifadeleri kullandı;

"22 yıldır başımıza gelenlerin haddi hesabı yoktur. Pamukova ve Kütahya tren kazalarıyla ihmal ve sorumsuzluk düzenleri başlamıştır. Ermenek’teki Siirt’teki, Amasra’daki Kastamonu’daki İliç’teki Soma’daki maden facialarıyla her yıl yaşamak zorunda kaldığımız Karadeniz’deki Sel felaketleriyle Davutpaşa’dan Ostim’e her gün yaşanan iş cinayetleriyle, Muğla, Antalya, Hatay ve İzmir’deki yangınlarıyla doğrudan 11 ilimizi dolaylı olarak 70 ilimizi sarsan depremlerle daha bir ayı henüz dolan Balıkesir’deki patlamayla birbirini tekrar etmiştir. Olaylar hiç şaşmaz bir sıra ile tam olarak şu şekilde gerçekleşir:

 1-Canlarımız, insanlarımız ihmal, denetimsizlik, kuralsızlık ve umursamazlık sebebiyle hayatlarını kaybederler.

2- Hızlıca “yayın yasağı” getirilir. Eş zamanlı olarak propaganda başkanlığının emriyle trol orduları “milletin adamı” mesajları atarlar.

3- Bakanlık yaptığı hizmet alanına tefeci gözlüğüyle bakanların gözü pek sözcüsü vakur bir duruşla şu açıklamayı yapar:

“Acılar üzerinden siyaset olmaz. Bu olaylar siyasete malzeme yapılmamalıdır.” Çünkü siyaset, onlara göre hizmet et-hesap ver değil; üzümünü ye, bağcıyı da bir güzel döv işidir.

 4- Devamında, muhalefet ve basın mensupları şeytanlaştırılırlar. Yayın yasağına uymayanlara, kısa yoldan yurtdışı yasağı konur.

5- Ayar verilen muhalefetten ve basından sonra, Kendilerinin ne kadar halk adamı olduklarını hatırlatmak lazım gelir. Devleti yönetenler büyük samimiyetle baş sağlığı mesajları yayınlarlar: Başsağlığı dileğini ise şu sihirli sözcükler takip eder: “Kimsenin şüphesi olmasın, Sorumlular bulunacak ve mutlaka hesap sorulacaktır” Cenazelere cenaze yakınlarından daha kalabalık katılırlar, ilk safı kimseye bırakmazlar. Dertleri mevzuatta yapmaları gereken ilk görev değil, fotoğraf çektirmek için kameralar önündeki son görevdir. Uygun olması halinde birkaç damla gözyaşı da akıtılır. Hatta ihtiyaç hissedilirse Fatiha’yı da kameralara bakmadan tecvidli ve yanık bir nidayla da okurlar.

 6- Elbette sorumlular ya doğrudan kendileridir. Ya da bir takım ayak işlerini görmek için imzalarını kiraya veren alt kademe yöneticilerdir. O yüzden bu yüksek yönetim kademelerinde, hiç kimse hiç kimseden hesap soramaz. Kimse de gurur, ahlak ya da vicdan meselesi yapıp istifa etmez, Bakanlar zaten istifayı akıllarından dahi geçiremezler.

 7- O sırada, bu şirket rejimin baş sözcüsü ve büyük üstadı zat çıkar ve der ki: “Kader bunlar, alın yazısı, takdir-i ilahi. Allah rahmet eylesin.”

 8- Bu sırada, malum kanallarda, her gece her konuda ellerinde hep aynı çubuklarla konuşanlar Gerçek sorumluları aklamak için bin takla attıkları programlar yaparlar. Çünkü herkes ekmeğinin peşindedir. Ve o çubuklu arkadaşlardan öğreniriz ki, “Olayda sorumluluğu bulunan 3 çaycı, 2 arşiv memuru ve 4 temizlik personeli tutuklanmış” tutuklananların da muhakkak bir organizasyonla bir örgütle hemen bağlantısı kurulur.

 9- Kısa süre sonra başka bir skandal patlar ve ölenler öldükleriyle kalırlar. İşte iktidarın yetkilerinin tadını çıkarttığı, sorumluluklarından kaçtığı 9 maddelik kaçış planı budur."

‘TURİZM BAKANI, TURİZMİN BAŞINDAKİ KAYYUMDUR’

Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un, kamu kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullandığını öne süren Dervişoğlu, “Kendi atadığı bürokratlara, kendi işletmelerini denetleten, otelleri için kıyı şeritlerinden arsa tahsis ettiren bir bakandan söz ediyoruz. Türkiye’yi ucuz turizm cenneti haline getirerek kültürel mirasımızı yok ediyor. Erdoğan’ın kayyum rejiminin bir özetidir. O, turizmin başındaki kayyumdur” ifadelerini kullandı.

Bakanların ve bürokratların kamu hizmetlerini bir şirket mantığıyla yönetmediğini, aksine kamu kaynaklarını kendi çıkarları için bir sermaye olarak gördüğünü söyleyen Dervişoğlu, “Bu düzen, sadece ekonomik kaynakları değil, insanları da bir meta olarak kullanıyor. Türk vatandaşlarına değer vermeyen, onları birer maraba olarak gören bu anlayış, ülkeyi uçuruma sürüklüyor” dedi.

‘MİLLETİMİZİ SOKAĞA ÇIKSIN DİYE TAHRİK EDİYORLAR’

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin grup toplantısındaki "15 Temmuz’dan ders almayanlara sesleniyorum; yüreğiniz yetiyorsa çıkın sokağa da görelim" sözlerine de tepki gösteren Dervişoğlu, şu ifadeleri kullandı:

"Milletimizi 'Sokağa çıkarsanız yakarız' diye tehdit ederken, sokağa çıksınlar diye de tahrik ediyorlar. Artık biliyoruz, kaos peşindeler. Ama siyaset tarihi göstermiştir ki, kaosu oluşturanlar, o kaosun altında kalmaya mahkûmdur. Büyük Türk milletinin ferasetini unutanlar, bunun siyasi faturasının ağır olacağını görecektir."

İktidarın, muhalif sesleri susturmak için gözaltı ve tutuklamaları bir araç olarak kullandığını belirten Dervişoğlu, "Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımayan, adaleti bir araç olarak kullanan bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız" dedi.

Ülkede "kritarşi" olarak adlandırılan bir yönetim anlayışının yaygınlaştığını ileri süren Dervişoğlu, bunun "yargının hukukun üzerinde bir güç haline gelmesi" anlamına geldiğini söyledi. "Son dönemdeki yargılamalar ve tutuklamalar bu yapı çerçevesinde gerçekleşiyor." dedi.

‘GİDİYORLAR VE BUNU GÖRDÜLER’

İktidarın son dönemde yargıyı bir baskı aracı olarak kullandığını belirten Dervişoğlu, şu değerlendirmede bulundu:

"Sanat yaptığı için sanatçıyı, haber yaptığı için gazeteciyi, siyaset yaptığı için siyasetçiyi demir parmaklıkların ardına atan bir düzenle karşı karşıyayız. Hukuksuz yargı kararlarıyla, siyasi davalarla muhalefeti sindirmeye çalışıyorlar. Ama unuttukları bir şey var: Gidiyorlar ve bunu gördüler. İktidarda kalmak uğruna her şeyi göze alanlar, bir gün hukuk önünde hesap verecekler."

Dervişoğlu, kamu görevlilerine ve adalet mensuplarına seslenerek, "Hukuksuz kararlar almayın, kanunsuz emirleri uygulamayın. Bu büyük milletin vicdanında hesap vereceksiniz." ifadelerini kullandı. Devlet mekanizmasında görev yapanlara "adalete ve hukuka sahip çıkma" çağrısında bulunan Dervişoğlu, "Ya çarka girip yok olacaksınız ya da o çarka çomak sokacaksınız." diye konuştu.

‘GEZİ’Yİ UNUTMADILAR, ÇÜNKÜ KORKUYORLAR’

Dervişoğlu, 2013’te yaşanan Gezi Parkı eylemlerine de değinerek, iktidarın bu olayı sürekli gündemde tutmasının ardında bir korku olduğunu söyledi. "En büyük korkuları, konuşan ve tepki veren millettir" diyen Dervişoğlu, şu ifadeleri kullandı:

"Bugüne kadar, bu ülkenin nerede bir ağacı varsa kestiler, nerede bir orman buldular yaktılar, nerede bir göl gördüler kuruttular. İşlerine gelmeyen her fikre 'terör' dediler, haksızlığa ses çıkaran herkesi susturdular. 12 sene önce o parka göz diktiklerinde karşılarında milyonları buldular. Çünkü orada millet vardı, birlikte konuşan, birlikte haykıran bir millet vardı. Dindarı, seküleri, sağcısı, solcusu… Herkes Cumhuriyet için oradaydı."

İktidarın ekonomik kriz ve yolsuzluklara karşı yeni gündemler yaratarak kamuoyunun dikkatini dağıtmaya çalıştığını belirten Dervişoğlu, "Ne zaman çaldıkları minareye kılıf bulamaz hale gelseler, eski defterleri açıyorlar" dedi.

‘VERGİ YÜKÜYLE MİLLETİ EZİYORLAR’

Konuşmasında ekonomik sıkıntılara da değinen Dervişoğlu, iktidarın ağır vergi politikalarını eleştirdi. “Enflasyonu yüzde 44 açıklayıp, memura, işçiye, emekliye yüzde 15 enflasyon farkını zar zor sadaka gibi verenler, utanmadan iktidarda kalmaya devam ediyorlar” diyen Dervişoğlu, vatandaşın üzerindeki ekonomik yükün her geçen gün arttığını ifade etti.

"Utanmazlıktan aldıkları cüretle çifte vergiler getirdiler, yetmedi şimdi de kamu hizmetine kuver ekliyorlar. Elektrik faturası bin lirayken, iki bin liraya yuvarlayıp vatandaşa fatura ediyorlar. Halkın sırtına bindirilen bu yük artık taşınamaz hale geldi."

"MESELE ŞAHISLAR DEĞİL, TÜRK MİLLETİNİN ŞAHSİYETİ MESELESİDİR"

İYİ Parti'nin "milletin sesi olma" sorumluluğuyla hareket ettiğini belirten Dervişoğlu, "Bugün yaşananlar, yalnızca belli kişilerin meselesi değil, bütün milletin onur ve şahsiyet meselesidir." dedi.

Partisinin "Cumhuriyet ve demokrasi geleneğinin bekçisi" olduğunu ifade eden Dervişoğlu, "Hak ettiğimiz hayatı yaşayabilmek için, Cumhuriyet'i, demokrasiyi ve hukuk devletini yeniden tesis etmek zorundayız. Bunu ancak hep birlikte gerçekleştirebiliriz." sözleriyle konuşmasını tamamladı.

Kaynak: Haber Merkezi