Medine Pazarı’nın Mesajı: Zenginlik ve Adaletin Şifreleri

Abone Ol

Anlatacaklarımı yalnızca iktisadî bir değerlendirme olarak görmek eksik olur. Konuyu hem iktisadî hem de siyasi bir çalışma olarak ele almak gerekir. Çünkü iktisadî değerlendirmeyi yaparken basmakalıp sözlerle yorumlamak doğru olmaz.

Peki, nedir bu iktisadî (ahlâkî) ve siyasi çalışma? Örneklendirelim. Ama önce duyduğum ve şahit olduğum bir konuşmayı aktarmak istiyorum.

Aktarmak istiyorum çünkü yaşadığımız toplumun değerlerine, inançlarına ve iktisadî geleceğine dair bir bilinç taşıyorsak, söylemeden ve söylenmeden edemeyiz.

Geçen bahar, yerel bir televizyon kanalının kapısında Türk çayı içerken, şöyle bir olayla karşılaştım:

Çoğunluğu genç kardeşlerimizden oluşan bir topluluğun içinde sözde bir ‘hoca’ konuşuyordu.

Ara bir not: Herkesi bir tutmayalım herkese de hoca demeyelim!

Konuşma yaptığı kurumun adını da zikretmeye gerek yok; ama söylediği şu cümle hâlâ kulaklarımda yankılanıyor:

‘Gençler, biz Müslümanlar olarak zenginliği talep etmiyoruz.’

Tabi bu ‘tuzu kuru’ şahıs konuşmasını bitirip, çalışan gençlerin yorgun bakışları arasında son model arabasına binip gitti.

Bir insanın söyledikleriyle yaptıkları arasında tutarlılık olur!

Bu olayı gördükten sonra zihnimde iki ihtimal belirdi:

  1. Bu kişi Rahmanî olmayan bir akla sahip ve bilinçli olarak yanlış bir kodlama yapıyor, gençlerin zihnine tehlikeli bir mesaj yerleştiriyor. Bir önceki yazımda atıfta bulunduğum şekilde bireyi pasif hale getiriyor!
  2. Ya da gerçekten cahil ve farkında olmadan İslâm’ın en temel değerlerini çarpıtıyor ve hatta sinsice kana karışıyor!

Çünkü samimi bir insan, gençlere Peygamber Efendimizin (SAV) Medine Pazarı’nda İslâm düşmanlarına karşı nasıl bir ekonomik strateji kurduğunu, ticarete nasıl hâkimiyet sağlamaya çalıştığını anlatmadı.

Müslüman iktisadî anlamda iyi olmalı, iktisadî sistem Müslümanların elinde olmalı demedi!

Çünkü memleket bu ruh emiciler ile kuşatılmış halde.

Unutmayalım! Roma hukuku ile İslâm iktisadî sistemi ku-ru-la-maz!

Neyse… Elimizden geldiğince biz bir şeyler anlatmaya çalışalım.

Peygamber Efendimiz (SAV), Medine’ye hicret ettiğinde mevcut pazar hâkimiyeti Yahudi tüccarların kontrolündeydi.

O dönemde ticaret, cahiliye anlayışına göre yürüyor; zenginlik bir azınlığın elinde toplanıyordu.

-Bu zihniyet, bu düzen tanıdık gelmiş olmalı!-

İşte bu yüzden;

Özgürlüğü, adaleti ve sosyal dengeyi gözeterek üretim, tüketim, bölüşüm ve kaynakların dağılımı konusunda her açıdan dengeyi gözeten İslâm’ın mensuplarının bu Yahudi anlayışı içerisinde bir hâkimiyet kurmaları gerekmekteydi. Bugün de böyle!

Çünkü iktisadı, yönetimi ve adaleti Yahudilerin insafına bırakmak, bugün de olduğu gibi, dünya insanlığının değerlerine aykırı bir durum teşkil etmekte.

İKTİSAT her zaman inananların işidir!

Bu nedenle peygamberimiz (SAV) derhal müstakil bir Müslüman pazarı kurarak Medine’de yeni bir iktisadî anlayışın doğuşuna temel attı.

Düşündüğümüzde idrak ediyoruz ki; İslâm inancının temel prensiplerinden hareketle her alanda bâtıla karşı her zaman ve her alanda mücadele edilmiş olduğunu görmek ve bunun bilincinde yaşamak olduğudur.

İşte bu pazar, sadece ekonomik değil, aynı zamanda ahlâkî ve siyasî bir mücadeleydi.

Peygamberimizin Medine Pazarında belirlediği İslâm iktisadının temel kuralları olarak da adlandırabileceğimiz ticari kurallara kısaca değinecek olursak;

·        Alış verişte yalan yere yemin edilmemeli

·        Ticarette dürüstlük ve doğruluk esas alınacak

·        Çalışanların hakları eksiksiz ve gecikmeksizin ödenmeli

·        Borç zamanında ödenmeli, eğer ödenemeyecek durumda ise iyi niyetli borçluya mühlet verilmeli

·        Müşteri kızıştırmaktan uzak durulmalı

·        Pazara ulaşmayan mal satın alınarak fiyatta istikrarsızlığa yol açılmamalı

·        Müslümanın pazarlığı üzerine pazarlık yapılmamalı

·        Zenginlik ve ticari uğraş, Müslüman tüccarı takva ve ibadetinden uzak tutmamalıdır.

·        Haram malların alım satımı yasak vb.

Bu prensipler, sadece ticari hayatı değil, toplumsal hayatı da şekillendirdi. Müslümanlar, Medine Pazarı sayesinde kendi ticaretlerini özgürce yapabildiler. Ekonomik bağımsızlıklarını kazanarak, adil bir gelir dağılımı ile sosyal dengeyi sağladılar. 

Bugüne Mesaj: Müslüman Gençler ve Zenginlik

Peygamberimizin Medine Pazarı’nda ortaya koyduğu bu strateji, bizlere çok net bir mesaj veriyor: Zenginlik, Müslümanlar için bir amaç değil, bir araçtır.

Amaç; toplumsal adaleti sağlamak, fakirlikten kaynaklanan fitnelere engel olmak ve hayır yolunda bu zenginliği kullanmaktır.

Oysa bugün, sözde dinî söylemlerle gençlerimize, özellikle Anadolu coğrafyasındaki herkese zenginliğin kötü bir şey olduğu, uzak durulması gerektiği anlatılıyor.

Düşündürmek adına, fitne sözlerden yani büyücülük okulu öğretilerinden birini buraya iliştireyim; ‘Çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz!’

Sizce İslâm iktisadı prensiplerinde böyle bir kodlama var mı? Tabii ki yok!

Bu, hem tarihi bir çarpıtmadır hem de İslâm’ın ekonomi anlayışına aykırıdır. Müslüman bir genç, zenginliği talep etmeli, ama bu zenginliği ahlâkî ve insani değerlerle yönetmeyi öğrenmelidir.

Unutmayalım!

Eğer ekonomik bağımsızlık Müslümanların elinde olmazsa, bu cahiliye döneminden aydınlığa kavuşamayız. Bugün dünyaya baktığımızda, zenginliğin hâkimiyetini elinde bulunduranların adalet yerine zulmü yaydığına şahit oluyoruz.

O halde, Peygamberimizin stratejisini rehber alarak, her alanda İslâm’ın değerlerine uygun bir hâkimiyet kurmak zorundayız. Bu, sadece ticaret için değil, ahlâkî, sosyal ve siyasi hayat için de geçerlidir.

Yazımı Maide suresi 56. ayet ile bitiriyorum:
"Her kim Allah'ı, O'nun Resulünü ve müminleri veli edinirse, biliniz ki galip gelecek olanlar yalnız Allah'ın partisidir."

Unutmayın, iktisat, sadece üniversitede bir ders değil, inananların elinde bir emanettir. Bugün de Medine Pazarı’nın mesajını yaşatmak bizim görevimizdir. Kalemimiz ve sözümüz Allah içindir vesselam…