“Ortadoğu’da yaşanan trajedi, insanlık tarihinde dönüm noktalarından biri olarak hafızalara kazınıyor. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, yerleşik insan hakları normlarına ve savaş kurallarına meydan okuyor. Bu olaylar, halkların ne denli korkunç bir karanlığa sürüklendiğini gözler önüne seriyor. Sadece orada değil, dünyanın dört bir yanında insanlar bu trajedilere vicdanlarını koyarak tepki veriyor, protesto ediyor. Ancak mesele, vicdan sahibi herkesin nerede durduğunu ve bu karanlık döneme karşı ne yaptığını sorgulamasını gerektiriyor.
Birçok ülke, dünya barışını tesis etmek için kurduğu müesseseleri yüceltiyor; ancak bu yapılar çoğunlukla yetersiz kalıyor. Öyle bir noktadayız ki, insanlık tarihinde görülmemiş ilkel bir dönemin içindeyiz. İnsan Hakları Beyannamesi’nden Cenevre Sözleşmesi’ne kadar çeşitli anlaşmalar barış ve güven için hazırlandı ama bugün çoğu ülkede bu anlaşmalar kağıt üzerinde kalıyor.
Daha da kötüsü, güç sahipleri savaş suçlarıyla suçlanan liderleri alkışlarla karşılıyor. Bu, vicdan sahibi insanlar için tahammül edilemez bir çelişki. Adaletin ve özgürlüğün sembolü olarak görülen ülkelerde, soykırım eylemleri alkışlarla kutlanırken, bireylerin ve toplumların özgürlüğü baskı altına alınıyor.
Bugün dünya, insanlığın en temel değerlerini yok eden, insanları birbirine güvensiz kılan bir sürece doğru hızla ilerliyor. Ebeveynler çocuklarına aldıkları cihazların güvenli olup olmadığını sorguluyor. İletişim araçları bile insanlık dışı amaçlar için kullanılabiliyor. İnsanlar, kulaklık takarken veya bir saat alırken dahi güvensizlik duygusuyla yaşıyor.
Bu karanlık tablo, terörle savaşın, güvenliğin ve barışın sınırlarını her gün yeniden sorgulatıyor. Ancak hiçbir güç, insanlık onurunun ve adaletin karşısında sonsuza kadar duramaz. Medeniyet, güvenle inşa edilir. İnsanlık, güveni yeniden tesis etmek ve gerçek barışı sağlamak için mücadele etmelidir. Aksi halde, geride yalnızca yıkılmış bir medeniyetin enkazı kalacaktır.”