MAL DEĞNEĞİ
Bir öğretmen için mutlulukların en güzeli yetiştirdiği öğrencilerinin ayaklarını yere sağlam basan, kendisine, ailesine, ülkesine milli ve manevi değerlerine ve insanlığa faydalı bir kişi olarak görmek ve böylesi güzelliklerle donatmaya çalıştığı öğrencisi tarafından hatırlanmaktır. Öğretmen olan ben de böylesi bir mutluluğu yaşadım, daha doğrusu öğrencilerim yaşattılar bana. 2019 Nisanının sonu, 37 yıl sonra ortaokulda okuttuğu öğrencilerinin öğretmenlerini hatırlamaları ne büyük bir ahde vefa örneğiydi kelimelerle anlatmam mümkün değil. Böylesi bir güzelliği yaşamayı Allah, her öğretmene nasip etsin derim.
İşte bu güzelliği yudumlamak için bir zamanlar aynı okulda ve aynı zaman diliminde görev yaptığım yeğenim ile birlikte Ankara’yız. Ankara’ya gelinir de İstiklal Marşımızın yazıldığı Mehmet Akif Ersoy’un müze evi ziyaret edilmez mi? Üstelik aynı mekânda eski Ankara’yı solumak; Avrasya Yazarlar Birliği ve o birliğin başında kadim dost Yakup Ömeroğlu ile zarafetin timsali eli öpülesi şair Ali Akbaş ağabeye merhaba demek de var.
El kaldırdık, durdu taksi. Teceddin Dergâhı’na gitmek istiyoruz, dedik şoföre. Ulus’tayız şimdi. Sağa döneceğiz, yeşil ışık yanıyor bize; ancak tam önümüzde bir araç. Taksi şoförü sabırsız ama haklı… Öyle ya kendisine yeşil yanmasına rağmen gidemiyor. Arabanın kornasın bir başka çaldı kendi dilince. Sonra döndü bize; “kusura bakmayın”, dedi. Kusurluk bir şey yoktu elbette. Nihayet gideceğimiz yön için bütün ışıklar yandı. Önümüzdeki araç da hareket etti. O da ne araç, bizim gideceğimiz yönde ilerliyor. İyi de adam niye bizi ve arkamızdaki onca aracı niye beklettin! Ha, giderken bir de korna çaldı önümüzdeki araç, niye bu kadar sabırsızsınız dercesine. Bizim şoför bu defa dayanamadı. “Mal değneği” diye bağırdı camı açarak.
“Mal değneği” ilk defa duymuştum bu tabiri. “Mal değneği”, ne demek diye sormadım Şoföre sadece; “nerelisin sen?”, dedim. “Haymanalıyım”, dedikten sonra durdu Şoför. Açıklama ihtiyacı duymuş olacak ki; “ağbi, bizim oralarda böylesi kavrama yoksunu geri zekâlılara “mal değneği derler”, dedi.
Mal değneği, inek manda, öküz gibi büyükbaş hayvanları sürmek, yönetmek için kullanılan ucu sivriltilmiş sopaydı anlaşılan; ancak bizi Teceddin Dergahına götüren şoför, tamlamayı bu anlamıyla kullanmıyordu. O, kendisinin de ifade ettiği gibi kavrama ve anlama yoksunu; kaba, anlayışsız anlamında kullanıyordu.
Şimdi bakıyorum da yedi iklim yetmiş renk güzelim ülkemizde meğer ne de çok “mal değneği” varmış. Biliyorsunuz, 21 Nisan 2019 tarihinde CHP Genel Başkanı ve Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, Ankara/Çubuk’ta katıldığı bir şehit cenaze töreninde haince ve alçakça bir saldırıya uğradı; yumruklandı hatta linç edilmeye çalışıldı. Mesele Kılıçtaroğlu’nu sevip sevmeme yahut şu görüşte bu partide olma meselesi değil. Mesele zaten acılı ve sancılı bir coğrafyada varlığını devam ettiren Türkiye’nin birliği, dirliği ve huzuruydu. O nedenle saldırıya uğrayan, suratına yumruk atılan Kılıçtaroğlu değil; Türk milletiydi, Türk devletiydi, Türkiye Cumhuriyetiydi, Türk demokrasisiydi. O yumruk Kılıçtaroğlu’na değil ülkenin varlığına, birliğine, huzuruna atılmıştı.
Şehidimizin cenaze töreninde meydana gelen, akıl sahiplerini derinden yaralayan o müessif olay, elbette bir anda ve kendiliğinden gelişmemişti. Ana muhalefet liderine karşı yapılmak istenen linç girişiminin temelinde ayların hatta yılların ayrıştırıcı, ötekileştirici, bölücü nefret dili vardı. O olayın temelinde yağcılığın doruklarında dolaşan gazeteci müsveddeleri ile tarafsızlığını paraya tahvil etmiş medyanın kışkırtılışçığı vardı. O yumruk ve ötesinde yaşananların temelinde ülkeyi kaosa sürükleyecek sinsi planların provası vardı. Ve elbette Ankara/ Çubuk’ta sergilenen o gerçek ve somut zillet ve illetin temelinde kendi varlık sebeplerini dahi idrak edemeyecek kadar olaylara şaşı bakan, empati fukarası “mal değneklerinin” kini ve öfkesi vardı. Ahlakın ve hukukun çiğnendiği o meşum olayda gözü dönmüş mallar ile o malları yöneten vampirlerin alçak oyunları vardı.