İlk kelimeler, bir sofranın ilk lokması gibidir. Tadını, anlamını ve iz bırakma gücünü içinde saklar. Bugün, İstiklal Gazetesi’ndeki ilk yazımda, sizi kendi hikâyeme, kalemimin izini sürdüğü lezzet yolculuğuna davet etmek istiyorum.
Ben, Talip Bayram… Marmara Üniversitesi’nden mezun bir gazeteci, sözcükleri tabaklara, anıları lezzetlere dönüştüren bir yemek yazarıyım. 1990’lı yıllardan bu yana medya, pazarlama ve gıda sektörlerinde yöneticilik yaparak farklı dünyaların içinde yol aldım. Ama içimde hep aynı tutku vardı: Yemeğin sadece damakları değil, ruhları da doyuran yanını keşfetmek ve tarihsel hikayesini anlatmak…
Yemek, açlığı gideren bir eylem olmasının yanında, aslında bir medeniyetin de aynası sayılır. Sofralar, milletlerin hafızasıdır derler. Çok doğrudur bence. Bir çorba kaşığında yüzyılların sıcaklığı, bir ekmek kırıntısında alın terinin hikâyesi saklı...
İşte, bu hikâyeleri gün yüzüne çıkaran, bir baklava diliminin içinde ustaların maharetini, bir közde pişen kebabın dumanında Anadolu’nun asırlık mirasını anlatan bir yolcuyum.
Kelimelerimle, bir tencerenin buharında yükselen anıları, taş fırınlardan yükselen mis kokuları, annelerimizin elinde şekillenen hamurları hatırlatmak isterim. Çünkü mutfak, yalnızca yemek pişirilen bir yer değil, duyguların, anıların, kültürün mayalandığı kutsal bir alan mahiyetindedir.
Kalemim, kuru fasulyenin içindeki bereketi, yoğrulan hamurun içindeki sabrı, bir fincan çayın içindeki dostluğu anlatır. Çünkü yemek, karın doyurmakla birlikte; bir araya getirir, hatıraları yeşertir, geçmişle gelecek arasında bir köprü kurar.
Bugün, bu köşede ilk yazımla sizlerle buluşmanın heyecanını yaşıyorum. Dilerim ki her yazımda, kelimelerim sofralarınıza bir lezzet, bir hatıra, bir anlam katsın.
Bir sofranın etrafında buluşmak, yalnızca yemek paylaşmak değil, anıları, hikâyeleri ve dostluğu da bölüşmektir. Bir tabak yemeğin ardında, usta ellerin hüneri, yılların birikimi ve coğrafyanın sunduğu bereket saklıdır. İşte bu yüzden, mutfağına güvenen, lezzetine inanan, hikâyesini bizimle paylaşmak isteyen her mekân, sıradan bir restoran değil, bir kültür durağıdır.
Eğer mutfağınızda pişen yemeğin bir geçmişi, bir ruhu, bir anlatısı varsa… Eğer bir çorbanın buharı, bir kebabın közde çıtırtısı, bir tatlının şerbetinde sırlarınız saklı ise… O sofraya oturup, yalnızca lezzeti değil, hikâyenizi de dinlemek isterim. Çünkü her iyi yemek, anlatılmaya değer bir öyküdür. Buyurun, kapınızı aralayın; biz de kelamımızla o sofraya misafir olalım.
Hoş geldiniz. Buyurun, soframa oturun… Lezzet ve kelam yolculuğumuz şimdi başlıyor.