İslam tarihine biraz hâkimiyeti olan herkes takdir eder ki, bu tek hak dine yöneltilen yıkıcı yahut tahrif edici faaliyetler tarihin hiçbir döneminde günümüzdeki kadar vahim boyutlara ulaşmamıştır.
'… De ki: 'O, inananlar için bir hidayet ve şifadır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar).' (Fussilet: 44.)
İslam tarihine biraz hakimiyeti olan herkes takdir eder ki, bu tek hak dine yöneltilen yıkıcı yahut tahrif edici faaliyetler tarihin hiçbir döneminde günümüzdeki kadar vahim boyutlara ulaşmamıştır.
Bugün İslam -özellikle muharref din mensuplarınca devreye konan- birçok suikast planıyla karşı karşıyadır.
Hz. Peygamberi (s.a.v.) sırf hasetlikleri sebebiyle kabul etmeyen Yahudi ve Hıristiyanlar, İslam'a olan kin ve buğuzlarını tarih boyunca haçlı seferleri ve misyonerlik faaliyetleri şeklinde izhar etmişlerdir.
Kuran-ı Kerim ehl-i kitabın (Yahudi ve Hıristiyanların) İslam'a olan düşmanlıklarını, hakkı kabul etmemedeki ısrarlarını birçok ayet-i kerimeyle ortaya koyar. Onlar hakkındaki ayetler binden fazla olup, bu da yaklaşık olarak Kuran'ın altıda birine tekabül etmektedir.
Haçlı seferleri ve misyonerlik faaliyetleri yoluyla İslam'ı tahrif ve yıkma planlarından istedikleri neticeyi tam olarak alamayan muharref din mensupları, son kertede işi 'meşruiyet' kalıbına dökerek, 'ilmî araştırma(!)' kisvesiyle hareket etme yolunu benimsediler.
Bunun için araştırma merkezleri, kütüphaneler, fakülteler, kürsüler kurdular. Buralarda adına müsteşrik veya oryantalist denen sözüm ona 'ilim adamları(!)' yetiştirerek bunlara İslam coğrafyasında ajanlık faaliyetleri yaptırdılar. Bu ajanlar da bizim coğrafyamızda kendi ajanlarını yetişirdiler. Böylece yabancı ajanlara bir de içimizdeki yerli ajanlar eklenmiş oldu. Bu konuyla ilgili yapılmış birçok çalışma vardır.
Batılıların İslam dünyasına yönelik düşmanlık ve saldırıları sadece dinî ve kültürel değil, aynı zamanda siyasî ve askerîdir. Bunun en bariz örneği 18. yüzyılda Hindistan alt kıtasında yaşanmıştır. İngilizler Hint Müslümanlarına karşı bir taraftan askerî operasyonlarını sürdürürken, bir yandan da yerli ajanlar elde etmek suretiyle onları içten bölüp parçalamaya çalışmışlardır. Bu ajanların en meşhurları arasında Seyyid Ahmed Han ve bugünkü Kurancılık ideolojisini başlatan Mirza Gulam Ahmed sayılabilir. Bu, ayrı bir araştırma konusudur.
Neticede Hindistan Müslümanlarının birlikleri ve devletleri parçalanmıştır.
İngilizlerin Hindistan'da yerli ajanlar vasıtasıyla çıkardıkları fitne, bir süre sonra Mısır'a sıçramıştır.
'Üç Sarıklı Şövalye' diye anılan, masonlukları tescilli C. Afganî, M. Abduh ve Reşit Rıza gibi yerli ajanlar 'dinde reform' fikirlerini seslendirmeye başlamış, bu konuda birçok yazı, kitap ve hatta tefsir bile yazmışlardır. M. Abduh ve Reşit Rıza'nın hazırladığı Menar Tefsiri buna örnektir.
İşte bugün İslam dünyasında reform ve tahrifat mahiyetindeki bütün faaliyetlerin kaynağı, önce Hindistan ve ardından Mısır'da başlayan bu faaliyetlerdir. Elbette ki adını verdiğimiz bu öncü denilebilecek hainlerin peşinden birçok tahrifatçı daha zuhur etmiştir. Mesela Kuran'ın Allah kelamı olduğunu inkara kalkışan ve ne yazık ki fikirleriyle Türkiye'deki bazı tahrifatçılara da etki eden Ebu Zeyd zındığı onlardan biridir.
Bugün Türkiye'de olup biten hadiseleri doğru anlamlandırabilmek için bu arka planı bilmek şarttır.
İslam'ı tahrif için yürütülen projelerden önde gelen birkaçını şöyle sıralayabiliriz:
- 'Kurancılık', 'Kuran ideolojisi', 'Kuranizm' gibi adlarla anılan ve temelde sünnet - hadis dışlayıcılığına dayanan akım,
- Vatikan'ın Dinlerarası Diyalogu,
- ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesinin kültürel ve dinî ayağı demek olan Ilımlı İslam projesi,
- İslam'ı geldiği zaman ve mekanla sınırlandırarak evrenselliğini inkar eden Tarihselcilik projesi.
Hatta İslam'ı muharref ve beşerî dinlerle bir potada eriterek yeni bir din oluşturma gayreti demek olan 'Tevhid-i Edyan / Dinlerin Birleştirilmesi' projesini de bunlara ilave edebiliriz. Ki önceki haftalarda yine bu köşede değerlendirdiğimiz, dinlerarası diyalogun bir çeşidi mahiyetindeki 'İbrahimî Din' söylemi de, bu 'Dinleri Birleştirme' gayretlerinin bir parçasıdır.
Bu ve müteakip birkaç yazımızda Kurancılık, sünnet - hadis dışlayıcılığı ve ve tarihselcilik ağırlıklı olmak üzere bu yıkım projeleri üzerinde duracağız.
I- KURANCILIK VE SÜNNET - HADİS DIŞLAYICILIĞI
Kurancılık ve sünnet - hadis inkarcılığı, İslam'ın içini boşaltmak için hazırlanmış şeytanî bir plan ve projedir.
Bu projeyi planlayıp başlatanlar, Goldzier, Schacht, Margoliothe gibi, daha ziyade Yahudi kökenli oryantalistlerdir. Onu sahiplenip bazı ilavelerle İslam dünyasına servis eden de Fazlurrahman denen Pakistanlı bir haindir. İslam dininde yapmak istediği tahrifatlar sebebiyle Pakistan uleması onun küfrüne fetva vermiş, öldüğünde cesedi Pakistan (İslam) topraklarına kabul edilmemiş ve mecburen Amerika'da defnedilmiştir.
Hadis inkarcılığı projesinin Goldizier'le birlikte kendilerine ait olduğunu söyleyen Schacht, bunu 'Islamic Methodology In Hıstory' adlı eserinde açıklamakta ve Fazlurrahman'ın bu projeyi benimseyerek, yaptığı bazı ilavelerle gelenekçi Müslümanları kandırdığını belirtmektedir. (Bak: Fazlurrahman'ı Doğru Anlamak, Ahmet Tahir Dayhan s: 98.)
Schacht'ın Fazlurrahman'la ilgili 'gelenekçi Müslümanları kandırdı' dediği durumu kısaca izah edelim:
Fazlurrahman; Goldzier, Schacht ve diğer oryantalistlerin sünnet ve hadisleri inkar projesini aynen alır, ama bu projeyi bu haliyle Müslümanlara kabul ettiremeyeceğini anlayınca şöyle şeytanî bir yol izler:
Sünneti kendince 'nebevi sünnet' ve 'yaşayan sünnet' olarak ikiye ayırır.
'Nebevi sünnet'e birkaç mütevatir veya sahih hadisi dahil eder ve bununla 'Bakın, ben Hz. Peygamberin nebevi sünnetini inkar etmiyorum!' mesajı vermek ister. Elbette ki bu bir sinsiliktir.
'Yaşayan sünnet' dediği şeye gelince:
Ona göre sünnet ve hadislerin 'nebevi sünnet' diye ayırdığı birkaçı dışında kalan hepsi 'yaşayan sünnet'tir.
Bu 'yaşayan sünnet' Peygamberimizden (s.a.v.) sonra gelenler tarafından ortaya konmuştur, daha açık ifadeyle uydurulmuştur. Yani 'yaşayan sünnet' demek, ona göre 'uydurulmuş sünnet' demektir.
Bunun manası sünnet ve hadislere dayalı bütün dinî hükümlerin mesnetsiz kalmasıdır. Yani İslam'ın içinin boşaltılmasıdır.
İşte bizim 'Sünnet ve hadis düşmanlığı ya da bunların dışlanması dini yıkmaktır' dememizin sebebi budur.
Bugün kendilerine 'Kurancıyız' diyen tahrifatçıların dillerinden düşürmedikleri 'uydurulmuş din' nitelemesi, yolundan gittikleri Fazlurrahman'ın bu 'uydurulmuş sünnet' tabirinden mülhemdir.
Sünnet ve hadislerin uydurulduğunu söylemek, şu iki imkansız kabule sebebiyet verir:
Bir: Hz. Peygamber (s.a.v.) yirmi üç senelik peygamberlik döneminde sanki hiç konuşmamıştır.
İki: Hz. Peygamberden (s.a.v.) sonra sahabenin hepsi (haşa) ona ihanet etmiş, onun adına sözler uydurmuşlardır.
Elbette ki bu iki ihtimal de imkansızdır. Ne çare ki Kuran ve hadis tahrifatçılarında akl-ı selim aramak boşunadır.
Şimdi hadis inkarcılığı ve Kuran'ı tahrif etme projelerinin nereden kaynaklandığını anlıyor muyuz?
Dinimize kast edenler, Yahudi kökenli oryantalistler olduğu halde, onlardan bu projeyi alıp benimseyen güya Müslüman kökenli Fazlurrahman'ın düştüğü zilleti tahmin edebiliyor muyuz?
Haydi Fazlurrahman bu zillete düştü diyelim; peki ya onun izinden giden, bir kısmı da Türkiye'den çıkıp güya akademisyen ve / veya aydın olma (!) iddiasındaki çok sayıda gafilin, cahilin, ahmağın ve hatta hainin şu hallerine akıl erdirebiliyor muyuz?
Kurancılık ve sünnet - hadis dışlayıcılığı, yüce dinimizi tahrip ve imhaya sebep olabilecek büyük bir sapkınlıktır. Bu ifsatçılar Kurancılık iddiasıyla Kuran'ın tamamına ters düştükleri gibi, hususen Hz. Peygambere (s.a.v.) ve onun mübarek söz ve emirlerine itaati emreden seksen kadar ayet-i kerimeyle de açıkça çelişmektedirler.
Şimdi düşünelim:
Oryantalistlerin uşaklığını yapan bu bedbahtlar, bu iddiayla Hz. Peygambere (s.a.v.) itaati emreden bunca ayete ters düştüklerini anlayamayacak kadar cahil midirler?
Eğer öyleyse böyle hayatî bir konuda konuşmaya zaten hiç hakları yoktur.
Yok, eğer bunu bilerek yapıyorlarsa -ki öyle gözükmektedir- bu takdirde Kuran'a bağlılık iddialarında samimi değildirler, bilakis sahtekardırlar, ikiyüzlüdürler.
Bunların yaptığı, menfur ideolojileri uğruna Kuran'ı kullanmaktan başka bir şey değildir.
Tam da yazımızın başlığında geçtiği gibi, bunlar 'Kuran'ı Anlamak İstemeyenler'dir.
Gelecek yazımızda Kurancılık, sünnet - hadis inkarcılığı ve Fazlurrahman'la özdeşleşen tarihselcilik projelerinin Türkiye'de nasıl yayıldığını ve bu doğrultuda yapılan tahrif ve tahripleri anlatmaya çalışacağız.