Bugün dinlerarası diyalog adına ortaya çıkıp konuşan bazı sapkın ilahiyatçılar, ehl-i kitabın hepsinin kâfir ve müşrik olmadığını söylüyorlar. İddialarına da saptırdıkları ayetleri delil gösteriyorlar. (Mesela Âl-i İmran 113 ve 199 gibi…)
Konumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz:
4- EHL-İ KİTABI HAK ÜZERE GÖSTERMEK UĞRUNA AYETLERİN TAHRİF EDİLMESİ
Bugün dinlerarası diyalog adına ortaya çıkıp konuşan bazı sapkın ilahiyatçılar, ehl-i kitabın hepsinin kafir ve müşrik olmadığını söylüyorlar. İddialarına da saptırdıkları ayetleri delil gösteriyorlar. (Mesela Âl-i İmran 113 ve 199 gibi…)
Onların saptırdıkları bütün bu ayetleri iyi araştırmış biri olarak söylüyorum:
Bu ayetler Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde Müslüman olan Yahudilerden Abdullah b. Selam, Hıristiyanlardan Necaşi gibi kimseler hakkındadır. Elbette ki yine ehl-i kitaptan olup Hz. Peygamberden sonraki dönemlerde İslam'ı seçecek olanlar da bu kategoride değerlendirilir.
Burada bilinmesi gereken bunların Müslüman olduktan sonra ehl-i kitapla hiçbir alakalarının kalmadığıdır. Onlar bizim Müslüman kardeşlerimizdir. Yani bu ayetlerden kastedilenler, önceleri ehl-i kitaptan oldukları halde sonradan Müslüman olanlardır. Yoksa ayetler bugünkü ehl-i kitap içinde mevcut halleriyle kurtuluşa erecek, yani mümin sayılabilecek insanların var olabileceği anlamına gelmemektedir.
Dinlerarası diyalogcuların en büyük hilelerinden biri budur.
Halbuki Kuran'da Hıristiyan ve Yahudilerin kafir olup ebediyen cehennemde kalacaklarını haber veren pek çok ayet vardır. Hatta çeşitli vecihleriyle bu ayetlerin sayısının bini aştığı söylenebilir. Bu demektir ki Kuran'ın altıda biri Yahudi ve Hıristiyanların hak yoldan saptıklarını anlatmaktadır.
Kuran'da asla çelişki olmayacağına göre, ehl-i kitabın / Yahudi ve Hıristiyanların kurtulacağına dair iddiaların batıl olduğu buradan da anlaşılmaktadır.
Ehl-i kitap hangi halde inanmış olur, hangi halde olmaz, Kuran buna şöyle cevap vermektedir:
'Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam'ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.' (Tevbe: 29.)
Şartlar açık, ortada:
Kendilerine kitap verilenler, yani Yahudi ve Hıristiyanlar;
- Allah'a ve ahiret gününe inanacak.
- Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram (tabidir ki helal kıldığını da helal) kabul edecek.
- Ve hak dini, yani İslam'ı din edinecek, yani tam bir Müslüman olacak…
Ölçü bu kadar açıkken dinlerarası diyalogcular ayetleri nasıl saptırıyor, bir misal üzerinden gösterelim:
Bakara: 62' de şöyle buyurulur:
'Şüphesiz ki iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiîlerden her kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder, salih bir amel işlerse, elbette onlara Rableri katından mükafat vardır, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.'
Bu ayet diyalogcularca şöyle tahrif ediliyor:
Yahudi ve Hıristiyanların kurtulmak için Müslüman olmalarına gerek yoktur. Bu ayet onlara kurtuluş için sadece iki şart getirmektedir. Onlar Müslümanları bağlayan altı iman şartından bu ayette geçen ikisine, yani Allah'a ve ahiret gününe inanırlarsa, bir de iyi işler yaparlarsa cennete girerler…
Evet, dinlerarası diyalogu savunanlar, iddialarına Kuran'dan delil getiriyormuş gibi, Kuran da kendilerini destekliyormuş gibi, Kuran'da olan dışında bir şey söylemiyorlarmış gibi bir hava veriyorlar, muhataplarını bu şekilde ikna etmeye çalışıyorlar. Bu korkunç bir hile ve saptırmadır.
Ayetin muteber tefsirlerdeki izahları üzerinde yaptığımız çalışmalara dayanarak şunları söyleyebiliriz:
Ayet-i kerimede 'iman edenler' ifadesinin arkasından gelen Yahudiler ve Hıristiyanlar, muharref din mensupları olarak küfürdedirler. Sabiîler ise yıldıza tapanlar olduklarından putperest hüviyetindedirler.
'İman edenler'le küfür grupların birlikte ve ard arda zikedilmiş olması, ayetteki mana ve muradı doğru anlamak için mutlaka tefsirlere başvurmayı gerektiren bir durumdur. Zira ayetteki 'iman edenler'in, diğerleriyle birlikte anılmayı makul hale getirecek olumsuz bir vasıf taşıyor olmaları gerekir. Tefsirlere başvurmadan bu inceliği çözmek mümkün değildir. Ve tefsirler de bize buradaki 'iman edenler'den maksadın, imanı kalbinde kökleşmemiş, sathî imana sahip, imanın gerçeğinden mahrum kimseler ya da inanmış gibi görünen münafıklar olduğunu haber vermektedir.
Buna göre bu dört zümrenin de gerçek anlamda imana sahip olmadıkları anlaşılmaktadır. İşte Cenab-ı Hak bu ayette bu dört gruba genel bir kaide ve kuralını anlatmaktadır. O da Allah'a ve ahiret gününe iman etmeden salih amel işlemeden kurtuluşun mümkün olmayacağıdır.
Burada altı iman şartının teker teker sayılmaması, söz konusu zümreler için, sayılan ikisinin yeterli olduğu anlamına gelmez. Sayılmayan şartlar, yani meleklere, kitaplara, peygamberlere ve kadere iman, zaten Allah'a gerçek anlamda imanın içindedir. Yahudi ve Hıristiyanlar daha önce vahiyle gelmiş olan kitaplara mensup iken, sonradan kitaplarını tahrif etmeleri sebebiyle istikametlerinden saptıkları için, onlara ahirete iman esası özellikle hatırlatılmıştır.
Sabiîlerin ise yıldıza tapanlar oldukları bilinmekle beraber, bir zamanlar Zebur'a inandıkları da kitaplarda geçmektedir.
Dolayısıyla ayette iman esası olarak sadece Allah'a ve ahiret gününe imanın vurgulanması, 'sadece' bu esasların değil 'bilhassa' bu esasların vurgulanmak istenmiş olmasındandır.
Ama ne hazindir ki dinlerarası diyalogu benimseyenler, buradaki asıl maksadı göz ardı ederek, bir nev'i demagoji yaparak, ayette geçen Allah'a iman meselesini diğer iman esaslarını da içine alacak şekilde değil de, altı iman şartından sadece biri olarak ele almakta ve sanki bu grupların iman edebilmek için diğer iman esaslarını benimsemelerine gerek yokmuş gibi batıl bir yoruma kalkışmaktadırlar. Böyle bir telakki, yani bu gruplar için imanı yalnız Allah'a ve ahiret gününe imana tahsis edip diğer iman esaslarına gerek olmadığı gibi bir yaklaşım, açık ve net küfürdür.
Bunu ister maksatlı ister cehalet sebebiyle yapsınlar, sonuç değişmez. Kaldı ki dinlerarası diyalogu benimseyenler bunu daha ziyade maksatlı olarak yapmaktadırlar.
Burada konuyu daha iyi anlayabilmek için bu ayetin nüzul sebebine dair şu hadiseyi de zikredelim:
'Sahabeden Selman-ı Farisî daha önce Hıristiyan olmuş ve bir süre Hıristiyanlarla birlikte yaşamıştı. Hz. Peygamber'in hicretini takiben o da Medine'ye gelip İslam dinine girmiş ve arkadaşlık etmiş olduğu Hıristiyanları ve onların amellerinden gördüklerini Hz. Peygamber'e anlatmış, Hz. Peygamber de 'Onlar İslam dini üzere ölmediler' buyurmuşlardır.
Selman diyor ki: (Hz. Peygamber böyle buyurunca) dünyam karardı. Sonra Selman Hıristiyanların (dinî hayatlarındaki) gayretlerini de anlatmış, bunun üzerine 'Şüphesiz, iman edenler; Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sabiîler'den de Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için rableri katında mükafatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler' mealindeki ayet inmiştir. Ardından Hz. Peygamber Selman'ı çağırıp şöyle buyurdu:
'Bu ayet senin arkadaşların hakkında indi. Kim benim peygamber olarak geldiğimi işitmeden önce Îsa'nın dini ve İslam üzere ölürse o hayırdadır. Ama bugün kim beni işitir de bana iman etmezse o da helak olmuştur.' (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 133-136.)
Görüldüğü gibi hadis-i şerif, ayetin (Bakara: 62'nin) nasıl anlaşılması gerektiğini gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Buna göre bahsi geçen grupların bugünkü (Hz. Peygamber geldikten sonraki) müntesiplerinin sadece Allah'a ve ahiret gününe iman etmekle kurtulabileceklerini iddia veya ima etmek batıldır; çünkü onlar hadisteki ifadesiyle 'helak olmuş' kimselerdir.
Şu bir gerçek ki Allah'ın dini İslam, Allah'ın Kitabı Kuran, bir Vatikan projesi olan dinlerarası diyalog uğruna saptırılmaya çalışılmaktadır. Bu ayette (Bakara: 62' de) olduğu gibi.
Bunun vahim bir örneği Diyanet'in Hayreddin Karaman riyasetindeki bir heyete hazırlattığı Kuran Yolu Tefsiridir. Adı tefsir olan bu tahrifat kumkumasında maalesef Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili hemen tüm ayetler tahrif edilmiştir. Merak edenler inceleyebilir.
Büyük bir çelişkidir ki yukarıdaki Bakara: 62'nin nüzul sebebini anlatan hadis de Kuran Yolu Tefsirinde geçmektedir.
Buna rağmen bu tefsirin muhtelif yerlerinde Yahudilik ve Hıristiyanlık 'semavî dinler', 'ilahî dinler' gibi tabirlerle aklanmaya çalışılmakta ve muharref İncil ve Tevrat, sanki muteber birer bilgi kaynağıymışçasına (!) dipnot ve atıflarda bol bol kullanılmaktadır.
5- EHL-İ KİTABIN KÜFÜR VE ŞİRKTE OLDUĞUNU ANLATAN BAZI AYETLER
Mesela Beyyine Suresinin 1. ve 6. Ayetlerinde kafirler anlatılırken, önce ehl-i kitap, sonra müşrikler zikredilir. (Hazin, Beydavi, Ebussud Efendi, Fahri Razi tefsirleri gibi. Bak: Hülasatu'l Beyan)
Tefsirlerde bunun sebebi 'ehl-i kitabın müşriklerden daha sapık, daha azgın olmaları ve mukaddes emanete hıyanet ederek diğer müşriklere de kötü örnek teşkil etmeleri' şeklinde anlatılır. Nitekim 6. Ayette, onların cehennem ateşinde ebedî kalacaklarının beyanından sonraki şu ifade bu gerçeği teyit diyor:
'…Onlar (ehl-i kitap ve müşrikler) yeryüzünün en şerlileridir.'
Ehl-i kitap hakkında inen şu ayetler de onların küfürde ve şirkte olduklarını anlatıyor:
'De ki: 'Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin.' Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: 'Şahit olun, biz Müslümanlarız.' (Âl-i İmran: 64.)
'De ki: 'Allah'a ve Peygamber'e itaat edin.' Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kafirleri sevmez.' (Âl-i İmran:32.)
'Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kafir yaparlar.' (Âl-i İmran: 100.)
Ayetlerin izahlarına uzun uzun giremiyoruz ama özetle şunları söyleyebiliriz:
Âl-i İmran: 64' te ehl-i kitap şirki bırakmaya çağrılıyor ve kendilerine şu üç şart koşuluyor:
Yalnız Allah'a ibadet etmeleri, ona hiçbir şeyi eş koşmamaları ve birbirlerini rab edinmemeleri.
Ayetin sonunda şöyle deniyor:
'Eğer kabul etmezlerse de ki: Siz de şahit olun, biz gerçek Müslümanlarız.'
Ayetten açık ve net olarak anlaşılmaktadır ki ehl-i kitap denen Yahudi ve Hıristiyanlar iman etmemişlerdir.
Âl-i İmran: 32'de ise Resule itaat şartı koşuluyor. Ona iman ve itaat etmeyenlerin, yani ehl-i kitabın küfürde oldukları haber veriliyor.
Ve Âl-i İmran: 100'de de ehl-i kitabın bütün grup ve fraksiyonlarının küfürde oldukları, kendilerine tabi olunduğunda inananları da kendileri gibi kafir yapacakları ikazı yer alıyor. Ayetteki 'ferîkan = fırka / grup' ifadesi nekre olduğundan geneli şamil olup bütün grupları içine almaktadır. Ayrıntılı bilgi için muteber tefsirlere bakılabilir.
Ve yine şu ayetlerde de biz Müslümanlara, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmememiz, onların birbirlerinin dostları oldukları, onları dost edinenlerin onlardan olacağı (yani küfre gideceği), kendi dinlerine tabi olmadıkça onların biz Müslümanlardan asla razı olmayacakları ikazı yapılıyor:
'Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.' (Maide: 51.)
'Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, and olsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.' (Bakara: 120.)
Bu konuda işaret etmek istediğimiz son ayet, bize Yahudi ve Hıristiyanların şerrinden korunmayı dua şeklinde öğreten Fatiha Suresinin 7. Ayet-i kerimesidir. Bu ayetin, namazda okunması vacip olan Fatiha'nın son ayeti olması çok anlamlıdır. Bu demektir ki biz Müslümanlara namazlarımızın her rekatında, Yahudi ve Hıristiyanların yolundan gitmememiz için Allah'tan yardım isteğinde bulunmamız emir ve tavsiye olunmuştur:
'(Ya Rab!) Bizi doğru yola ulaştır. Nimet verdiğin (kullarının) yoluna. Kendilerine gazap edilenlerin ve sapıtanların (yoluna) değil.' (Fatiha: 6 - 7.)
Hadis-i şerifte varid olduğu ve bütün muteber tefsirlerde de yer aldığı üzere ayetteki mana şudur:
Kendilerine gazap edilenlerden maksat Yahudiler, sapıtanlardan maksat da Hıristiyanlardır.
SONUÇ:
'HZ. MUHAMMED'E (s.a.v.) TÂBİ OLMADAN KURTULUŞ MÜMKÜN DEĞİLDİR'
Yazımızın başından beri zikredilen deliller ışığında ortaya şu nihaî ve net sonuç çıkmaktadır:
Kuran'a ve Hz. Muhammed'e (s.a.v.) tabi olmadan kurtuluş mümkün değildir. Hz. Muhammed Efendimize tabi olmayı emreden ayetleri başka bir yazımızda konu edinmek üzere burada şu hadisi hatırlatmakla iktifa edelim:
Sahabeden Cabir (r.a.) naklediyor:
Ömer bin Hattab (r.a.) elinde Tevrat'tan bir parça ile Resûlullaha (s.a.v.) geldi ve dedi ki: 'Ya Resulallah! Bu Tevrat'tan bir parçadır.'
Resûlullah (s.a.v.) ona bir cevap vermedi. O da elindekinden okumaya başladı. O okurken Resûlullahın (s.a.v.) yüzü değişiyordu.
Ebu Bekir dedi ki: 'Resûlullahın (s.a.v.) yüzünü görmüyor musun?'
Ömer Resûlullaha (s.a.v.) baktı ve dedi ki: 'Allah'ın gazabından ve Resûlünün gazabından Allah'a sığınırım. Allah'tan Rab olarak, İslam'dan din olarak ve Muhammed'den Peygamber olarak razı olduk.'
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
'Muhammed'e hayat veren Allah'a yemin ederim ki, size Musa görünecek olsa ve beni bırakıp ona uyacak olsanız, hak yoldan sapmış olursunuz. O yaşıyor olsa ve peygamberliğimi bilse bana uyardı.' (Darimî, Sünen, 449 no'lu hadis)
İşte özetle ehl-i kitabın durumu budur.
Allah tüm gerçek müminleri Yahudi ve Hıristiyanların ve bu çerçevede tüm küfür ve şirk gruplarının şerrinden muhafaza buyursun.
Gerçek bu iken kim dinlerarası diyalog ve hoşgörü şarkıları söylerse, İslam'a ihanet etmiş demektir. Kendisi de bedbaht olmuştur; vatana ve millete de büyük kötülük etmiştir.
Unutmayalım, 'Allah indinde din İslam'dır.' (Âl-i İmran: 19.)