TOYDUK, kiminle nasıl bir ilişki kurulur ve bu ilişki nasıl bir iletişim şekliyle devam ettirilir bilmiyorduk.
Acemiydik. Yalpalayıp düşüyorduk. Kaldıranlar olduğu gibi güçlü bir tekme atarak üstümüze basıp yürüyenler de oluyordu.
Anadolu’dan dökülüp gelmiştik. Köyümüzdeki insan sayısıyla sınırlıydı tanıdıklarımız. Onlardan büyük olanları emmi, dayı idi. Kadınsa hala ya da teyze. Küçüklerimize zaten şefkat duyardık.
Dolayısıyla mesafe barındıran bir ilişki biçimine sahip değildik.
Sevdik mi tam sever ve ona adardık kendimizi.
…
DARBENİN ilkini yatılı olarak kaldığım kursta gördüm.
Kendime yakın gördüğüm ve bir dediğini iki etmediğim biri tarafından himaye edildiğime inandırılmıştım. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Benden epeyce büyük olan bu ağabeyin emir eri yerine koymuştum kendimi.
Bir sabah uyandığımda pılını pırtını toplayıp toz olduğunu gördüm.
Hafta sonu iki tren istasyonu mesafede olan akrabalarıma gidecek bilet param bile kalmamıştı tüm harçlığımı kendisine emanet ettiğimden ötürü. Trene ilk kaçak binişim o gün oldu.
…
AKILLANMADIĞIM için ilk gençlik yıllarımda yine benzer bir durumla karşılaştım.
Kitap fuarında tanıyıp iki haftalık bir samimiyetin sonucunda uydurduğu bir hikâyeye kanmış ve elimde avucumda ne varsa borç olarak vermiştim. Meğer tezgâha gelmişim.
İzini kaybettiren bu kişiyle iki sene sonra minibüste aniden karşılaştım.
Ben bir şey diyemedim ama onun söyleyecekleri vardı. Babasının hastanede ameliyathanede olduğunu şimdi ona gittiğini, ücretini ödeyemediğinden atılma riski taşıdığını yaşlı gözlerle aktardığında o gün aldığım mütevazı öğrenci maaşımın tümünü avcuna koyuvermiştim.
Akıbet değişmedi.
…
ÜZERİME sinmiş bir hâl idi bu.
Yaşadığım yerde esnaf olan göçmen bir ağabey vardı. Bıçakçıydı. Özü sözü bir kişiydi. Hilesi hurdası yoktu. İşyerinin duvarlarını büyük kartonlara yazdığı sözlerle donatmıştı.
Akşamları kaldığımız öğrenci evindeki sohbetlere katılırdı. Sesi pek çıkmazdı. Kenarda oturur, dinleyip giderdi. Kimseye karışmaz, söz yarıştırmazdı.
Onu kendime yakın bellemiştim. Hakkını inkâr edemem ondan da büyüklük ve ikram görmüştüm. Ne vakit gitsem yan dükkândan dürüm ikram etmeden asla salmazdı. Mükrim idi.
İyi bir gözlemciydi. Zihni akşam geldiği sohbetle sınırlı olmayan daha geniş bir düşünce evrenine sahip olduğu belliydi. Abartılıp yüceltilenlere itibar etmez, normal insani ilişkinin ötesine geçerek övücü sözler sarfetmezdi. Belki de biraz kenarda kalmasının sebebi de buydu, bilmiyorum.
Hâlime agâh olmuştu. Çevrenin cambazlarını da iyi tanıyordu belli ki…
Dürümün son lokmasıyla ayranın son fırtını bir araya getirebildiğim bir gün söze peşrev çektirerek oradan buradan dolanmış ve sonunda “Kirpi mesafeni koru yeğenim” demişti.
…
ANLAMAMIŞTIM tabi. Üzerinde de hiç düşünmedim.
Yıllar geçti üzerinden. Geçen gün internette önüme düşen videoların biri bu başlığı taşıyordu.
Hafızam beni hemen yukarıda paylaştığım hatıralara savurdu.
Meğer böyle bir kavram varmış ve bana yıllar evvel bu söylemişti.
Gani rahmet olsun Cafer Ustanın canına.
…
İNSAN sever ve sevilmek ister. Bilir ve bilinmek ister bildikleri tarafından. Fedakârlık eder ve dara düştüğünde o da muhataplarından bunu bekler. Güven duyduklarının aynı şekilde kendisine güven duymasını arzu eder. Dokunur hayata dostları üzerinden ve onu murat eder kendisi de.
Dinler. Dinlenilmek ister. Özlediklerinin özlemesini arzu eder.
Yalnızlığını gidereceği dostlar arar gözü. Çaresizliklerinde derman olmalarını diler.
Korkar, ürker, kaçar, sığınır. Teselli ve sıcaklık arar.
İşte “Kirpi mesafesi” insani olan tüm bu duygu ve davranışlarda dengede kalmaktır. İfrat ve tefritten azade olmaktır. Lazım geldiği kadar yakın, icap ettiği kadar uzak durabilmektir.
Yaşamak için aileye, akrabaya, dostlara, arkadaşlara ihtiyaç duyarız. Çünkü sosyal varlıklarız.
“Kirpi mesafesini” korumadan girdiğimiz her türlü ilişkiden zararla çıkıyoruz. Çünkü bu ferdi sorumluluğu yok eden, özgürlüğü kaldıran ve iradeye ipotek koyan bir durumdur.
Schopenhaur’un “Kirpi mesafesi” olarak tanımladığı bu konunun psikolojik ve sosyolojik ayrıntılarını size havale ediyorum zira iletişimde olduğumuz her türlü ilişki türünde geçerli.
Yakınlık ve uzaklık ayarlanamadığında yaşanan facialar içler acısı. Sosyal ortamlarda ve manevi meclislerde olmak üzere en dar daire diyebileceğimiz ailede bile nelerin yaşandığını her gün gazetelerde ve haber bültenlerinde görmüyor muyuz?
Kötülüğün sınır aşımı olarak tarif edilen bu durumu anlatan “Kirpi mesafesi” mevzusunu yabana atmayın bence.
Ya Selam.