Herkes kendi yükünün hamalıdır.

Onu taşır.

Böyle olmalıdır zaten.

Temel anlayışımız kendi ağırlığımızı başkalarının omuzlarına yüklemekten kaçınmak olmalıdır.

Bu insanlığın en önemli erdemlerinden biridir.

Ferdiyettir.

Bireyselliği anlamak, sorumluluğu idrak etmek ve ardından gerekeni layıkıyla yerine getirmek yaşam prensibimiz olmalıdır.

Şahsiyetimizi ancak bunun üzerine bina edebiliriz.

Kişilik kazanmamız, hayata değer katmamız, kendimizi üretmemiz ve çevremize faydalı olmamız ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Hayat yandan yaşanmaz.

Yaşanmamalı.

İyilik nasıl bize ait ise ve bunu sonuna kadar sahipleniyorsak bizden sudur eden kötülükler için de aynı şey birebir söz konusudur.

Güzel şeyleri nasıl bir iştahla üzerimize alıyor ve bundan bir övünç payesi çıkarıyorsak kabahatlerimiz için yine aynı şekilde davranabilmeliyiz.

Olumlular bana, olumsuzlar sana gibi bir anlayış sakattır.

Hilelidir.

Dahası omuzlarımıza aldığımız taşınması mümkün olmayan ağır bir yüktür.

Unutmamamız lazım gelir ki, başkalarına yüklediğimiz yükler onlarda kalmaz.

Yansıttıklarımız bizimdir, başkasının değil.

Yaşadığımız çağın en sinsi davranışlarından birisi de sorumluluğu almamak, varsa bir kusur ve kabahat başkasının üstüne atmaktır.

Tedaviye uyumsuzluk bize ait olduğu halde şifa bulamamayı hekime yüklemek yanlıştır.

Ödevleri yerine getirmekten kaçınmak bizim uhdemizde olmasına karşın kötü neticeleri psikoloğa havale etmek aymazlık olur.

Kendisini makul ve mantıklı anlatamamak, dilin imkânlarından kâfi derecede yararlanamamak bizim mükellefiyetimiz iken ilişkide olduğumuz kişilere beni anlamıyorlar demek sınırı aşmaktır.

Çocuklarımızı irfanımızdan, töremizden yararlanarak büyütmekten kaçınıp ardından kendi zamanımızda bizim büyüklerimize gösterdiğimiz hürmeti onlardan alamamış olmaktan yakınmak havlu atmaktır.

Dostlarımız arasında olması gereken fıtri mesafeleri görmezden gelip kırıp attıktan sonra bunları yapmamış gibi beklentilere girmek, ardından derin acıların denizine kendini bırakarak atıp tutmak eşyanın tabiatına aykırı olur.

Dini hayatımız için yine benzer hususlar geçerlidir.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i anlamak için en küçük bir gayrete girmeyi göze almadan kulaktan dolma, nefsimizin hoşuna giden ve yalancı konfor sağlayan türlü malumatlarla içimizi, dışımızı doldurup bunların satıcılığını yaparak bir hayatı tüketip vahiyden rahmet ve feyz alamadığını söylemek düşünce çarpıtmasıdır.

Sevgili Nebi’mizin mübarek ve muhteşem örnekliği tüm berraklığı ile apaçık ortada dururken buna değil de kendilerini bize O’nun varisi olarak sunanların hâl ve tavırlarını tartmadan, ölçüp biçmeden, en minik bir sorgulamaya tabi tutmadan peşlerinden bir ömür gittikten sonra kandırıldım diyerek suçu onlara atarak sorumluluktan yırtma gayretleri beyhudedir.

Mevzu kültür açısından böyle olduğu gibi siyasi aidiyet bakımından da böyledir.

Akıl nimeti anlaşılamadığında ve bunun gereği yerine getirilmediğinde ne ile karşılaşacağımız kitabımızda açıkça beyan edilmişken bunları kulak arkası etmenin kabahati bizden başkasında değildir.

Debelenip durmak, başkalarına atıp tutmak anlamsızdır.

Kimsenin yükü kimsede kalmaz, evet.

Hakk divanında zerre miskal adaletsizlik görülmez.

Her şey tastamam yerine oturur, alacaklılar alacaklarını tahsil ederler, alırlar.

Bunda hiç şüphe yok.

Peki, bizim bizden alacağımız ne olacak?

Gönlümüzün bizden alacağı ne olacak?

Aklımızın bizden alacağı ne olacak?

İmanımızın bizden alacağı ne olacak?

Tamam, kimsenin kimseden alacağı kalmayacak ama bunları ne yapacağız?

Ya Selâm!