Kıbrıs’ta Rum kantosu
Kapsamlı bir çözüme ulaşılması amacıyla 12 Ocak 2017 tarihinde Cenevre'de düzenlenen ilk oturumla başlatılan Kıbrıs Konferansının yeni oturumu dün itibariyle İsviçre'nin Crans-Montana kentinde başladı. Konferansa Kıbrıs’taki Türk ve Rum liderler, Türk, İngiliz ve Yunan Dışişleri Bakanları, BM ve AB temsilcileriyle birlikte katılmışlardır. Konferansa geniş tabanlı ve yüksek düzeyde diplomatik temsilcilerin katılmış olması müzakerelerin önemini arttıran mühim bir nokta olmuştur. Bundan dolayıdır ki BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide yaptığı ilk açıklamada ‘İsviçre görüşmeleri son fırsat değil, en iyi fırsattır’ demiştir.
Ayrıca, gerek Rum ve Yunan liderlerin yaptığı açıklamalar ve gerekse de yabancı basında yer alan siyasi analizlere göre Rumların da bu görüşmeleri kendi görüşlerini dayatmak için bir fırsat olarak kullanmak istediklerini ortaya koymaktadır. Nitekim, İngiliz Financial Times ve Guardian gazetelerinde yer alan haberlere göre, İngiliz Dışişleri Bakanı Boris Johnson’un Rum-Yunan tarafının istekleri doğrultusunda garantörlük sisteminin kaldırılması için Türkiye’yi ikna etmeye uğraşacağı ifade edilmiştir. Bu çerçevede Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri varlığının kaldırılıp yerine AB veya BM komutası altında çok taraflı bir gücün güvenliği sağlayabileceği düşüncesi dile getirilmektedir. Ayrıca, AB temsilcilerinin bu doğrultuda yaptıkları açıklamalar da onların bu düşünceye yatkın olduklarını göstermektedir.
Yukarıda ana hatlarıyla belirtilen siyasi ortamdan da anlaşılacağı üzere Rum tarafı İsviçre’ye adil bir çözüm için değil kendi çalıp kendi oynayacağı bir Kanto icra etmek için gelmiştir. Bunun Türkçedeki karşılığı ise ‘bağcıyı dövmek’ ya da ‘havanda su dövmektir’. Esasen bundan önce vuku bulan 12-26 Ocak’taki görüşmelerden de bir sonuç çıkmamasında Rumların takındığı tek taraflı, bencil, uzlaşmaz ve fırsatçı tavırlar temel rol oynamıştı. Hatta Rumlar o kadar arsız ve pervasız hareket etmişlerdi ki tarihte ilk defa 15 Şubat’ta Rum Meclisinden, Rum okullarında Enosisi kutlama kararını resmi olarak çıkartmışlardı. Bir taraftan müzakereler devam ederken diğer taraftan Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlama kararının alınması Rumların kirli siyaset ve maskelerini hiç şüpheye mahal bırakmayacak bir şekilde ortaya koymuştur. Bu karanlık tablo Türk diplomatları ve Halkı üzerinde Rum siyaset ve diplomasisine yönelik oluşmuş olan büyük güvensizliğin perçinleşmesine sebep olmuştur. Bu olumsuz algı ve etkinin Türk Halkı tarafından unutulması pek mümkün değildir.
İlave olarak, gerek İngiltere’nin ve gerekse de AB ve BM’nin dillendirdikleri Türk askeri varlığının kaldırılması ve garantörlüğün sona erdirilmesi teklifleri gerçekle ne kadar örtüşmektedir. Yakın tarihe bakıldığında cevap ortadadır. 1964-1974 yılları arasında Rum tedhiş örgütlerinin, Rum polis ve askerlerinin gerçekleştirdikleri katliamlar BM Barış gücü ve AB ülkelerinin gözleri önünde olmamış mıydı? Daha yakın tarihe bakalım. 1995 yılında gerçekleşen Srebrenitsa soykırımı BM ve AB askerlerinin gözleri önünde cereyan etmemiş miydi? Ayrıca, yaklaşık yarım asırdır Kıbrıs’ta bulunan Türk askeri adanın düzen, güvenlik ve huzurunu korumaktan başka ne yapmıştır? Hangi asayiş ya da güvenlik problemine yol açmıştır? Bir örnek gösterilebilir mi?
O halde Rum tarafının; Türkiye’nin adada eşit ve adil bir yönetim taleplerini ve garantörlük ve güvenlik alanlarındaki kırmızı çizgilerini dikkate almayan Enosis temelli tek taraflı bir çözüm dayatma çabaları sonuçsuz kalacaktır. Ayrıca, BM’nin, bazı AB ülkelerinin ve İngiltere’nin hadsiz ve hesapsız Rum dayatmalarına destek vermeleri onları Rum amaçlarına alet etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Sonuç olarak, Kıbrıs’ta çözüm ancak eşitlik ve adalet temelinde iki kesimli bir idarenin kurulmasından ve de Türkiye’nin güvenlik ve garantörlük haklarının tanınmasından sonra mümkün olabilir.