KERKÜK’TEN GELİYORUM-1
27 Ekim 2008 tarihinde 15.Uluslararası Hazar Şiir Akşamları yapılmıştı. O yıl Türkiye’den ve Türk dünyasından otuz iki şair Türkün bu büyük toyuna, manevi kurultayına katılmıştı. Şairler arasında biri vardı ki diğerlerinden çok farklıydı. Farkı kimliğinden ya da kişiliğinden kaynaklanmıyordu. Farkı geldiği ülkeydi. Farkı; doğduğu, ekmeği- suyu ile büyüdüğü topraklarının işgal altında olmasıydı. Farkı, dünyaya gözlerini açtığı toprağının altından petrol fışkırmasıydı. Toprak altından fışkıran zenginlik ona mutluluk getireceğine, refah getireceğine acı, ıstırap ve gözyaşı getirmişti. Toprağın altındaki zenginlik emperyalist ve işgalci güçlerin iştahlarını kabartmış bin türlü hilye ve desise ile toprakları işgal edilmiş, işgalin sürdürülmesi, sömürünün devamlılığı içinde ülkesinin etnik ve mezhep ayrılıkları körüklenmiş, ülkesi adeta cehenneme çevrilmişti.
- Uluslararası Hazar Şiir Akşamları’na Kerkük’ten katılan Dr. Mehmet Ömer Kazancı’ydı. Türk dünyasının bu gönül gözlü, yüreği hazarlar kadar engin bir o kadar da dert yüklü şairini Hazar Şiir Akşamları Tertip Komitesi ona 15. Uluslar arası Hazar Şiir Akşamlarının Türkiye dışından katılan şairler adına açılış konuşması görevini vermişti. Kerküklü şair Dr. Mehmet Ömer Kazancı’nın yaptığı konuşma, törene katılanlara duygulu anlar yaşatmıştı.
27 Mart 2017 tarihinde emperyalist güçlerin taşeronluğuna soyunan, gözü dönmüş, Peşmergelerin bin yıllık Türkmen yurdu Kerkük’e bayrak astıklarını görünce Dr. Mehmet Ömer Kazancı’yı hatırladım. Arşivimde Dr. Mehmet Ömer Kazancı’nın “KERKÜK’TEN GELİYORUM” başlıklı konuşma metnini buldum. Virgülüne dahi dokunmadım yayınlansın istedim. İşte metin:
“Hazar Şiir Akşamları’na davetiyemi aldığım gün, içimde askerliğe çağrılıyorum gibi bir duygu kabardı. Nereden hazırlık görmeli diye bir ara şaşkınlıkla davrandım. Hazar kıyılarını, Elazığ’ı Harput’u haritalardan tanıyor, biliyordum. Anadolu ile Kerkük arasında, ikisinin de yıllardır sineye çekerek ilan edemedikleri, ilan etmeye gerek de görmedikleri derin bir sevgi vardı. Kerkük Anadolu’nun hem coğrafya hem tarih hem kültür bakımından bir uzantısıydı. Kısacası geldiğim yöre havasıyla, suyuyla, dağıyla, toprağıyla, gelenek ve görenekleri ile beni garipsemeyecekti. Ben de konuk olduğum Hazar’da kendimi kendi evimdeymişim gibi hissedeceğim. Ama yine de korku benzeri bir şey yüreğimde hep kıpırdıyordu. Bana bir türlü acı sezdiriyordu.
Türk dünyasının her yerinden Kazakistan’dan Kırgızistan’dan, Türkmenistan’dan, Azerbaycan’dan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden, Kosova’dan kısaca tüm bildiğim ve bilmediğim Türk dünyasından katılan soydaş şair kardeşlerimle bir araya geleceğim için çok mutluydum.
Tamam, tarihte bu soydaşlarımızla yan yana omuz omuza savaştık, soyumuzun bayrağını, ellerimizi birleştirerek gönderlere, göklere kaldırdık. Kanlarımızla zafer destanları yazdık. Üç kıtada devletler kurduk, medeniyetler yaydık. Bunları yaparken hep beraberdik. Kaynaşmıştık. Güzellikleri paylaşıyorduk. Biri birimizi öğretiyor, biri birimizden öğreniyorduk. Fakat bugün aramızda sınırlar var. Biz -özellikle biz- Irak Türkmenleri yıllarca Türk dünyasının sınırları dışında yaşadık. Hala da yaşıyoruz. Kollarımızı salayla sallaya değil, dilimizi rahat konuşarak değil, her şeyimize zincirlerin sıkıca vurulduğu buruk bir ortamda yaşadık, yaşıyoruz. Hep korku içinde, hep kuşku içinde hep baskı altında… Türk dünyası ile ilişkilerimiz tamamen kesikti. Ülkemizi şu veya bu nedenlerle ziyaret eden Türklerle- soydaşlarımızla- görüşenlerimiz casusluk suçu ile idam sehpalarına gönderildi. Türkçe olarak eğitim-öğretim görmekten mahrum edildik. Dilimizi hükümet dairelerinde konuşmaktan yasaklandık. Yeni doğan çocuklarımıza Türkçe adlar koymaktan yasaklandık. Peşimizde her zaman bizi takip edenler, adım adım izleyenler, hakkımızda rapor yazanlar oldu. Yazılan raporlar gizli istihbarat teşkilatına iletildi.