KAZAN YANMIYOR
Adının hatalı yazılmasına pek razı olmayan fakat daha sonra istemeyerek de olsa ortama uyan yakın tarihimizin enteresan bir şahsiyeti vardır; Yakup Kadri Karaosmanoğlu. 1920’lı yılların ikinci yarısında isimler üzerinde çalışma yapılıyordu. Sıra “Yakup” ismine gelmişti. Komisyonda bulunanlar “talimat” gereği “Yakup” olacak dediler. Komisyonda bulunan Yakup Kadri itiraz etti; “Benim ismim ‘Yakub’ olarak telaffuz edilmesi lazım. Hatta Tevrat’ta bile böyledir” dedi. Yakup Kadri, komisyonda bulunanları ikna edemedi. Konu daha “yukarıya” götürüldü. Verilen cevap şöyleydi; “Sana kim dedi böyle beynelmilel bir isim al diye, git ismini değiştir”. Böylece Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun isim meselesi “çözüme kavuşmuş” oldu. Yani Karaosmanoğlu ya “Yakup” olmayı kabul edecek veya başka bir isim alacaktı. Karaosmanoğlu “Yakup” şeklini kabullenmek durumunda kaldı.
Bu girizgâhı niye yaptık?
Yakup Kadri Bey, değişik zamanlarda farklı duruşlar sergilemiş bir şahsiyettir. Bu yazımızda bunlardan bahsetmeyeceğiz fakat şu kadarını ifade edelim; yakın tarihimizde doğruyu “söyleyebilme” cesaretini gösterebilen nadir şahsiyetlerdendir. Bahse konu “doğruların” hangi miktarda ve ne kadar müddetle” söyleyebildiği ayrı bir husustur.
Yakup Kadri, İkinci Meşrutiyetin ilanında etkili olan İttihatçıları yakından tanırdı. Balkan muharebelerine şahit olmuş ve Milli Mücadele döneminde bulunmuş bir kişiydi. Balkan muharebeleri ve bu muharebeler sırasında takip edilen siyaset o kadar berbat ve o kadar yüz kızartıcıydı ki, Cenab-ı Hak böyle bir zilleti bir daha milletimize yaşatmasın.
Karaosmanoğlu, İkinci meşrutiyetten sonra İttihatçıların takip ettikleri siyasetin resmi çok güzel çekmiştir. Şunları söyler; “İstediğiniz kadar meşrutiyeti getirin, istediğiniz kadar değişiklik yapın bu gemiyi yürütemezsiniz. Çünkü kazan yanmıyor. İdealsiz bir orduyu ne yaparsanız yapın düzeltemezsiniz”.
Günümüzün fotoğrafına benzemiyor mu?
İstanbul boğazının altından bir değil beş tane tünel geçirsen ne olur ki, kazan yanmıyorsa?
Her vilayete üniversite açtık. Her mahalleye üniversite açsak ne fark eder ki, ideal yoksa?
İdeal nasıl verilir?
Gençlerimize memleket sevgisi verebilsek, vatan sevgisini vermişiz demektir. Bedelli askerliğin “kalıcı” hale getirildiği bir vasatta vatan savunmasını “paraya” havale etmişiz demektir. İstikbalimiz olan gençlerimiz bedelli askerlik için sıraya girmişlerse, kusuru gençlerimizde göremeyiz tamamen herhalde.
Biraz eğitim sistemimize bakmamız gerekir. “Ali ata bak veya Oya yat yat uyu” fişleriyle başlayan bir ilk öğretim tedrisatı “çalışmak ibadet gibidir” ruhunu nasıl verecek?
İbadetin ne olduğunu acaba çocuklarımıza ne kadar verebildik mi?
Efendiler,
Kazan yanmıyor.
Önce kazanı temin edelim sonra kazanı yakalım.
İnsan yetiştirelim, insan.
İktidar sahibiyseniz insan yetiştiren kuruluşlara destek olamıyorsanız /olmuyorsanız bari engellemeyin.
“Kim engelliyor?” diye celallenmeyin hemen ve sakin olun.
İnsanları dinleyin.
Tekrar tekrar dinleyin.
“Nerede yanlış yaptık?” sorusunu sormayı tercih edin kendinize.
Yanlış yapmış olmanız veya olmamanız bir yana en azından bu soruyu tevcih edin kendinize.
Kişinin kendini sıygaya çekmesi, başkasına sorgulamasından daha seri ve objektif olur.
Tevazu hem iyidir hem de sürdürülebilir zemini oluşturur.