ACILAR içinde kıvranıyordu. Kendisini azabın kıskacına sıkışmış hissediyordu ve bir türlü bu cendereden kurtulamıyordu. Yeme ve içmeden kesildiği için iğne ipliğe dönmesine fazla bir zaman kalmamıştı.

ACILAR içinde kıvranıyordu.

Kendisini azabın kıskacına sıkışmış hissediyordu ve bir türlü bu cendereden kurtulamıyordu.

Yeme ve içmeden kesildiği için iğne ipliğe dönmesine fazla bir zaman kalmamıştı.

Yıllardır kendine kurduğu dünyanın konforundan uzaklaştığından yüreğini çölde yalnız kalıp kurumuş bir bitki şeklinde tanımlıyordu.

Burada bir abartı var mıydı derseniz hayır, yoktu.

Aynen tarif ettiği gibiydi.

Eskiden zevk aldığı şeylerin hiç tadı tuzu kalmamıştı.

Neşesi ise kuruyan bir gölün suyunu çekmesi gibi geri çekilmiş, toprağı kuruyup yarılmıştı.

Ne dışarıya çıkma hevesi kalmıştı ne de birileriyle oturup iki lafın belini kırma arzusu taşıyordu.

Önceleri sosyalleşmek adına ve sevabından ötürü namazlarını camide cemaatle eda ederken artık evinde bile zar zor kılabiliyordu.

Üstüne üstlük onu da zihnine üşüşen vesveseler sebebiyle şaşırıyor, rekatlarından tam emin olamıyordu. İçine sinmediği zamanlar tekrar etmekten de usanmıştı.

Kendisini küçüldükçe küçülmüş hissetmesine karşın bir yerlere de sığamıyordu.

Bir kafeye çay içmek için otursa bardağın sonunu getiremiyor, birden fırlayıp kendisini sokaklara vuruyordu.

Ne ki, çare olmuyor, derdine derman bulamıyordu.

Hayat böyle devam edebilir miydi?

Bu sürdürülebilir bir hal miydi, bundan da emin değildi.

Yani ne yere sığabiliyor ne de göğe yükselebiliyordu.

Kuşlara özenmeye başlamıştı.

Onları gözüyle takip ediyor kanat çırpışlarına özeniyor hatta yer yer rahatlamak için kendini onlarla özdeşleştiriyordu.

Biraz gönlünü böyle oyalasa bile akşam evine döndüğünde kırık kanepesine yorulan bedenini atıyor ama tam uyuyamasa bile biraz daldığında kısa süre sonra korkularla uyanıyordu.

Bitmeyen kabuslarla akraba olmuştu artık.

Öz bakım gerilemesi çok aşikar olduğundan gören herkes ne olduğunu soruyordu. Onlara cevap verecek takati olmadığından yanlarından çekip gidiyordu.

Kimisi ise depresyonda olduğuna hükmediyordu.

Bir gün daha önceleri birlikte oturup yarenlik ettiğimiz, tenha olduğu için adını 'Gizli bahçe' koyduğumuz parkın kuytu tarafında otururken gelip yanıma çöküverdi.

Tam bir yıkıntıya dönüşmüştü.

Belki de günlerdir ağzından lokma geçmemişti.

Ben kendisine 'Nasılsın, bu ne hal böyle?' dememe fırsat kalmadan 'Çöktüm ben' demişti.

O anlattı ben dinledim, ben anlattım o dinledi.

Çocukluğundan beri yakın ilişki içerisinde olduğu, en birinci dostum diyerek herkesle tanıştırdığı kişiden hiç beklemediği bir darbe yiyerek kopmuşlardı.

Telafisi zor acı bir kayıptı yaşadığı.

HEPİMİZ benzer kayıplar yaşıyoruz.

Tüm duygusal yatırımlarımız gün geliyor heba olup gidebiliyor.

Müflis bir tüccardan daha beter bir durumla karşı karşıya kalıyoruz.

Kendini toparladığında tekrar gördüm.

Bambaşka bir insan olmuştu.

Bireyselleşmişti.

Yalancı aidiyet bağlarını koparmış hürriyetini elde etmişti.

Anladım ki, doğru değerlendirildiği vakit kayıplar kazandırıyor.

Çünkü düşünmeye başlıyorsun.

Tek başınasın.

Hesap kitap yapmayı öğreniyorsun.

Ayıklamayı, ayrıştırmayı deniyorsun ve başarıyorsun.

Paketlenmiş ve sana dikte edilmiş hazır düşünce ve sahte inançları atıyorsun.

Daha önce senin için hayata yüklenen anlamların anlamsızlığını görüp kendine kendin değer katmaya başlıyorsun.

Düşüncelerini, fikirlerini, yanlış inançlarını ve buna bağlı olarak dost bildiklerin ile aidiyet bağlarını sorguluyorsun.

Manalandırıyorsun yeniden.

Yetkinlik kazanmaya başlıyorsun böylece.

Bu vesileyle kendinden yeniden doğuyorsun.

Kısacası değerli kayıpların sana kendi değerini hatırlatıyor ve doğru yönetebildiğin zamansa kazanıyorsun.

Acılar ve kayıplar kendi kaybolmuşluklarına merhem oluyor.

Şifa sunuyor.

Kopabilme yeteneğini geliştirebildiğin için sürüden ayrılan yalnız kurt oluyorsun.

Özgün ve özgür.

Ya Selam!