Haydarîliğin, Şeyh Kutbu’d-Dîn Haydar’ın kuvvetli mistik şahsiyetinin de etkisiyle daha XIII. yüzyıl ortalarından başlayarak bir yandan Orta Asya içlerine, oradan Hindistan’a yayılırken...
Haydarîliğin, Şeyh Kutbu'd-Dîn Haydar'ın kuvvetli mistik şahsiyetinin de etkisiyle daha XIII. yüzyıl ortalarından başlayarak bir yandan Orta Asya içlerine, oradan Hindistan'a yayılırken, bir yandan da Anadolu dahil, Irak, Sûriye ve Mısır'a nüfuz ettiğini kaynaklardan anlıyoruz. İbn Battuta'nın gösterdiği gibi, hiç şüphesiz XVII.Yüzyıla ortalarında, hatta XV. ve XVI. yüzyıllarda bile önemini hala koruyan Zave'deki büyük zaviyenin,bundaki payı önemli olmalıdır. Buradan yetişen halifelerin dört bir yana dağıldığını tahmin etmek zor değildir. Mesela Makrîzî kendi tabiriyle ' Haydariyye Fukarası' nın ilk defa 655/1257 yılından itibaren Suriye'de görüldüklerini, Dımışk'ta ilk zaviyelerini açtıktan sonra Mısır'a geçtiklerini haber vermek sûretiyle bu konuda bize önemli bir yardımda bulunmaktadır. İbn Battuta da, XIV.yüzyılın ortalarında bilhassa İran'da Horasan mıntıkasında Haydarilerin çok tanındıklarım belirtmektedir. XVII. yüzyılda bile İran'ın pek çok yerinde Haydarîhane denilen zaviyelere rastlandığını biliyoruz. I. Abbas zamanında (1588-1629) İsfahan'daki Çeharbağ Zaviyesi'nin şeyhliğini Baba Sultan Kalenderi yürütmekteydi. Aynı şekilde Kazvin'de de büyük bir Haydarîhane bulunuyordu. Haydarî şeyhleri genellikle Baba ünvanını taşımaktaydılar. bu unvan XII. asırdan başlayarak en fazla Tebriz havalisinde olmak üzere Güney Azerbaycan'da özellikle Haydarîler başta olmak üzere diğer Kalenderî zümreleri tarafından kullanılıyordu ki, bunlann büyük bir kısmı şairdi. İçlerinden pek çoğu Haydarîliğe mensup bu sûfîlerden Nefehatifl-Üns ve Nesayimü'l-Mahabbe benzeri kaynaklar oldukça geniş söz ederler. Biz burada yalnız, Baba Hoş geldi, Baba Dilenci, Baba Hasan-ı Türk, Baba Sarı Pulad, Baba Süngü vb. Türk ismi taşımakta olup hemen hepsi de XV. yüzyılda yaşamışlardır.Şeyhül-İslam Ahmed-i Camî-i Namıkî ve Camîlik Aslında Şeyh Kutbu'd-Dîn Haydar'dan bir nesil öncesine mensup bulunduğu halde, adını taşıyan tarikatın onunki kadar yaygın ve önemli olmaması sebebiyle, burada ele alacağımız Ahmed-i Camî-i Namıkî 'nin sûfî kaynaklarında pek yer almadığı görülmektedir. Bununla beraber kendisi, XI. yüzyılın sonlarıyla XIV.yüzyılın ilk yarısında yaşamış mühim bir şahsiyettir. Tam adıyla Ebû Nasr Ahmed b. Ebu'l-Hasan Camî-i Namıkî, XI. yüzyılın ünlü Kalenderlerinden Ebû Saîd-i Ebu'l-Hayır'ın halifelerinden biri vasıtasıyla tasavvufa yöneltilmiştir. Gençliğinde tam bir sefahet hayatı yaşayarak içki içtiği rivayet edilen Ahmed-i Cami'nin, sonradan tevbe ederek tasavvuf yolunu seçtiği belirtilir. Ebû Saîd'in, hırkasını vefatından sonra zaviyesine gelecek olan Ahmed-i Cami'ye verilmesini vasiyet ettiğini anlatan rivayet, onun Kalenderî telakkiler ve gelenekle bağlantısını ortaya koyuyor. Görebildiğimiz kadarıyla kaynaklarda Ahmed-i Cami'nin tarikatına dair hiç bir bilgiye rastlanmaması dikkat çekiyor. Bununla beraber, Camiler şeklinde onun adını taşıyan bir kalenderî zümresinin varlığını, sûfî kaynaklarının haricindeki başka kaynaklardan öğreniyoruz.
Şah Nimetullah-ı Velî Nîmetullahîlik: Şiî bir mutasavvıf olması yüzünden olsa gerek, Nefehatü'l-Üns ve Nesayimü'l-Mahabbe gibi kaynaklarda hayat hikayesine rastlanmayan Şah Nimetullah-ı Velî veya Nimetullah-ı Kirmanî 'ye mensup bulunan tarikatı da biz Kalenderîliğin kollarından saymak lazım geldiği kanaatindeyiz. Gençliğinde iyi bir tahsil alarak yetişen Şah Nimetullah veya Seyyid Nimetullah, hac için gittiği Mekke'de Şeyh Abdullah-ı Yafiî'ye mürid olarak tasavvufa sülük etmişti. Memleketine dönerken Mısır'da meşhur Şeyh Bedru'd-Dîn'in şeyhi Seyyid Şeyh Hüsevn-i Ahlatî ile görüşmüştür. Taraiku'l-Hakayık, Şah Nîmetullah'ın Mısır'da Kaygusuz Baba Zaviyesi'ndeki Kalenderî şeyhleriyle de teması bulunduğunu kaydetmektedir.