Kâinat Hak Üzere Yaratılmış, Mizan / Ölçü Hak Olarak İndirilmiştir

Abone Ol

Kur’ân âyetlerinde anlatılan “hak” kavramının çeşitli yönlerini anlatmaya devam ediyoruz.

Bu yazımızda “kâinatın / âlemlerin hak olarak yaratıldığı” ve “kâinata baştan başa hâkim olan ölçünün / mizanın Allah tarafından indirildiği” konularını işleyeceğiz.

Baştan şu gerçeğin altını çizmek isteriz:

İslâm’ın bizzat kendisi ilimdir, hikmettir, hakikattir. Ki bunu bir evvelki yazımızda da ifade etmiştik. Çünkü İslâm noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olan ve her şeyi -bizzat kendi yarattığı için- künhüyle bilen Allah’ın eseridir.

I- Kâinat Hak ile Yaratılmıştır

Kâinatta her varlık, hangi maksat ve gayeye göre yaratılmışsa o maksat ve gaye doğrultusunda en mükemmel haldedir. Bu, çok büyük bir hakikattir. Dolayısıyla kâinatta hiçbir varlıkta ve onların tâbi olduğu kanun ve kurallarda, maksadı doğrultusunda noksanlık, yanlışlık bulmak mümkün değildir. İşte bu büyük gerçek Kur’ân’da “kâinatın hak ile yaratıldığı” şeklinde haber verilir. İlgili âyetlerden bazıları mealen şöyledir:

“Biz, gökleri, yeri ve her ikisi arasında bulunanları ancak hakka ve hikmete uygun olarak yarattık...” (Hicr: 85)

“O, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yaratandır. Allah’ın “ol” deyip de her şeyin oluvereceği günü hatırla. O’nun sözü gerçektir. Sûr’a üflendiği gün de mülk (hükümranlık) O’nundur. Gaybı da, görülen âlemi de bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” (En’am: 73)

“Allah’ın, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmedin mi?....” (İbrahim: 19)

“Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden yücedir.” (Nahl: 3)

II- Hak, Hakikat, İlim ve Hikmet Kavramları

Kâinatın hak olarak yaratılmış olması; hak ölçüyle, hakikat / gerçek olarak, ilim ve hikmet üzerine bina edilmesi demektir.

Bundan dolayı da bütün kâinat baştan başa ilimlerin kaynağıdır. Nitekim bugün “tabii ilimler”, “müsbet ilimler”, “fennî ilimler” tabirlerini kullananlar bilerek veya bilmeyerek bu gerçeğe işaret etmiş oluyorlar.

Bütün bu gerçekler İslâmî literatürde “Sünnetullah” veya “Âdetullah” olarak ifade edilir.

Ne acıdır ki materyalist felsefenin 18. asırda pozitivizm adını almasından sonra, büyük bir sapkınlık şeklinde ortaya atılan “determinizm”in ilimlere metod seçilmesiyle; tevhidi ifade eden bu ilim ve hikmet âlemi, Allah’a ortak koşmaya yani şirke malzeme yapılmaya başlanmıştır.

Bu husus insanlığın saadeti adına korkunç bir çıkmazdır. Gerçek âlimler ilmin hakiki lisanını tespit ederek bu büyük gerçeği mutlaka ortaya koymalı ve bu sapkınlığa dur demelidir.

Okuyucularımız hatırlayacaklardır; biz yakın bir geçmişte “Günümüzdeki Metodoloji Anlayışının İlimlerin Kaynakları Üzerinden Tenkidi” adlı yazımızda ilmin üç kaynağından biri olarak “devasa kâinat kitabını” gündem etmiştik.

Evet; İslâm’ın kendisi ilim, hikmet ve hakikat; her şeyi bilen Allahü Teâlâ’nın tevhid üzere yarattığı cümle kâinat da ilim, hikmet ve hakikattir.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok ilmî hakikate dikkat çekilir. Fakat Kur’ân bunları bir fizik, kimya, biyoloji ya da tıp kitabı gibi dile getirmez; bu hakikatlere dair ipuçları vererek bunları vahdaniyete delil gösterir. Tabiatıyla da Kur’ân ve kâinat, bütün ilimlerin kaynağı olmuş olur.

Bilinmektedir ki Allah’ın âyet ve alâmetleri iki çeşittir. Biri mükellef tutulan varlıkların idrakine, akla ve tercihe hitap eden Kur’ân âyetleri, öteki de kâinatta hâkim olan ve asla değişmeden devam eden cebrî kanunlar yani kevnî âyetlerdir.

Kur’ân-ı Kerîm’de dikkat çekilen kevnî âyet konularından bazıları şunlardır:

Semanın ve arzın yaratılışı; dağların, arzın insanları sarsmaması için denge unsuru olarak yaratılması; suyun ve havanın kaldırma kuvveti; dünyanın mütevazı davranıp canlılara hazır hale gelmesi ve boynunu bükmesi; yağmurun yağması; kaynaklardan suların fışkırması; hayatın kaynağının su olması; farklı yoğunluktaki deniz sularının birbirine karışmaması demek olan viskozite olayı; bitkilerin çeşitliliği; rüzgârın esmesiyle meydana gelen tozlaşma ve böylece meyvelerin oluşması; deniz canlılarının rızık olması; dünyanın yuvarlaklığı ve dönmesi; yeryüzünün insan hayatı için özel hazırlanması; bulutların kat kat istif edilerek düzenlenmesi; yoğunlaşmış bulutlardan bir nevi elektrik akımını ifade eder tarzda şimşek çıkması ve yağmur oluşması ve daha niceleri… Sadece bu gerçekler üzerine araştırma yapılsa ciltlerle kitap yazılır.

Evet, kâinatta hak, hakikat, ilim ve hikmet cereyan etmektedir. Bu yönüyle kâinatın her yanı âyet / alâmetle doludur. Kevnî âyetlere işaret eden bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, yanlarına uğrarlar da onlardan yüzlerini çevirerek geçerler.” (Yusuf: 105)

III- Kur’ân-ı Kerîm İnsanları Âlem Üzerinde Tefekküre Sevk Eder

Kur’ân âyetleri ilmî gerçeklere parmak basarak insanı aklını kullanmaya, tefekkür etmeye sevk eder. Şu âyet-i kerîmeler bizi hem tefekküre hem de Allahü Teâlâ’nın kâinattaki ilim ve hikmetini düşünerek O’nu zikretmeye yönlendirir:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.

Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.” ( Âl-i İmran: 190 - 191.)

Yine Kur’ân’da aklını doğru kullanmayan kişiler için şu ifade kullanılır:

“Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, akıllarını (güzelce) kullanmayanları pislik içinde bırakır.” (Yunus: 100)

Bütün bunlardan anlaşılan kâinatın devasa bir kitap olduğu ve okunmayı beklediğidir. İmam Gazâlî varlıkların yaratılış hikmetlerini anlatırken önemli bir tespit yapar ve kâinatın, sınırlarını tespitte bile aciz kalınacak kadar geniş, uçsuz bucaksız yaratılmasının sebebinin insanları tefekküre sevk etmek olduğunu söyler.

IV- Kur’ân’da Ölçü ve Mizanın da Hak Olarak İndirildiği Haber Verilmiştir

Kur’ân-ı Kerîm, kâinatta cari olan mizanın yani “ölçünün de indirildiğini” haber vermektedir:

“Allah, hak olarak Kitab’ı ve mizanı indirendir…” (Şûrâ: 17.)

Görüldüğü gibi âyette mizan, yani ölçünün “Kitap” gibi indirildiği haber verilmektedir. Mizanın indirilmiş olması onun kâinattaki hayatî önemine işaret eder.

Gerçekten de ölçünün olmadığı yerde ilim de olmaz. Çünkü ilimlerin tâbi olduğu kaide ve kurallar ölçü ifade eder. Onun için kâinatın hak olarak indirilmesiyle ölçünün de indirilmiş olması tam bir ilmî bütünlük ifade eder.

Çünkü ölçü olan yerde ilim vardır. İlim olan yerde de hikmet aranır. Nitekim Kur’ân’da mahlûkatın bir hikmet ve hesap üzere olduğuna da dikkat çekilir.

Mesela Rahman Suresinde mealen şöyle buyurulur:

“Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.” (Rahman: 5)

Hesap olduğu yerde ilim vardır, ölçü vardır, fen vardır ve muhasebe vardır.

Bir hesapla hareket eden güneşin ve ayın dünya üzerindeki tesirlerini ve hayatın mümkün olmasında icra ettikleri rolü anlatan bir araştırma yapılsa, kitap hacmini fazlasıyla aşan malumat ortaya çıkar.

Kur’ân-ı Kerîm kâinattaki fıtrî kanunlara, ölçü ve hikmete dikkat çekmesinin yanında, insan fıtratının da bir ölçüye göre yaratıldığını ve bunun da bir ilim kaynağı olduğunu haber verir.

“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alâmetler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?” (Zariyat: 21)

Kur’ân-ı Kerîm kâinat gerçekleri ve insan fıtratıyla bir bütünlük halindeki mizan gerçeğine de işaret eder ve bu mizanın üç çeşit olduğuna vurgu yapar:

“Semayı yükseltti ve ölçüyü koydu. Ölçüde haddi aşmayın. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.” (Rahman: 7, 8. 9)

Dikkat edilirse bu üç âyette üç önemli ölçü anlatılmaktadır.

Bunlardan biri makro âlem dediğimiz gezegenler, yıldızlar ve galaksi sistemlerinde cereyan eden, ince hesaplar üzerine oturtulmuş kanunlar ve o kanunları cari kılan ölçülerdir. Bu, astronominin ve gök cisimlerini inceleyen diğer bütün ilimlerin konusunu teşkil eder.

İkinci ölçü, insana atfedilen, insanda olması gereken ölçüdür. Bu, hakkı aramakta kullanılan, düşünce ve tefekkürdeki ölçüdür. Bu âyette insanoğluna başı boş olmadığı hatırlatılmakta;  “Semada, kâinatta bir ölçü olduğu gibi, insan olarak sen de ilim ve hakikat ölçüsüyle hareket et!” denmektedir.

Üçüncü ölçü ise sosyal hayattaki, yani çarşı pazardaki, hak ve adaletle ilgili olan ve kul hakkına taalluk eden ölçüdür. Yani ölçü tartıda adaleti gözetmek, insanların hak ve hukukuna tecavüz etmemektir.

Bu üç çeşit ölçünün arka arkaya zikredilmesi, İslâm’da ve bütün âlemde cereyan eden ölçü bütünlüğünü ifade etmektedir. Bunun manası şudur:

İslâm hayatı ve kâinatı bir bütün halinde kuşatır. Mahlûkatı bölüp parçalamaz. Bu da Allah’ın varlığı ve birliği esasına dayanan tevhid hakikatinin bütün kâinatta, her yerde ve her şeyde, maddede ve manada hâkim olduğunu gösterir. İslam’ın dışında hiçbir din, inanç, dünya görüşü ve ideolojide böyle bir ölçü bütünlüğü bulmak mümkün değildir. İşte kâinatta hâkim olan hak ve hakikatten maksat, bu tevhid ölçüsüdür.

Ve bu bize aynı zamanda inkârcılığın, ateizmin, materyalist felsefenin, pozitivist sapkınlığın, çelişki ve kaos kumkuması olan şirkin ne kadar anlamsız, ne kadar bâtıl ve boş olduğunu göstermektedir.

V- Günümüzün Okumuş Yazmış Cahillerine İbretlik Bir Örnek

“Okumuş yazmış cahilliği” denen bir olgunun varlığı herkesin malumudur.

Günümüzde ne yazık ki okumuş yazmış olduğu, hatta akademisyenlikte zirve sayılan unvanlara yükseldiği halde kâinat gerçekleriyle bütünleşemeyen, dolayısıyla da yanlış ve çelişkiler içinde boğulup giden büyük bir kesim vardır.

Buna bir örnek de ilahiyatçı hem de “tefsirci (!)” Prof. Mustafa Öztürk’tür.

Girdiği bâtıl yolda “akademik düşünce hürriyeti” adı altında mukaddesatımıza yönelik yapılmadık hakaret bırakmayan bu şahıs -geç de olsa- Müslüman halkımızdan güçlü bir tepki alarak ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Ne çare ki hezeyanlarına gittiği yerde de devam etti ve son kertede “ahiret inancından mutmain olmadığını” söyleyecek kadar zıvanadan çıktı.

Burada bu şahıstan bahsetmemizin sebebi şudur:

Dört sene önce yine bu köşede, bu şahsın İslâm ve Kur’ân hakkındaki tahrifat dolu ifadelerine uzun bir yazı dizisiyle cevap vermiştik.

Onun, cevapladığımız iddialarından biri de “dinden bilim çıkmaz” manasındaki şu sözleriydi:

“Kur’ân, dinî - ahlâkî bir rehberdir, tabiatıyla ondaki dil dizgesi ilmî değil, dinîdir. Din dilinden bilim üretmeye çalışmak nafiledir...” [i]

İşte bu iddiaya cevap olarak “KUR’ÂN İLİM VE HİKMET HAZİNESİDİR” üst başlıklı 10 yazı kaleme almış ve bu yazılarda Kur’ân’daki ilmî mucizelere onlarca örnek vermiş idik.

Bu yazımızın konusuyla yakından ilgili olması dolayısıyla o yazıları tekrar tetkik etmek isteyen


[i] M. Öztürk, Kur'an Tefsir ve Usûlü Üzerine, Ankara Okulu Yayınları, s: 65.

[1] https://www.istiklal.com.tr/kuran-ilim-ve-hikmet-hazinesidir

https://www.istiklal.com.tr/kuran-ilim-ve-hikmet-hazinesidir-2

https://www.istiklal.com.tr/kuran-ilim-ve-hikmet-hazinesidir-3

https://www.istiklal.com.tr/kuran-ilim-ve-hikmet-hazinesidir-4

https://www.istiklal.com.tr/kuran-ilim-ve-hikmet-hazinesidir-5

https://www.istiklal.com.tr/kuran-ilim-ve-hikmet-hazinesidir-6

https://www.istiklal.com.tr/kuran-ilim-ve-hikmet-hazinesidir-7

https://www.istiklal.com.tr/kuran-ilim-ve-hikmet-hazinesidir-8

https://www.istiklal.com.tr/kuran-ilim-ve-hikmet-hazinesidir-9

https://www.istiklal.com.tr/kuran-ilim-ve-hikmet-hazinesidir-10