Kadınların Camide Hak Arayışı Ve Feminizm

Abone Ol

CAMİ / MESCİD HUKUKUNU VE ADABINI KORUMAK

Bu yazımızda önemine binaen mescit / cami hukuku ve adabını ele alacağız.

Son zamanlarda -hususiyle de Ramazanlarda- daha da yoğunlaşan cami hukuk ve adabını ihlal olayları, ne acıdır ki vahim bir hal almıştır.

Bu ihlaller camilerin maksatları dışında kullanılması, fizikî yapılarının ard niyetli kimi çevre ve kişilere hizmet edecek hale getirilmesi veyahut da camiye gelen insan unsurunun cami hukuku ve adabına riayet etmemesi gibi şekillerde tezahür etmektedir.

Neticede camilerdeki tevhid ve ihlas ruhu zarar görmekte; bu durum buralarda Allah’a huzur, sükûn, feyiz içinde ve itminan halinde ibadet etme imkânını darbelemektedir.

1- Cami / Mescit Hukuku ve Adabı Nedir?

Cami hukuku Allah’ın hukukudur.

Camilerdeki hukuki statüyü Allah belirler. Buna bağlı olan adabı da Hz. Peygamber (s.a.v.) açık ve net uygulamalarıyla göstermiştir. Bu husus bilinmeyen bir konu değildir, on dört asırlık uygulama ortadadır.

Cami hukukuyla ilgili iki ayeti mealen aktaralım:

“Şüphesiz ki mescitler Allah’ındır; o halde (oralarda) Allah ile beraber hiç kimseye ibâdet / dua / kulluk etmeyin!” (Cin: 18)

“Bir zamanlar Kâbe’nin yerini İbrahim’e şu şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada (kıyâma) duranlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için evimi tertemiz et.” (Hac: 26)

Kâbe’nin temizliğinde iki mana söz konusudur. Bunlardan birincisi mânevî temizliktir. Bu, Beytullah’ın her türlü şirk ve küfür unsurundan, puttan, simge ve sembolden arındırılması demektir. İkincisi olan, bildiğimiz maddî temizlik ancak bundan sonra gelir.

İşte Allah’ın evi / Kâbe için emredilen bu iki tür temizlik, Kâbe’nin birer şubesi olan bütün mescit ve camilerde de aynen geçerlidir.

2- Cami ve Mescitlerde Belli Başlı Hukuk ve Adab İhlalleri

Dini tahrif ve tahribin had safhaya ulaştığı günümüzde camilerdeki hukuku ihlal de bu tahrif ve tahribin bir parçası haline gelmiş durumdadır.

Camilerdeki hukuk ve adab ihlallerini dört başlık altında toplayabiliriz:

- Camilerdeki tevhid ve ihlas ruhunu ortadan kaldıracak boyuttaki ihlaller.

- Erkek ve kadın cemaatin riayet etmeleri gereken kurallarla ilgili ihlaller.

- Çocukları camiye alıştırma bahanesiyle yaşanan menfi durumlar.

- Hadislerle yasaklandığı halde “camilerde dünya kelamı etme” meselesinin çığırdan çıkmış ve önlenemez bir hal almış olması.

Bizi yakından takip eden okuyucularımız birinci sırada yazdığımız ihlale, yani camilerde başka dinlerin şirk ifade eden sembollerine müsaade edilmesi meselesine verdiğimiz önemi bilirler ve bu hususta onlarca makale yazdığımıza da şahittirler. Tekrara lüzum görmüyoruz. Ancak şu kadarını söyleyelim ki, başka dinlere ait semboller İslam’ın tevhid inancını ortadan kaldırır; açık bir akâid ihlalidir.

Diğer üç madde hakkında kısa kısa da olsa söyleyeceklerimiz var:

Camide Hak Arayan Kadınlar ve Feminizm 

Bunu söylemek üzücü olsa da, gerek yurt dışında gerekse yurt içinde, bir süredir kadınların ibadet etmenin ötesinde hesaplarla camiye geldikleri vakıalara çok sık rastlar olduk. Daha açık söylemek gerekirse, Allah’ın evi mesabesindeki camiler de feminizme malzeme yapılır hale geldi.

Önce şunu ifade edelim: Resûlullah (s.a.v.) zamanından beri Müslüman kadınların camiye gitmesi noktasında hiçbir problem yoktur. Hz. Peygamber bunun müsaadesini vermiştir. Ama kadınlar için “evlerinin daha hayırlı olduğu” kaydını da düşerek:

“Hanımlarınızın mescitlere gitmesine engel olmayın. Fakat evleri onlar için daha hayırlıdır.” 

Müslüman hanımlar dilerlerse gayet tabii olarak camiye giderler. Camiye giderken de camiden dönerken de kemal-i edep içinde kendilerini kem gözlerden korurlar; sokaktaki hal ve hareketlerine son derece önem verirler. Camideyken kendilerine tahsis edilen bölümde caminin hukuk ve adabına riayet ederek ibadetlerini ister ferdî olarak yaparlar ister vakit namazlarında erkek cemaat gibi imama tâbi olurlar.  

Cuma namazı kadınlara farz değildir. Bununla birlikte kılmalarında bir sakınca da yoktur.

Peki, o halde problem nedir, nerededir? Kimi kadın kurum ve kuruluşlarının camilerde sanki kendilerine ikinci sınıf Müslüman muamelesi yapılıyormuş gibi bir vaveyla kopararak güya “hak arayışına” girmelerinin sebebi nedir?

Bunun asla makul bir izahı olamaz. Bunun arkasında iyi niyet olduğunu düşünmek de mümkün değildir.

Camilerde kendilerine tahsis edilen alanlara razı olmayan, erkeklerle eşit olduklarını ispatlamak üzere neredeyse onlarla omuz omuza saf tutmayı, hatta onların önüne imam olmayı talep edecek kadar şirazesinden çıkan, mahremiyet ilkelerini hiçe sayan kadınların bu yöndeki hal ve hareketleri, mescit hukukunu ve adabını ciddi manada ihlal etmektedir.

Kuran ve Sünnette kadına verilen değer ortadadır. Kadın ana, eş, evlat veya kız kardeş olarak Allah’ın emanetidir, onları maddi manevi her türlü saldırıdan korumak erkeklerin vazifesidir. Ama erkeklere hadlerini aşma müsaadesi verilmediği gibi bu müsaade kadınlara da verilemez. Esasen bu bile onun haysiyetini korumaya yöneliktir. Elbette anlayanlar için…

Kadın, tesettürlü de olsa kem gözlerden, hain ve şehevi bakışlardan korunmalıdır.

Irzını korumak, bakışını korumaktan geçer; bu erkek için de kadın için de böyledir. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” (Nur: 30)

“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar…” (Nur: 31)

Bu hassasiyetin en fazla gözetilmesi gereken yer, elbette ki camiler olmalıdır.

Namahrem anlayışının sosyal hayattan uzaklaştırılmasının ağır faturalarını ödeye ödeye bitiremiyoruz. Bu kurala riayet edilen elimizde kala kala sadece camilerimiz kaldı.

Hal böyleyken Allah’ın evi olan mescitlerde İslami edebe uymayan pişkin davranışlarla bir nevi feminizm propagandası yapmaya kalkışmak nasıl hoş veya normal karşılanabilir?

Camilerdeki bu tür sahneler tabii değildir. Bunlar, dünya çapında uygulamaya konan İslam’ı rayından çıkarıp tahrif ve tahrip etmeye yönelik plan ve projelerin birer parçasıdır.

2019 yılında Paris’te gerçekleşen bir hadiseyle ilgili şu haberi dikkatinize sunmak isterim:

“Fransa'nın başkenti Paris'te ilk kez kadın ve erkeklerin birlikte namaz kılabileceği cami kapılarını açtı. Eva Janadin ve Anne-Sophie Monsinay adlı iki kadın namazda cemaate imamlık yaptı.

Kadınların imamlık yapması Fransa'da bir ilk. Amerika'da Amina Wadud 2005 yılında imamlık yapmaya başlamıştı. Danimarka, Kanada, İngiltere ve Almanya'da da daha önce kadınlar ilk kez imamlık yapmıştı.

Benzer bir proje üzerinde çalışan Kahina Bahloul de Müslümanlar için kutsal ibadet mekanları olan camilerde dini ritüellerden kadınların dışlanıyor oluşunu eleştiriyor. Bahloul'un Fatıma Cami adlı karışık ibadethane projesini hayata geçirme çalışmaları devam ediyor.” 

Bu satırlar bize meselenin nasıl uluslararası boyutta işlenen bir plan ve proje olduğunu göstermek için kâfidir. Yani camilerde kadınlarla ilgili bir sorun varmış gibi bir algı dış kaynaklıdır ve ne yazık ki içimizde de taraftar bulmaktadır.

Bu tarz hareketlerde kasıt aranmalıdır.

Kasıt olmasa bile, bu yöndeki eylem ve söylemler İslam’ı tahrifi gaye edinenlerin ekmeğine yağ sürmek olacağından, onların oyununa gelmek veya onlara asker olmak manasına da gelir.

Camilerde bu tip hareketler sergileyenlerin oraya ibadet maksadıyla değil, ajanlık faaliyeti gereği gelebileceği ihtimali de asla gözden ırak tutulmamalıdır.

Zamanımız hak ve batılın birbirine karıştığı, fitnenin masum birtakım bahaneler arkasına saklandığı çetin bir zamandır. Bundan kurtulmanın tek yolu, Kuran ve Sünnet’e sarılmak, daha geniş çerçevede edille-i şeriyye ölçüleriyle hareket etmektir.

Kadınlar bizim anamız, bacımız, eşimiz; her hal u karda namusumuz, haysiyet ve şerefimizdir. Onları maddi manevi her türlü nazar ve saldırıdan koruma mecburiyetimiz vardır. Ama kadınlığını öne çıkarmak suretiyle mescit hukukunu ihlal etmek; fitne fesatla camilerin mahremiyetini ayaklar altına almak hakkına hiç kimse sahip değildir.

Çocuklar ve Cami Adabı

Yüce dinimizde çocukları camiye alıştırmak elbette çok güzel bir davranıştır ve teşvik edilmiştir. Peki ama bu nasıl yapılacaktır?

Gayet açık: Onlara cami edep ve ahlakını tarif ederek, anlatarak, öğreterek, bizzat uygulayarak, gösterip benimseterek…

Camiye gelen çocuklar orada nasıl davranması gerektiğini bilmelidir. Cemaatin huşuuna zarar verecek hareketlerde bulunmamaları, bilhassa yüksek sesle konuşmaktan, aşırı hareketler yapmaktan sakınmaları hususunda uyarılmış olmalıdır.

Camiye oynamak için değil, ibadet etmek, namaz kılmak için geldiklerini bilmelidirler, Abdestli olmalı, erkeklerin arkasında saf olmalıdırlar.

Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) uygulaması böyledir.

Ama günümüzde böyle yapılmıyor.

Her şey gibi bu da çığırından çıkmış durumda. Sosyal medyada Çamlıca Camiinde çekilmiş bir video gördüm. Arkadan cemaatle kılınan namazın sesi geliyor, görüntüde ise aynı oyun parkında gibi koşan, zıplayan, takla atan, amuda kalkan, bağrışan çocuklar var. Açık ve net söylüyoruz: Bu manzara cami adabına kesinlikle aykırıdır.

Camilerin temiz tutulmasını emreden ayeti mealen yukarıda zikretmiştik. “Gürültü kirliliği” ve “görüntü kirliliği” tabirlerinin uzun yıllardır kullanımda olduğu bir vasatta, bu davranışların bu açıdan da ilgili ayete ters olduğu açıktır.

Çocukları oynatmak için yer aranıyorsa parklar bahçeler ne güne duruyor?

Cami kimsenin oyun alanı değildir. Hiç kimsenin camilerin şahs-ı manevisini ayağa düşürme hakkı yoktur.

Burada elbette sorumluluk çocuklarda değil, onların velilerindedir.

Onlara cami ve mescit hukukunu benimsetmek gerekirken “camiye alıştırıyoruz” bahanesiyle ortamı laçkalaştırmak büyük vebaldir. Bunun hesabı verilemez.

Camilerde Dünya Kelamı Konuşmak Fecaati

Mescitlerimiz maalesef namaz kılmaya gelen cemaatin dedikodusuna, dünyevi meselelerine, hatta gülüp şakalaşmalarına da sahne olur hale gelmiştir.

Mescitlerde yüksek sesle konuşmak doğru değildir, mekruhtur.

Ashâbtan es-Sâib İbni Yezîd (r.a.) anlatıyor:

Mescitdeydim, biri bana taş attı. Baktım Ömer İbni'l-Hattâb (r.a.) Yanına varınca bana:

- Git şu iki kişiyi bana getir! dedi. Gidip adamları getirdim. Onlara:

- Nerelisiniz? diye sordu.

- Tâifliyiz, dediler. Bunun üzerine:

- Eğer Medineli olsaydınız, Resûlullah’ın (s.a.v.) mescitinde sesinizi yükselttiğiniz için canınızı yakmıştım, dedi.

Hz. Ali’den gelen bir rivâyette ise Resûlullah (s.a.v.) “Ümmetim on beş hasleti / kötülüğü işlediği zaman başlarına belalar iner.” buyurmuş ve bunları teker teker saymıştır. Bunlardan biri de “mescitlerde (Allah ve Resûlü’nün istemediği) seslerin yükseldiği zaman”dır.

Normal şartlarda mekruh olan bir hareket, adet haline getirildiğinde, “küçük günahın tekrarının büyük günaha dönüşmesi” söz konusu olur. Yani cürüm ve isyana dönüşür.

Kısaca anlatmaya çalıştığımız bu sorunlara mutlaka bir çare bulunmalı, Allah’ın emrettiği, Resûlullah’ın uygulayıp gösterdiği gibi, cami ve mescitler yalnız Allah’a tahsisi edilmeli, başka maksatlarla kullanılmamalı, hele hele şeytana ve nefse açılan meydanlar haline getirilmemelidir.

Bu hususta biz müminlere düşen emr-i bil maruf nehy-i anil münker vazifesini yapmaktan da asla çekinmemeliyiz.

Bu kontrolsüz menfi uygulamalara göz yumulursa mescitlerimiz harap, milletimiz de tarumar olur; bizden söylemesi.