25 Kasım 1925 Tarihinde kabul edilen Şapka Kanunu, 28 Kasım’da Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Hala bu kanun caridir, geçerlidir. Şimdiye kadar hiçbir hükümet bu deli gömleğine benzeyen yasayı iptal etmeyi becerememiştir.
25 Kasım 1925 Tarihinde kabul edilen Şapka Kanunu, 28 Kasım'da Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Hala bu kanun caridir, geçerlidir. Şimdiye kadar hiçbir hükümet bu deli gömleğine benzeyen yasayı iptal etmeyi becerememiştir.
Şapka Kanunu basit ve geçiştirilebilecek bir şey değildir. Zira bu kanun ile 'benim devrimlerime uymazsanız sonunuz nice olur' denilerek hemem hemen her ilimizde acımasızca idam cezaları uygulanmış hatta yetmemiş gibi Erzurum'da şal satan Şöhret Ana'yı da idam etmişlerdir.
Maksat halka korku salmaktı ve bunu bir zavallı kadına şiddet uygulayarak başardılar. İslam'ın izzet ve şerefini bin yıldır kahramanca muhafaza eden bu millet, acımasız bir şekilde ezildi, hakarete uğradı. Şimdi kalkıp 'kadına şiddet uygulanıyor' diye bas bas bağırıyorlar. Fakat nedense ideolojik bir maksatla kadını idam edecek kadar acımasızca uygulayan tek parti yöneticilerine neden ses çıkarılmaz, işte bunu anlamak mümkün değildir.
Bir kış günü şapka devrimi çıkınca Erzurum ileri gelenleri şu kararı alır:
"Gidelim Hükümet konağının önüne, Vali Bey'e rica edelim. Kar da yeni yağmış. Kar 3-5 santim, bizim kulaklarımız üşüyor. Bahara kadar müsaade etsin. Şimdi arasak şapka da bulamayız zaten, nereden bulacağız?"
Daha kalabalık Hükümet konağının önüne varmadan kışkırtma için hazır bekleyen hafiyeler birkaç kişiyi kullanarak pencerenin camlarını taş atarak kırdırmışlar. İzmirli Vali Zühtü zaten fırsat kollamaktadır. Derhal Ankara'ya, Erzurum'da halkın isyan ettiğini telgrafla bildirir.
Halbuki bu durumu isyan olarak görmek en hafif deyimi ile vicdansızlıktır. Yahudi ve Hıristiyanların giydiği şapkayı, Müslüman Türk Milletine taktırmak aslında bir çeşit hakarettir. Düşünün bir kere Alman Milletine zorla sarık giydirmeğe kalkıyorsunuz. Nasıl bir tepki beklersiniz. Fakat harpten çıkmış binlerce şehit vermiş bir toplum yine de isyan etmiyor. Kalkıp Vali Beye derdini anlatmaya çalışıyor…
Dedik ya bu millete 95 yıldır deli gömleği giydirdiler. Sonrada karşımıza geçip kıs kıs güldüler. Hep hesap soran mevkide bulundular. Fakat nedense hiç hesap vermediler. Elbette bu normaldir. Çünkü deli gömleği giydirilmiş insanlara hesap verilmez, elbette…
Zaman geçirilmeden Erzurum'a İstiklal mahkemesi gelmiş ve hemen 'Örfi İdare' yani sıkıyönetim ilan edilmiştir. Emir üzerine halk, evlerindeki silahları getirip Örfi İdareye teslim etmişler. 2500 tüfek toplanmış bunu gören gazeteciler sormuş:
"Kaç mermi sıkıldı devlete karşı bu tüfeklerle?" Cevap gelmiş:"Hiç!"
O halde bu bir isyan değildir. Büyütülen olay, Erzurum'a İzmir'den gelmiş zalim bir valinin marifetidir. Vali Zühtü halka gözdağı vermek için bahane aramaktadır. Erzurum'daki bu derdini anlatma girişimlerine karşı acımasızca tedbirler alınır ve sıkıyönetim uygulamaya konulur.
Şehrin Garnizon Komutanı Tatar Hasan Paşa ve Vali'nin idam etme yetkileri vardır. Kafa kafaya verip bu işi kısa yoldan bastırmak için bazı idamlar gerçekleştirmek isterler. Sıkıyönetim ile birlikte akşam namazından gün ağarıncaya kadar sokağa çıkma yasağı getirilir. Erzurum Camileri haftalarca sabah ve yatsı namazlarında kapalı kalır. Düzinelerce insan evlerinden toplanır. Yakınlarını görmek isteyenler, okkalı bir dayak yedikten sonra gönderilirler.
Şapka kanununa karşı çıktı diye Divan-ı Harbi Örfi tarafından 21 kişinin idamı meydanlarda infaz edilir. Sadece 8 kişinin elleri kelepçeli olarak, Ankara İstiklal Mahkemesi'ne sevk edilir. Müftü Solakzade ise bu vahşi ve acımasız uygulamadan paçayı kurtarmıştır.
İdam edilenler şehrin meydanlarında akşama kadar sergilenirler. Teşhir edilen mazlumlara öldükten sonra da saygı gösterilmez. Tek atlı çöp arabaları bunları alarak dini merasim yapılmadan toplu mezarlara gömerler.
Buraya kadar tam bir terör uygulaması söz konusudur. Fakat bundan sonra anlatacağım husus günümüze dahi ışık tutacak derecede önemlidir. Çünkü gözün üstünde kaşın var gibi başının üstünde şapka yok diye acımasızca tatbik edilen idamlar bir kadına dahi uygulanır.
Şapka erkekler içindi. Peki kadın niye idam edilsin ki? İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır…
Çünkü inkılap kanunları uygulanırken kimsenin gözünün yaşına bakılmayacağı mesajı verilmiştir. O devirde şiddetin her türlüsü uygulanıyordu. Kadına şiddet ise Türk tarihinde hiç rastlanmayacak derecede ağır bir şekilde tatbik edilmekteydi.
Şalcı Bacı çuvala konulup o şekilde idam edilmiştir. Suçu nedir? Sıkıyönetime göre kanuna muhalefettir ama ya aslı nedir işin? Ana yüreğinin verdiği hassasiyet ile 'acaba çocuklarım kayboldu mu', 'hapse mi atıldı' gibi düşüncelerden kaynaklanan serzenişler...
Şapka yüzünden asılanlar arasında bir de kadının olması ne hazin ve ne gariptir. Tarihte emsaline az rastlanan bir durumdur. Şalcı Şöhret Kadın, Kasap Aziz'in anasıdır. Bir kadının siyaseten idam edilmesi herhalde adalet tarihinde ilk defa Erzurum'da vuku bulmuştur!
Bugün Ulusal basın dediğimiz devletten güdümlü İstanbul gazetelerinden Hakimiyet-i Milliye, Akşam, Tanin ve Cumhuriyet gazetelerinin hiçbiri bu olayı yazmadılar. Hala da bu insanlık dışı cinayetleri millete duyurmamakta ısrar eden benzer anlayıştaki basınımıza yazıklar olsun.
Savaş senelerinde bu milletin başına gelen felaketler ve sıkıntılar çocukları erken yaşta delikanlı etmiş kadınlara erkek gibi oturup kalkmayı öğretmiştir. Bir baba gibi çoluk çocuklarına sahiplik etmeye mecbur olan bu kadınlarımızdan Şalcı Şöhret Kadın da yetim balalarına bakmak için el işi şal örüp pazarda açtığı sergide satardı. Vilayete doğru yürüyüş yapıldığı olay günü gelip haber vermişler ki: "Şöhret Kadın, senin oğlanlar hükümeti taşa tutuyor, git onlara sahip çık!"
Şöhret Ana, bohçasını kapıp dışarı fırlamış. Hükümet konağının önüne geldiğinde bakıyor ki, asker bir sıra, zabitler bir sıra, millet bir sıra birbirlerine sert sert bakıyorlar. Şöhret Ana yetimlerini kalabalığın arasında göremeyince, jandarmaların onları alıp götürdüklerini sanmış ve köpürmüş.
Bağırarak bohçasındaki takunyaları çıkarmış zabitlere fırlatmış. "Şapkanıza bilmem ne edeyim! Nerde benim balalarım?" diye de memurların şapkalarına sövmüş. İşte Şalcı Şöhret Kadın'ın suçu bu kadar. Yetimlerini koruma içgüdüsü, ana yüreği, din gayreti ve bunun sonucunda ettiği birkaç söz. Fakat işte böyle bir söz sonucunda bir insanı hatta bir kadını idam edecek kadar gözü dönmüş yöneticiler var ve bunlardan hesap sormayı 95 yıl geçtiği halde cesaret edemeyen insanlarımız var.
Her ne ise… Yirmi erkekle birlikte onu da idam sehpasında asarak idam ettiler. Yalnız Şalcı Şöhret Ana, kadın olduğu ve idamın çok iğrenç bir infaz şekli olmasından dolayı beyaz un çuvalı ile astılar. Yıllar sonra yakında ölen Çetin Altan bu acı olayı da sütununa taşımaya cesaret ederek şunları itiraf etti:
"Ben Tatar Hasan Paşa'nın torunuyum. Dedem Erzurum'da şapka yüzünden bir kadını, Şalcı, Şöhret Kadın'ı idam etmiştir maalesef. Orada on beş kişi şapkaya karşıyız diye yürüyor. O kadın da idam edilirken -ula uşaklarım, ben zaten hatun kişiyim, neden şapka giyeyim?- diye bağırıyor. Bu üzücü bir sey!" Düşünebiliyor musunuz? El işçiliğiyle yünden şal-çorap ören ve bunları çarşıpazarda satarak iki yetimine de bakan bir kadın. Hükümet konağının önüne geldiğinde camların kırıldığını görmüş, ansızın gelişen arbedeye şahit olmuş. Yetim çocuklarının da tutuklandığını zannetmiş. Dik dik bakan zabitlere sövmüş. Tatar Hasan Paşa'nın bir işaretiyle tutuklanmış. Kadın sehpada feryat ediyormuş:
-Uşaklarım ben bir kadınım da, şapkayla ne alakam olur?
diye bağırsa da topluluğu devlet kuvvetlerine karşı tahrik ettiği isnadıyla ikinci gün başına geçirilen bir un çuvalı içinde sehpaya çıkarılıp idam edilmiş'.
Savcı Eğinli İbrahim Ethem tutuklanan ve idam edilmesi beklenen çok sayıda masumu çeşitli hukuki gerekçelerle kurtardığı söylenir yoksa mesele yirmi bir kişiyle kalmayacaktı. Çetin Altan'ın dedesi Merkez Jandarma Komutanı Tatar Hasan Paşa ise Erzurum'da şapka inkılabının Vali Zühtü'den sonraki başkahramanıdır. 21 can asıldıktan, üç faili meçhul ve yedi kişi Sinop'a sürgün gönderildikten sonra Tatar Hasan Paşa kaybolup gitmiştir. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Berlin'de unutulduğu ve öldüğü söylenir.
Toplu mezarlar 13 sene sonra açılarak naaşları sahiplerine iade edilir. Şalcı Bacının kasap oğlu ne yazık ki korkudan anasının naaşını almaya gelemez. Nihayetinde toplu mezarlardan çıkarılan idamlıklar aradan 13 yıl geçtikten sonra dini merasimleri yapılarak Tuzcu köyündeki mezarlığa defnedilirler.
Şöhret Ana'nın iadeyi itibarlarını sağlamak için bu yazıyı tekrar yazmam gerekiyor zira defalarca gazete ve dergilerde yayınlanmasına rağmen herhangi bir girişimde bulunulmadı. Demek ki daha çoook uğraşmak gerekiyor.
Bu arada 'kadına şiddet' adı altında eşcinselliği ve bilumum sapık anlayışı meşrulaştırmak isteyen ve Ankara'da tezgahlandığı halde İstanbul Sözleşmesi adı altında kanunlaştırılan ve nihayet iptal edilen bir projeyi de hatırlatmak gerekiyor.
Canımız kızlarımızı en kutsal meslek olan annelikten soğutup yuvalarından çıkarıp aç kapitalist kurtların arasına salan örgüt ve derneklerin de kulağını da çınlatmak isterim. Eğer onlarda kadın hakları konusunda samimî iseler Şalcı Ananın itibarını iade için çalışsınlar. Yoksa yalancılıkları ortaya çıkar. Fransızlar, Jeanne d'Arc'ı ateşte yaktıktan sonra bir millî kahraman olarak ilan ettiler. Biz ne yaptık? Şalcı Ana gibi zavallı kadınlarımızı bunca yıl geçtiği halde hatırlamak bile istemedik.
Bu konuları ibret almak için çok konuşmalı ve tartışmaya açmak zorundayız. Çünkü hala gerçek kahramanlara hain, zalimlere ise kahraman adını veriyoruz. Böyle bir durumu kabul etmek 21. Yüzyıl insanı için en hafif bir ifade ile ayıptır. Bu ayıba bir son vermek gerektir, vesselam...