İyi bir roman üzerine notlar

Bundan evvelki iki yazımda Bahadır Yenişehirlioğlu’nun Kara Güneş romanından ibretlik sahneler sunmuştum. Romanın boşluk ve eksikleri olduğunu, bunu sonraki yazılarda göstereceğimi söylemiştim.

Hemen belirteyim ki tahsilim edebiyat üzerine olmasına rağmen ben bir roman münekkidi değilim. Bu başlı başına bir ilimdir ve yılların emeğini îcâp ettirir. Bu yüzden muhterem yazarımız şâyet bu yazıları okursa bize kırılmasın, haddimizi aşmakla suçlamasın. Yazacaklarım bir tenkidden ziyâde beklentilerimdir. Şimdi başlayabiliriz sanıyorum.

1-Romana niçin Kara Güneş ismi verildiği güçlü bir şekilde hissettirilmemiş. Roman boyunca bu hususta en küçük bir işâret yokken sondan bir önceki sayfada (s.254) birdenbire karşılaşırız “kara güneş”le.

Züleyha, Ebubekir’in kendisine yönelmesi üzerine ona doğru bir hamle yaptı, yüzü tan yeri gibi aydınlanmıştı o an.

Kadir bu aydınlanmayı fark ettiğinde bütün dünyadan gözünü çekti, kimseyi görmez oldu.

Güneş kara bir güneşe dönüştü.

Evet, işte hepsi bu… Romana isim olabilmek için çok zayıf bir kurmaca.

Halbuki ben roman boyunca şunu bekledim: FETÖ’cü Hasan öğretmen talebelerine kendisini ve Pensilvanya sâkinini güneş gibi gösterecek ve romanın sonlarına doğru hakîkati anlayan talebeler onları “kara, karanlık bir güneş” olarak değerlendirecekler. Maalesef bu imkân telef edilmiş.

2-Yazar, hâdiselerle okuyucu arasına çok fazla girmiş. Oysa iyi romanda bu asgarî seviyede olur veya hiç olmaz. Yazar ortada görünmez ama ne söylemek istiyorsa okuyucu bir şekilde onu anlar. Bunu, söylemek istediklerini kahramanlara söyleterek ve mesajı kişiler arasındaki münâsebetlere ustaca yerleştirerek yapar. Yazarın kişilerin içinden geçenleri bilmesi de elinde büyük bir imkândır. Ama yazarın devreye girerek ders vermesi ilk roman örneklerimizde görülen acemi işi vaziyetlerdir. Ahmet Mithat Efendi’nin “Vapur dedim de aklıma geldi.” dedikten sonra sayfalarca vapur hakkında ansiklopedik bilgi vermesine çok rastlanırdı. Aslâ kötü niyetli değildi. Gâyesi cemiyeti bilgi sâhibi yapmaktı. Kezâ Nâmık Kemâl’in de hâdiselere ara verip okuyucuya bilgi verdiği yerler çoktur. İlk denemeler olduğu için onlar mâzur görülür. Ama hâlâ bu minval bir yazış kusurlu sayılır.

Birçok örnek verilebilir ama mesela 130. sayfadaki şu kısım:

“Ben,” dedi. Gerisini getiremedi.

Söylemek istediği şuydu aslında:

(…)

İyi bir romanda “Söylemek istediği şuydu aslında” diye bir cümle olamaz. Bundan sonrasında yazar sözü kendisi alıyor ve uzun uzun kahramanın ne söylemek istediğini anlatıyor. Yenişehirlioğlu gibi usta bir yazar bunu yapmamalıydı diye düşünüyorum. Eser, evet, tezli romandır; ama yazarın ikide bir araya girmesi tez’i de zayıflatır. Hattâ bu keyfiyet, romanı “ısmarlama roman” suçlamasıyla muhatap kılar.

3-Romanda hâdiseler kronolojik olarak seyretmiyor. Başlangıç Manisa’nın bir köyünde çocukluk yılları, final 15 Temmuz gecesi… 43. sayfaya kadar Manisa köy hayatı. 15 Temmuz hadisesiyle ilk defa 43. sayfada karşılaşıyoruz. Bundan sonra ikisi arasında gidiş gelişler şeklinde devam ediyor. Yazar belki de sıkıcılığı ortadan kaldırmak niyetiyle böyle yapmıştır. Son sahne de tabii olarak 15 Temmuz Boğaziçi Köprüsü… Biz Ebubekir’i birdenbire köprüde görürüz. Bir anda darbecilere karşı mücâdeleye başlamıştır. Boşluk şu: Ebubekir darbecilere karşı bu derece mücâdele edebilecek şuûru ne ara ve hangi hayat safhalarından geçerek kazanmıştır, belli değil. Bu hususta elimizdeki tek ipucu babasının bir Erbakan muhibbi olduğu ve Erbakan’ın konuşmalarını ezberlercesine dinlemesidir. Bu hâli onu Fetöcü olmaktan korumuş ve muhtemelen çocuğunu da bu sâyede şuurlandırmıştır. Fakat köydeki bir iki diyalog ve sahne dışında bir bilgi yoktur bu mevzûda. Meselâ üniversite hayâtında nerelerde kalmış, hangi dernek ve vakıflarda bulunmuş, nasıl bir fikir ve mücâdele hayâtı yaşamış? Okuyucunun zihni bu hususlarda boşluktadır. Onu bir “külliye”de görüyoruz ama orada yetişmiş bir insan olarak buluyoruz. Köy ile “külliye” arası yok. Amerikalarda okumuş bir genci 15 Temmuz darbecilerine karşı ölümüne mücâdele edecek noktaya ortaokul bilgi ve tecrübeleri getirmiş olamaz herhâlde… İşin bu cephesi anlatılsaydı yeni yetişen gençliğe de iyi bir mesaj olurdu.

4-Fetö’ye kapılmamak için tek imkânın Erbakan’ın izinde gitmek gibi gösterilmesi bu örgüte taa baştan beri tavır koymuş diğer kişi ve dînî yapılara haksızlık olmuş.

5-Romanı bitirdiğimde içimde uyanan “Biraz aceleye gelmiş.” hissinin sebebini tam bilemedim.

6-Eseri birçok kişiye okuttum, okutmaya da devam edeceğim inşaallah.

Lâf uzadı… Bir iki husus kaldı. Devâm eder miyiz? Bakalım.