Son zamanlarda boy gösteren bid’atçı, tahrifatçı, modernist ve reformistlerin ortak noktalarından biri, İslam’ın / Kur’ân’ın sorgulanmasını hararetle teşvik etmeleridir. Bunların Hz. Peygamberin (s.a.v.) sünnet ve hadislerini inkâr etmeleri de İslam’ı / Kur’ân’ı rahatça sorgulayabilmek içindir. Zira sünnet ve hadisler devrede olduğu müddetçe bu bedbahtlar Kur’ân’ı saptıramazlar.

Son zamanlarda boy gösteren bid'atçı, tahrifatçı, modernist ve reformistlerin ortak noktalarından biri, İslam'ın / Kur'an'ın sorgulanmasını hararetle teşvik etmeleridir. Bunların Hz. Peygamberin (s.a.v.) sünnet ve hadislerini inkar etmeleri de İslam'ı / Kur'an'ı rahatça sorgulayabilmek içindir. Zira sünnet ve hadisler devrede olduğu müddetçe bu bedbahtlar Kur'an'ı saptıramazlar. Dolayısıyla sünnet / hadisler onların önündeki en büyük engeldir.

Esasen dini / Kur'an'ı sorgulama yaklaşımı, bir müsteşrik metodudur. Bu tuzağa düşenler, cüce akıllarıyla, Allah'ın vahiyle sabit yüce dinini ve yine onun kelamı olan Kur'an'ı yargılama yoluna girmiş oluyorlar. Bu batıl yaklaşımın sonu, ister istemez 'Aklıma uyarsa alırım, uymazsa kabul etmem' hezeyanına varır. Bu yolla sağlam bir iman elde etmek asla mümkün değildir. Zira bu yol, İslam'a / Kur'an'a şüpheyle yaklaşmak demektir. Şüpheyle karışık imanın geçerli olmayacağı ise temel bir akaid hükmüdür. Onun için bu tiplerin durumu, küfürle iman arasında gidip gelmekten ibarettir. Halbuki Cenab-ı Hak hakiki müminleri anlatırken, onların 'iman ettikten sonra şüpheye düşmediklerini' haber vermektedir:

'İman edenler ancak, Allah'a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.' (Hucurat: 15.)

İmandaki şüphe ise, kişinin istikrarsız bir şekilde imanla küfür arasında gidip gelmesine sebep olur. Şu ayet-i kerime böyle olanları anlatır:

'İman edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkar edenleri, sonra da inkarlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecektir.' (Nisa: 137.)

Âyette bahsi geçenlerin böyle bir akıbete uğramalarının sebebi, Allah'ın kitabına şüphe ve tenkit gözüyle ve de şartlanarak bakmalarıdır. Onun için Allah'ın kitabındaki hikmetleri kavrayamazlar. İman, kayıtsız şartsız teslimiyet gerektirir.

Allahü Teala hakiki müminlerin iman ettikten sonra istikrar sağlamalarını ve imanlarını daha da kökleştirmelerini ister:

'Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.' (Nisa: 136.)

Tefsirde bu ayet-i kerime hakkında şu ifadeler yer alır:

'… 'Ey iman edenler' Buradaki hitap bütün Müslümanlaradır. 'Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin!' Bu imanınız üzere sebatkar olun ve imanınızda devam edin. İmanınızı güçlendirin ve ona olan teslimiyetinizi sağlamlaştırın.' (Ruhu'l Beyan, c. 2, s. 326.)

Görülüyor ki tefsirde imanın sebat üzere devamına, güçlendirilmesine, teslimiyetin arttırılarak sağlamlaştırılmasına vurgu vardır.

Sorgulama ne bu ayette ne de başka herhangi bir ayette, müminin -imanı söz konusu olduğunda- takınacağı bir tavır olarak gösterilmez. Onun için İslam'ı / Kur'an'ı reformist bir zihniyetle sorgulamaya, yargılamaya çalışanlar, büyük bir bedbahtlığa sürüklenmektedirler. Bu yazımızda dinimizi, Kur'an'ımızı sorgulamaya çalışanları biz de kısa bir sorgulamaya tabi tutacağız.

1- SORGULAMA KAVRAMININ MANA VE MAHİYETİ

Sorgulamak, emin olunamayan konular üzerine düşünmek, kendi kendine soru sormak demektir.

Bir hukuk terimi olarak ise 'suç niteliğinde bulunan bir sorun üzerine, ilgili bulunanlara soru sormak' anlamına gelir.

Bir konuyu değerlendirirken o konuya uygun kelimeleri seçmek, meseleye ilmî ve isabetli yaklaşımın olmazsa olmaz şartıdır.

Peki, şimdi şu soruya cevap arayalım:

İslam ve Kur'an söz konusu olduğunda 'tefekkür etmek', 'hikmet aramak', 'itaat etmek', 'teslimiyet göstermek' gibi hem ihtiyaca cevap veren hem de teşvik edilip, sevap vaad edilen ameller varken; 'şüphe', 'şaibe', 'suç', 'suçlu' gibi manaları çağrıştıran bir kelimeyi kullanmanın lüzumu nedir? Neden bu 'sorgulama' kelimesi tercih edilmekte ve kullanımı teşvik edilmektedir?

Cevabı belli: Böyle bir sorgulamanın sonu yargılamak, yargılamanın sonu da mahkûm etmektir. Dinde reform sürecinin işleyişi için bunun nasıl bulunmaz bir nimet (!) olduğu açıktır.

İslam'da / Kur'an'da hata ve kusur aramak gibi bir yaklaşım, samimi ve sahih imanla bağdaşmaz. Bu, imana zarar veren peşin ve şartlı bir yaklaşımdır; ilimdeki objektiflik ilkesine de tamamen aykırı ve maksatlıdır.

Hakiki iman sahibi kişi, Kur'an'a hata arama mantığıyla yaklaşamaz.

Kur'an'da hata arama ve Kur'an hakkında peşin hükümlü olma tavrının ilk ve en ibretlik örneğini Mekke müşriklerinde görüyoruz. Onlar Kur'an'ın hikmetlerini görmek yerine, toptan inkara giderek onu 'esatirü'l evvelîn / evvelkilerin masalları' (Kalem: 15, Nahl: 24, En'am: 25) diyerek reddetmeyi tercih etmişlerdi.

Ne büyük bir çelişkidir ki İslam'ı ve Kur'an'ı sorgulamaya ve netice olarak da yargılamaya kalkışanların büyük çoğunluğu 'Biz Kur'ancıyız' diyenlerdir. Bunlara şunu sorarız: Kur'an'da, Kur'an ayetlerini ve İslam'ı sorgulamayı emir yahut teşvik eden tek bir ayet gösterebilirler mi?

Allahü Teala kullarından Kur'an-ı Kerim'i sorgulamalarını değil, onun üzerinde düşünüp tefekkür etmelerini, hikmetlerini araştırmalarını ve ondaki harikulade bütünlüğü görmelerini ister:

'Hala Kur'an'ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.' (Nisa: 82.)

Evet, Kur'an'da asla çelişki yoktur. Onda hata arayanlar da avuçlarını yalarlar. Bugünkü tahrifatçı, reformist ve oryantalistlerin selefleri imkansıza cüret ederek Kur'an'a nazire yapmaya çalışmışlar ama her seferinde rezil rüsva olmuşlardı.

Kur'an'ın bu husustaki meydan okuyuşu, indiği dönemde olduğu gibi, tarih boyunca devam etmiş ve bugünden kıyamete kadar da devam edecektir.

Bazı tahrifatçılar çocuk kandırır gibi, bu sorgulamanın tahkikî imana kavuşmak için bir yol olduğunu ileri sürüyorlar. Bu, apaçık bir saptırmadır. Tahkikî imana ermenin yolu sorgulamak değil, tefekkür ve teslimiyettir.

İslam alimleri eserlerinde bu gerçeği bir formül gibi şöyle izah ederler:

Şartlarına uyularak yapılan tefekkür marifet ilmine, yani Allah'ı bilmeye sebep olur. Marifet ilmi ise muhabbetullah / Allah sevgisi neticesini hasıl eder.

İşte imanın taklitten tahkike geçmesinin yolu budur. Merak edenler konunun tafsilatı için İmam Gazali'nin İhya'sının 4. cildindeki 'Tefekkür' bahsine müracaat edebilirler.

Sorgulamayı tahkikî imana giden yol olarak gösterenler, acaba 'tefekkür'ü, 'itaat'i, 'teslimiyet'i duymamışlar mıdır?

Elbette duymuşlardır. Ama Kur'an'a şaşı bakmayı tercih ettikleri için bu kavramları kullanmak istemezler.

Burada bir gerçeğe daha parmak basmak gerekir:

Elbette ki hayatta sorgulama mantığıyla yaklaşılması gereken sahalar da vardır. Toplumda genel kabul gören ve fakat Kitap ve Sünnet'e ters bazı uygulamalar ve batıl inançlar gibi…

Mesela Kur'an-ı Kerim'de müşriklerin, atalarının dini olan putperestliği bırakmak istememeleri şöyle anlatılır:

'Onlara (müşriklere) 'Allah'ın indirdiğine uyun' denildiği zaman onlar, 'Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız' dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?' (Bakara: 170.)

Bu ayet-i kerime ile Cenab-ı Hak onları tenkit etmekte ve atalarının putperestliğini sorgulamalarını istemektedir.

Yine mesela Kur'an'da 'fasığın haberinin araştırılması' emredilmektedir. (Hucurat: 6.)

Ama Kur'an'da sorgulama anlamına gelecek bütün yönlendirmeler 'batılın, putperestliğin, şirkin, yanlışın, haksızlığın iç yüzünü araştırıp ortaya çıkarmak için' dir. Haşa Allah'ın indirdiği dini ve kitabı sorgulamak diye tek bir emir veya tavsiye yoktur. Kur'ancıyız diyenlere bu büyük gerçeği hatırlatırız.

2- 'TEFEKKÜR VE TESLİMİYET'LE 'SORGULAMA' ARASINDAKİ FARK

İslam / Kur'an, vahdaniyet ve risalet delillerini apaçık sunmak suretiyle insanları imana davet eder. Bu delilleri gören insan bir nefis muhasebesi yaparak, hem kalbini hem de aklını çalıştırarak İslam'ın ve Kur'an'ın hak olduğunu tasdik eder. İman ettikten sonra da bu yüce dinin ve Kur'an ayetlerinin hikmetlerini tefekkür etmeye başlar. Öğrendiği emirlere itaat eder, yasaklardan kaçar. Her konuda Allah ve Rasûlüne teslimiyet gösterir. Anladığı gerçekler ışığında imanını kemale erdirir. Aklının ermediği, ilminin ulaşamadığı noktalarda da bir muhakeme yürüterek gayba iman etmek suretiyle imanda bütünlüğe ulaşır.

O muhakeme şudur:

'Aklımın erdiği meselelerde İslam'daki mükemmelliği anlıyorum. Aklımın ermediği meselelerin de Allah'tan olduğunu biliyorum. Mademki hepsi Allah'tandır; o halde hepsini tasdik ediyorum. Çünkü aklımın sahasına giren meseleler de, bu sahayı aşan meseleler de 'Muhbir-i Sadık' ve 'Rasûl-i Emin' olan Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından tebliğ edilmiştir, hepsi de haktır ve gerçektir.'

Tam da bu noktada mümin kardeşlerimize Kur'an'ın lafız ve mana olarak Allah kelamı ve Hz. Peygamberin (s.a.v.) en büyük mucizesi olduğu hususunda tefekkür etmelerini tavsiye ederiz. Ki bu sebeple hiç kimse onun bir benzerini getirememiştir ve getiremeyecektir.

Kur'an öyle derin hikmet ve manalar ortaya koyar ki, alim - cahil her seviyeden insana hitap eder.

Hangi ilim dalında olursa olsun, sahasında zirveye ulaşmış alimler kendi sahalarıyla ilgili Kur'an'a baksalar, onda ya açıktan ya da işaret yoluyla nice hikmetler yakalar ve hayretler içinde kalırlar.

Kur'an'ın hem lafız hem de manasını içine alan bu mucize yapısına yönelerek akla durgunluk veren hikmetlere ulaşmak varken, onu sorgulamaya kalkmak ne büyük nasipsizliktir? Bu haddini bilmezlere 'Sen kimsin? Aklının cirmi nedir? Hangi sıfatla vahyi sorgulamaya ve yargılamaya kalkışıyorsun? Haddini bil!' demek her Müslümanın vazifesidir.

Hakiki müminler bu yolu tutarlar. Kendileri sorgulama yapmayacakları gibi, buna yeltenenlere de pabuç bırakmazlar.

Netice olarak deriz ki, mümin kişi Kur'an'ı ve Hz. Peygamberi (s.a.v.) kesin bir tasdikle tasdik eder. Sonra Kur'an'ın inceliklerini, hikmetlerini, emir ve yasaklarını öğrenip bunları hayatına tatbik etmeye koyulur. Bu da, yukarıda belirttiğimiz gibi imandan sonra 'şartlarına uyulan tefekkür', 'itaat' ve 'teslimiyet'le mümkündür. Bu yolu takip edenlere Kur'an'ın hikmetleri açıldıkça açılır; kişi kalbî mutmainliğe ve marifetullah bilgisine ulaşır.

İslam'ı ve Kur'an'ı sorgulama mantığı bize oryantalistlerden bulaşmış bir 'dini tenkitçilik' zihniyetidir ki bu yol kişiyi asla hidayete ulaştırmaz.

Bu konuyu tahlil etmeye müteakip yazılarımızda da devam edeceğiz.