“İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.” (En’am: 153.)
“İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.” (En’am: 153.)
İslâm’ı / Kur’ân’ı doğru anlamanın on dört asırdır değişmeyen doğru adresi “Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat” yoludur.
Allah indinde tek hak dinin İslâm olduğu (Âl-i İmran: 19.) ondan başka bir dinin kabul görmeyip bunu isteyenlerin ahirette hüsrana uğrayacakları (Âl-i İmran: 85.), adını bizzat Allahü Teâlâ’nın “İslâm” koyduğu bu dinin ekmel olup Cenâb-ı Hakkın ancak bu dinden razı olduğu (Maide: 3.) Kur’ân’da açıkça haber verilmektedir.
Keza kâfir ve müşriklerin bu yüce dinin nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istedikleri, fakat onlar istemese de Allahü Teâlâ’nın nurunu tamamlayacağı (Saff: 8.) ve İslâm’ın bütün dinlere üstün getirileceği (Fetih: 28.) de Kur’ân’ın açık beyanıdır.
Bu ve benzeri vasıflarla anlatılan bu yüce din, tarih boyunca Ehl-i Sünnet yoluyla doğru anlaşılmış, müesseseleşmiş, nice şeytanî hile ve desiseleri etkisiz kılarak yaşanmış ve bugüne ulaşmıştır. Bundan sonra da aynı hususiyetleri koruyarak kıyamete kadar var olacaktır.
Çünkü Kur’ân lafız olarak Allahü Teâlâ’nın koruması altındadır (Hicr: 9). Dolayısıyla onu bu veçheden tahrif etmek mümkün değildir. Diğer yol olan “mana olarak tahrif” için çalışanlar da asla netice alamayacaklardır. Ve fakat mana tahrifatına teşebbüs edilmesi dolayısıyla birçok insanın bilerek veya bilmeyerek itikadî ihlale düştüğü ve neticede sapkınlığa düçar olduğu da bir gerçektir. Bizi rahatsız eden, yüce dinimizin müdafaasına sevk eden husus da budur.
Evet, gerçek İslâm, Kur’ân’da “sırat-ı müstakim” diye anlatılan bu yoldur. Bu, Rasûlün (s.a.v.) ve arkadaşlarının yoludur. Bu yola tarihsel süreç içinde “Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat” adı verilmiştir. Bu yolun dışında kalan diğer arayış, anlayış ve uygulamalara da genel bir tanımlama ile “bidat ve dalalet fırkaları” denmiştir. Bu bidat ve dalalet yolları, müntesiplerini asla hakka vardırmaz, kurtuluşa erdirmez. Bunlar her ne kadar İslâm menşeli sunulsa da, birçok noktada Kur’ân ve Sünnet’le çelişmektedirler.
Bu yazımızdan itibaren birkaç yazı boyunca önce Ehl-i Sünnet’in Kur’ân ve Sünnet’ten delillerini aktaracağız, sonra da bu yolun neden İslâm’ı doğru anlamanın ve kurtuluşun tek adresi olduğunu izaha çalışacağız.
I- EHL-İ SÜNNET YOLUNUN KUR’ÂN’DAN DELİLLERİ
Ehl-i Sünnet yolunun Kur’ân’da anılmış olduğunu söyleyebilmek için ille de Kur’ân’da “Ehl-i Sünnet” tabirinin geçmiş olması gerekmez. Bu mübarek yol Kur’ân’da mana, mahiyet ve hususiyetleriyle tanıtılmıştır.
Esasen Kur’ân-ı Kerim baştan başa sırat-ı müstakimi anlatmakta, dolayısıyla Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat yolunu tarif etmektedir. Ama Ehl-i Sünnet yolunun bariz alamet ve işaretlerini vurgulamakta öne çıkan bazı ayet-i kerimeler de vardır. Bunlardan bazılarını aktaralım:
1- Bakara Suresi 137. Ayet
Ehl-i Sünnet’i anlatan ayetlerden biri Bakara: 137’dir. Ayet-i kerimenin meali şöyledir:
“Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar…”
Tefsirler ayetteki “onlar”dan maksadın “ehl-i kitap” yani Yahudi ve Hıristiyanlar; “siz”den maksadın da Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabı olduğunu kaydederler.
Mesela Kurtubî Tefsirinde şöyle denmektedir:
“Burada hitap Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ve onun ümmetinedir. Anlamı şudur: Onlar sizin gibi iman eder, sizin gibi tasdik ederlerse hidayet bulmuş olurlar… Eğer sizin, peygamberinize ve bütün peygamberlere iman edip ayrım gözetmediğiniz gibi, onlar da hiçbir ayrım gözetmezlerse hidayet bulmuş olurlar.” (c. 2, s. 360.)
Görüldüğü gibi ayette ehl-i kitap kurtuluş için Hz. Peygamber (s.a.v.) ve sahabesinin iman ettiğine iman etmeye çağrılıyor. Çünkü hidayet demek, Allah Rasûlünün (s.a.v.) ve sahabesinin anladığı ve yaşadığı din demektir.
Burada Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabının yaşamış olduğu İslâm anlayışının tek kurtarıcı yol olduğuna delil ve tembih vardır.
2- Nisa Suresi 115. Ayet
Ehl-i Sünnet’i mana ve mahiyet olarak anlatan ayetlerden biri de Nisa: 115’tir. Ayetin meali şöyledir:
“Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.”
Bu ayette Hz. Peygamber’e (s.a.v.) karşı çıkmanın ve müminlerin yolundan ayrılıp başka yollara uymanın sapkınlık olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayette “Rasûle karşı çıkmak” yanında “müminlerin yolundan ayrılmak” ifadesinin de kullanılması câlib-i dikkattir. Elmalılı Hamdi Yazır, tefsirinde ayetteki bu hikmet ve inceliği şu izahatıyla ortaya koymaktadır:
“Müminlerin yolu, itikad (inanç) ve amelde müminlerin tuttuğu tevhid yolu ve sağlam dindir ki, Allah'a, Allah'ın Rasûlüne ve ulu'l-emre itaat yoludur. Bundan başkasına tâbi olmak da tevhid yolundan çıkmaktır, (bunun) ‘müminler yolu’ olmayacağı bellidir. Şu halde Allah'ın Peygamberine karşı çıkmanın, müminler yolundan başkasına gitmek demek olacağı açık olduğu halde, ayrıca açıklanması, elbette dikkate şayandır. Demek ki, Allah'ın Rasûlüne ittiba (uymak) gibi, müminlerin yoluna uymak da açıkça istenmektedir… Müminler Nisâ: 83 nassına uygun olarak ittifak ve icmâ ile bir yol tuttukları zaman, bazı kimseler müminlerin tuttuğu bu yola karşı çıktıkları halde Rasûlullah'a doğrudan doğruya karşı çıkma ve muhalefet etme mevkiinde bulunmamış olduklarını iddia edebilirler… (Ayet) Rasûlullah'a karşı çıkmak, müminler yoluna gitmemek demek olduğu gibi, müminler yoluna gitmemek de Rasûlullah'a karşı çıkmak demek olduğunu açıkça anlatmış ve buna binaen icmâ-ı ümmet (İslâm bilginlerinin ittifakı) ile dahi doğrunun ortaya çıkacağını ve ona da uymanın farz olduğunu göstermiştir. Bunun için Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat bilginleri, bu fıkrayı icmâ-ı ümmete uymanın farz olduğunu ifade için sevk olunmuş bir delil olarak anlamışlar ve delalet yönünü çeşitli şekillerde izah etmişlerdir...” (Elmalılı, c. 3, s. 83-84.)
Ayette geçen “müminlerin yolu”ndan maksadın, ayetin indiği dönemdeki tek mümin topluluğu olan “sahabe nesli” olduğu açıktır. Buradan da bu ayetin Hz. Peygamberin (s.a.v.) ve sahabesinin yolu olan Ehl-i Sünnet yolunun, tek hak ve kurtarıcı yol olduğuna delil teşkil ettiği anlaşılmaktadır.
3- En’am Suresi 153. Ayet
Ayetin meali şöyledir.
“İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.”
Bu ayetle ilgili Elmalılı Tefsirinde şu izahat yapılır:
“Ve işte bu (…) benim dosdoğru yolumdur. Doğrudan doğruya tuttuğum yolum, caddem, dinimin esası ve açık ve geniş yolumdur. Bunun için siz de buna, bu benim yoluma uyunuz ve türlü türlü yollara gitmeyiniz. Çeşitli dinler, mezhepler, bid'at ve sapıklık olan çeşit çeşit yollar arkasında dolaşmayınız ki sizi parça parça edip Allah yolundan dağıtmasın. Dârimî'nin Müsned'inde de kaydedildiği üzere İbnü Mes'ud Hazretleri demiştir ki: ‘Râsûlüllah bize bir düz çizgi çizdi, 'Bu rüşd yoludur (doğru yoldur)' dedi. Sonra bunun sağından ve solundan birçok çizgiler daha çizdi, 'Bunlar da birtakım yollardır ki, her birinde bir şeytan vardır, ona çağırır' dedi. Sonra da bu ayetleri okudu.’
Kısaca Allah’a gidilir sanılan birçok yollar vardır… Fakat bütün bunların içinde gerçekten Allah yolu, Allah’a ulaştıran ve Allah’ın koyduğu, Allah ve elçileri tarafından davet olunan hak yol, doğru yol bir tanedir ki, taraftarlarını toplayan, birleştiren, dağıtmayan, aldatmayan tevhid yoludur.” (c. 3, s. 548.)
Ayetin izahında yer alan İbn Mes’ud’un rivayet ettiği hadis-i şerif, bu yolun tam da Ehl-i Sünnet yolu olduğunu anlatmaktadır. Hadiste Hz. Peygamber’in (s.a.v.) düzgün bir çizgi çizdiği, buna “rüşd yolu / doğru yol” dediği, sonra onun sağında ve solunda başka çizgiler de çizip “Bunlar da yoldur, ama her birinin başında oraya çağıran bir şeytan vardır” buyurduğu haber verilmektedir.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadisin içinde En’am: 153’ü de okuması, bu ayetin Ehl-i Sünnet’i anlattığının apaçık delilidir.
4- Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Dindeki Yerini Anlatan Bütün Ayetler de Ehl-i Sünnet’e Delildir
Evet, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dindeki yerini ve yetkisini anlatan ayetler de Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat yolunun delil ve alametleridir. Kur’ân’da seksen kadar ayetin bu konuda olduğu bilinmektedir. Bunlardan bazılarını mealen aktaralım:
“O (peygamber), hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir.” (Necm: 3 - 4.)
“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa: 80.)
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin…” (Haşr: 7.)
“Allah ve Rasûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab: 36.)
“…O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar…” (A’râf: 157.)
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının…” (Hucûrât: 1.)
Bu ayetlerin tefsirlerine bakıldığında Hz. Peygamber’in (s.a.v.) takip ettiği yolun, yani Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat yolunun, uyulması nasıl da mecburi olan hidayet ve kurtuluş yolu olduğu görülecektir.
Bir numune olması dolayısıyla Hucûrât: 1’in tefsirine bakalım:
Tefsirlerde bu ayetteki “Peygamberin önüne geçmeyin” emrine verilen mana “kendi görüşünü onun emri önüne geçirmemek” şeklindedir.
Mesela Kurtubî Tefsirinde ayetle ilgili şöyle denilir:
“… Sizler, Allah’ın huzurunda ve Rasûlünün sözü ve fiili bulunup da sizin alıp uygulamanız gereken din ve dünya emirlerine dair hallerde, sözünüzle de davranışlarınızla da öne geçmeyesiniz.
Her kim sözünü ve davranışını Rasûlüllah’ın önünde tutarsa, o bunu Allah’ın da önüne geçirmiş olur. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) ancak Allah’tan aldığı emirlerden hareketle emir verir…
Allah’ın ve Rasûlünün huzurunda öne geçmeyin buyruğu, Peygamberin (s.a.v.) sözlerine karşı itirazı terk edip, ona uyup, onun izinden gitmenin vacip oluşu hususunda aslî bir dayanaktır.” (Kurtubî c. 16, s. 226 - 228.)
Tefsirdeki bu izah, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dinde Allah adına konuşan tek yetkili / söz sahibi olduğunu gösterdiği gibi, onun sünnet ve hadislerini bir kenara bırakıp kendi arzusuna göre konuşanların Allah ve Rasûlüne isyan etmiş olduklarını, dolayısıyla da İslâm’ı / Kur’ân’ı gerçek anlamıyla anlayamayacaklarını göstermektedir. Bu mesajımızın tahrifatçılara yönelik olduğu açıktır.
5- Ashab-ı Kiram Hakkında İnen Ayetler de Ehl-i Sünnet’e Delildir
Haşr: 8 -10, Tevbe: 40, Fetih: 29 gibi sahabenin faziletini anlatan ayetler de yine Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat yolunun önemini ortaya koyar. Mesela Tevbe: 100 mealen şöyledir:
“İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır/ kurtuluştur /saadettir.”
Buraya kadar tefsirleriyle yahut sadece mealleriyle aktarılan bütün bu ayet-i kerimeler Ehl-i Sünnet yolunun Kur’ân’da nasıl yer aldığını ortaya koymaktadır. Buna göre Ehl-i Sünnet yolu demek, sırat-ı müstakim, yani İslâm’ın ta kendisi demektir.
Durum bu iken tahrifatçıların “gelenek” diyerek bu yolu ve bu yol dâhilinde ortaya konan on dört asırlık müktesebatı dışlamaları, adeta modası geçmiş, miadı dolmuş bir anlayış ve yaşayış şekli gibi gösterip küçümsemeleri sapkınlığın daniskasıdır. Gerçek şu ki hidayet ve kurtuluş vesilesi, ebedî saadete ulaştıran tek yol, Kur’ân ve Sünnet yolu demek olan Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’tir.
Gelecek yazımızda bu yolun sünnet ve hadislerden delillerine yer vereceğiz.