İnsan, bazı kutsalları için yaşar. İnsanın kutsalları: Namusudur, onurudur, gururudur, inancıdır, vatanıdır, milletidir, bağımsızlığıdır, bayrağıdır.
İnsan, bazı kutsalları için yaşar. İnsanın kutsalları: Namusudur, onurudur, gururudur, inancıdır, vatanıdır, milletidir, bağımsızlığıdır, bayrağıdır. Dokundun mu bu kutsallarından birine küheylan olur, köpürür, akar. Karşısına çıkan bütün engelleri yakar, yıkar. Gözü kutsalından başkasını görmez. Kalbi kutsalı için çarpar. Kutsalının ayaklar altına alınmaması için gerekirse çekinmeden canını verir.
Tarih, kutsallar için yapılan savaşlarla doludur. Özellikle de Türk tarihi. Yakın tarihimizde şahit olduğumuz, hala yaraları kanayan iki büyük savaş ki biri yedi düvele karşı yapılan Çanakkale Savaşı diğeri Türklere yeni bir devlet kurma yolunu açan Kurtuluş Savaşı. Vatan toprağını çiğnemeye çalışan küffara çiğnenmez bu topraklar, esaret altında tutulamaz bu millet dediğimiz iki kutsal savaş. Ben hep söylerim okuttuğum öğrencilerime. Yüreğinde bu milletin evladı olmanın gururunu duyan her Türk, yakın tarihini çok ama çok iyi bilmek zorundadır diye. Hele de sahip olduğu toprakları üzerinde düzinelerle devlet kurulan Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarını satır satır ezberlemelidir her Türk genci. Ezberlemelidir ki emanet aldığı kutsallar için neler yapılmış bunu iyi bilsin. Ne imişiz ne olmuşuz, ne olmalıyız? 1. Dünya Savaşı ile birlikte kaybettiğimiz; Batı’nın Orta Doğu dediği topraklarda, Balkanlarda, Kafkaslarda bugün çekilen acıların, dökülen kanın ve gözyaşlarının temelinde ne var? Ne yapılmak istendi yüzyıllarca? Neler yapıldı? Neler yapılmak isteniyor? Neler yapılacak bundan sonra? İşte bütün bu sorulara sağlıklı cevapları bulabilmek için yakın tarihimizi çok ama çok iyi okumalıyız, bilmeliyiz. “Tarih hiç tekerrür eder miydi eğer ders alınsaydı” diyor tarihçiler. Doğrudur. İbret almak için, ders almak için diyorum her Türk evlâdı çok iyi bilmeli yakın tarihini.
Neden Osmanlı yıkıldı? Neden Osmanlı yıkıldıktan sonra onun hükmettiği topraklarda adalet ve hoşgörü hâkim kılınamadı? Dün, Irak’ta Sünni Araplar, Şii Araplar, Kürtler, Türkmenler yok muydu? Dün Lübnan’da, Filistin’de Müslümanlar, Hıristiyan ve Yahudiler iç içe yaşamıyorlar mıydı? Balkanlarda, Kafkaslarda durum farklı mıydı? Yüzyıllarca sulhun, sükûnun şemsiyesi altında huzur bulan milletler ne oldu da böyle kinin, kirin ve gözyaşının kurbanı ediliverildiler.
Osmanlı sonrasında masa başında Fransızların ve İngilizlerin cetvelle çizildikleri sınırlarla neler amaçlanmıştı? Dün, Fransız ve İngilizlerin yapmak istediklerini bugün tamamlamaya çalışan Amerika’nın gerçek niyeti, her şey olup bittikten sonra mı anlaşılacak? Ya da hiç anlaşılmayacak mı? Görülmüyor mu hâlâ Batının bu coğrafyadan ne istediği?
Sevginin, saygının, kardeşliğin, yiğitliğin, onurun, gururun, barışın, hoşgörünün, sadeliğin, kadir bilirliğin, vefanın yüzyıllardır hâkim olduğu bu toprakların üzerinde yaşayan insanlardan Batı ne istiyor?
Batı; çatışma istiyor, kan istiyor, kargaşa istiyor? Kargaşa çıkartarak, kan akıtarak kin ve intikam tugayları yetiştirmek istiyor.
Batı, ektiği ayrık ve ayrılık tohumları ile filizlenen zayıf ve cılız bedenlerin gölgesinde kendi çıkarlarına hizmet edecek kukla devletçikler istiyor.
Batı, bu coğrafyada kutsalları olmayan insan tipi istiyor.
Kutsalları yoksa bir insanın; namus onur, gurur, inanç, vatan, bayrak gibi değerleri yüreğinde yaşatmıyorsa ona insan da denmez. O, artık bir ottur. Ot olarak yaşar. İşte Batı ot istiyor. Kovboylarının sığırlarını rahatça doyuracak vaha istiyor.
Her kılıkta ve kıyafette bu coğrafyada yaşayan insanların karşısına çıkan bu çok yüzlü, kin gözlü, kahpe sözlü Batı’nın kulluğuna soyunmak; akıla, vicdana, izana ihanettir.
Dün; Seddülbahir’de, Conkbayırı’nda, Çimentepe’de, Sina’da, Yemen’de, Allahuekber dağlarında, Sakarya’da kutsalları için can verenlerin emanetidir bu topraklar ve bu topraklarda yaşayan insanlar. Emanete ihanetin ise affı yoktur. Bugün, çığlıkların arşa yükseldiği bu coğrafyada olanları görememek veya görmezden gelmek; duyamamak veya duymazdan gelmek; onursuzluktur, gurursuzluktur, inanç zafiyetidir.
Batı’nın - ki Batı dediğimiz bugün bir devletler topluluğu değil, şirketler topluluğudur- gerçek ve çirkin yüzünü en azından görüp de göstermemek; niyetini sezip de gizlemeye çalışmak, teşhir etmemek; akıla, vicdana, izana olduğu kadar ecdada ve tarihe de ihanettir.