İMDAT, BOĞULUYORUZ!

İmdat Boğuluyoruz! Suya bakmayın, karaya bakın! Biz millet olarak nice okyanuslara nice denizlerde kulaç attık, nice dalgalarla boğuştuk da her biri ile bir şekilde baş ederek boğulmaktan, yok olmaktan kurtulduk. Şimdi karadayız ancak küçücük bir su birikintisi dahi bizi boğmaya yetti yetiyor ve boğuluyoruz. Çığlığımız arşa yükseldi; ancak en yakınımızdakilere dahi duyuramadık, duyuramıyoruz. Var gücümüzle haykırmamıza rağmen sesimiz öylesine zayıf çıkıyor ki… Devleti yönettiğine inanan ilgililer, yetkililer başta olmak üzere, ilim yuvası üniversitelerdeki cübbesi ile ilim adamı görünümlü profesörler, doçentler, doktorlar, din adına fetva veren din adamları, sözde toplum önderi akil adamlar… Say sayabildiğin kadar. Çöküyoruz arkadaş, millet olarak toplum olarak, insan olarak… Kokuşmuşluk boğazımıza dayandı. Çirkeflik çukurunun iblisleri yakalamış paçalarımızdan çekiyorlar ha bire. Bu gidişle öldükten sonra da yaşayacağımız Gayy’ı ölmeden yaşıyoruz.

Ne oluyor arkadaş? Nereye gidiyoruz? Toplum olarak, millet olarak bir şeyler oldu bize! Her gün yeni bir iğrençliği yaşar olduk. Allah aşkına bir bakın istatistiklere! Son on yılda ülkemizde fuhuş; yüzde yüz değil, yüzde 790 artmış. Uyuşturucu bağımlılığı; yüzde 678, çocuklara cinsel istismar yüzde 434, adam öldürme yüzde 261, boşanmalar yüzde 37, kadın cinayeti yüzde 1400 oranında artmış. Yağma, gasp…

Yolsuzluğu, hırsızlığı saymıyorum artık! Aile içi şiddeti, yaşanan büyük acıları, dökülen gözyaşını haddi var hesabı yok. Bir büyük ahlaki çöküntü içerisindeyiz. Türkiye’de cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 240 bine yükseldi. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 2 Ekim 2017 verilerine göre, tutuklu ve hükümlü sayısı son 10 yılda yüzde 121,8, cezaevi sayısı ise yüzde 52 oranında arttı. Çocuk mahkûmların sayısında bir büyük patlama var. Modern ve büyük yüzlerce cezaevi yaptırmamıza rağmen tutuklu ve hükümlülerin koğuşlarında nöbetleşe yattıklarını TV ve gazete haberlerinde okuyoruz.

Söyleyin Allah aşkına nereye gidiyoruz?

Adaleti rafa kaldıralı çok oldu. Yeryüzündeki devletler içerisinde yargıya güven endeksinde yüzde 14 ila en alt sıralardayız. Bir bu rakam bile ürkütücü, korkutucu. Düşünün ki bir ülkede yargıya yüz kişiden 86 kişi güvenmiyor. Dünya Adalet Projesi (WJP) tarafından yayınlanan“hukukun üstünlüğü” endeksinde; 113 ülke içerisinde sondan 2. olmuşuz. Nutuk atmakla, yalan söylemekle, mevcut durumu çarpıtmak; matematiği inkâr etmekle, bu gidişe dur demek mümkün değil. Lütfen, lütfen kendinize geliniz!

Vurdumduymazlık, nemelazımcılık, bana dokunmuyorlar ya bananecilik almış başını gidiyor. Bu gidişin sonu yok! Bu gidişin sonu izmihlal! Bakın size bu gidişin sonunu veciz bir şekilde ifade eden ve bugün Topkapı müzesinde sergilenen bir vesika ile yeniden vereyim.

Devir; Osmanlı Devletinin yükseliş devri…

Kanuni Sultan Süleyman, üç kıtaya hâkim bu muazzam devletin akıbetini hayal eder ve "Günün birinde Osmanoğulları inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?" diye düşünmeye başlar... Bu düşüncesini soru olarak sütkardeşi meşhur âlim Yahya Efendi´ye sormaya karar verir. Güzel bir hatla yazdığı mektubu Yahya Efendi´ye gönderir. Mektubunda; "Sen ki ilâhi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlale uğrar mı?" diye sorar.

Yahya Efendi´nin cevabı gecikmez. Cevap, kısa ve tek cümleden ibarettir: "Nemelâzım be Sultanım!"

Kanuni Sultan Süleyman, Yahya Efendinin mektubuna verdiği bu kısa cevabı okuyunca hayretler içerisinde kalır ve hiçbir anlam veremez. Yahya Efendi gibi bir zatın, böylesine basit bir cevapla işi geçiştirmesine şaşırır, üzülür ve Yahya Efendinin Beşiktaş’taki dergâha gitmeye karar verir.

Dergâhta padişah Yahya Efendinin mektubuna verdiği bu kısa cevabı için ona sitem eder. Yahya Efendi;“Sultanım sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”, der. Kanuni Sultan Süleyman; “İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece ´Nemelâzım be sultanım´ demişsiniz. Sanki ´Beni böyle işlere karıştırma´ der gibi bir anlam çıkarıyorum.” deyince Yahya Efendi neyi kastettiğini açıklar: “Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de ´Nemelâzım´, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler; fakirlerin, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir.” Bu sözleri duyan koca Sultan ağlamaya başlar. Sonra da ülkesinin kendisini böyle ikaz eden bir âlime sahip olduğu için Allah´a şükreder. Bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembihte bulunur ve oradan ayrılır.