İhsan Kulun Mutluluk Makamıdır

Yazarımız Uğur Canbolat'ın Tenha Sohbetler isimli röportajlar serisinde bu hafta "İhsan Kulun Mutluluk Makamıdır" konusu üzerine Yüce Rabbimiz Konya Vaizesi ve radyo programcısı yanı sıra gençlere sevdalı aksiyon insanı Hülya Anıl ile konuştu.

Abone Ol

İki yıl evvel Konya’ya davet almıştım. Sonrasında şimdi ötelere kanat açıp rahmete eren kardeşim Hayati ve diğer kardeşim Celal ile davete icabet etmiştik. Kendisi ve yakın çevresi adeta etrafımızda pervane olmuşlardı.

Bu kadar yüksek derecede dikkat ve onu izleyen rikkat, ikramda sınır tanımama ve bitmeyen hürmetli muhabbeti nasıl tanımlayabilirim diye düşündüğümde buna ancak “İhsan ehli insanlar” denilebilir hükmüne varmıştım.

Yüce Rabbimiz Konya Vaizesi ve radyo programcısı yanı sıra gençlere sevdalı aksiyon insanı Hülya Anıl ile “İhsan Kavramını” siz İstiklal Gazetesi okuyucuları için enine boyuna konuştuk.

Ramazan’ın şu son bereketli günlerinde dikkatinize sunuyoruz.

-----------------

İhsan nedir?

-İhsan kelimesinin ıstılah anlamına bakarsak; ayet ve hadislerde insanlara ait yönüyle iki manada kullanıldığını görürüz. “Yapılan işi güzel yapmak” ve bu mana ile bağlantılı olarak “Allah’a karşı hissettiği derin saygı, itaat ve bağlılığı” ifade eden kelimedir. Yine salih amel manasına da kullanıldığını hem ayetlerden hem de hadis-i şeriflerden anlıyoruz. Lübbü’l lüb bir tarif verilecek olsa; “Allah’ı görür gibi yaşamaktır” diyebiliriz.

Kolay ulaşılabilen bir hâl mi?

-Hayır. Tarife bakıp elde etmesi kolay bir durum gibi görmek aldatıcı olur. Çünkü ihsan; insanın kemal derecesine varması yani yaratılış ayarlarına tam olarak dönebilmesi çabasıdır. Ya da bir sâlik için olmazsa olmaz makamlardandır. Çünkü ihsan Allah’a kul olduğunu hatırlamak hatta daim hatırda tutmaktır. Bu sıkıcı ya da zorlayıcı bir süreç gibi anlaşılabilir belki. Özellikle günümüzde “Haz ve hız çağı” söylemi arkasına sığınıp kendimizi bile dinlemekten duymaktan hatta aynaların ötesinde hakikati görmekten uzak yaşarken Yaratıcıyı her an ve mekânda O’nu görür gibi yaşamak her an duyduğunu bilip O’nu işitir gibi yaşamak akla muhal gelip zorlayıcı olabilir. Fakat ihsan makamında yaşamak tek kelime ile huzurdur. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de;  “Onlar ki iman etmişlerdir ve kalpleri Allah’ın zikriyle huzura kavuşur. Bilmiş olun ki kalpler ancak Allah’ı zikirle mutmain olur.” (Ra’d 13/28) buyuruyor.

Zikir ve huzur ardışık o zaman…

-Evet. Zikir kelimesinin sözlük manası “hatırlamak, hatırda tutmak” ise ihsan eşittir huzur diyebiliriz sanırım. Üstelik kalbin huzuru, ruhun huzuru…Yani bedenin tüm cevherleri ile huzura ulaşmasıdır. Çünkü kalp beden şehrinin padişahıdır. Dolayısıyla hükümdarın huzuru tebaasına da ulaşır. Yine bir başka ayette Yüce Allah; “Muhakkak ki o nefsi temizleyen felâha ermiştir.” (Şems 91/9) buyurmuştur. Kulun nefsinin temizliğini; sıkıntı ve keder namına ne varsa kurtuluşu olarak anlayabiliriz. Bir nevi hasta nefislerin reçetesi gösterilmiştir. Çünkü nefis temizliği ancak mutmain olmuş bir kalp ile mümkün görülmektedir. Dolayısıyla ihsan; kulun mutluluk makamıdır da diyebiliriz. Böylece Allah için Allah ile Allah’a seyr ü sülûk yapan ariflerin ilk makamı, ilk öğretisi de ihsan olmuştur. Yine İhsan için bir tarif daha verecek olursak; “Kul ile Rabbi arasında dostluk muvafakatıdır” da denilebilir. Annemarie Schimmel; “Muvafakat muhalefetin zıddıdır. Dost için, dostunun emrini muhafaza etmenin dışında, bütün âlemde hiçbir şey yoktur. Murat ve maksat tek olunca, muhalefet nasıl söz konusu olur.’der.

Şöyle bir şey de akla gelebilir; “Madem ihsan Allah’ı görür gibi kulluktur, Allah’ı görmek ya da hakkı ile tanımak, bilmek mümkün müdür?”

-Mutasavvıflar bu konuda şöyle der; “Cenab-ı Allah o kadar zahirdir ki âdeta zuhurunun şiddetinden gâibtir.”

Bu cümlenin hikmet boyutunu, Hz. Ebubekir (ra)’in Müslim’de geçen; “Yüce zatını tanımak için kulun bundan aciz olduğunu anlamasından başka bir yol bırakmayan Allah’a hamdolsun.” sözü ile tekrar düşünmekte fayda var.

İlk dönem sûfîlerinden Cüneydî Bağdadî’ye: “Gözü nasıl haramdan koruyabiliriz,” diye sorulur. Allah dostunun verdiği cevap aslında ihsan makamının hayata yansıması niteliğindedir: “Sana bakanın bakmasının, senin bakılan şeylere bakmandan önce olduğunu (sen bir şeye bakmadan önce Allah’ın senin neye bakacağını bildiğini) düşünerek gözü koruyabilirsin.”

Ebu Said Harrâz’ın ölümü, anında vecd ve coşku içinde olması buna şahit olanları hayrete düşürür. Bunun sebebi ne olabilir? diye merak edenlere Cüneyd-i Bağdadî şu karşılığı verir: “Ruhu O’na iştiyakla uçan kimsenin halinde şaşılacak ne var ki?” Efendimizin; “Kim Allah’a kavuşmayı severse Allah da ona kavuşmayı sever. Kim de Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.”[1] buyurması da aslında bu sorunun cevabı niteliğindedir. Kavuşmak ya da kavuşmaktan haz almak sevdiğini devamlı hatırda tutmak, O’nunla yaşamaktan geçebilir mi?

Cüneydi Bağdadî’ye; “La ilâhe illallah” demesini söyleyen birine; “Onu unutmadım ki hatırlayayım” der ve sonra şu manadaki şiiri okur:

“O kalbimde hazır haldedir, orayı imar eder,

O’nu unutmuş değilim ki hatırlayayım

O benim mevlâmdır, dayandığım varlıktır,

O’nun ne kadar çok nimetine mazhar olmuşumdur.”

Peki ihsan nasıl bir süreçte ahlak halini alır?

-İhsan kulun hayat süreci içinde her türlü eyleminde, düşüncesinde Allah’ı hatırdan çıkarmaması, Hak katında güzel olana talip olması çabasıdır. O halde süreç içinde bazen sıkıntılar anında bazen sevinç anında beden arabasına fren basıp, “Neden? Niçin? Nasıl?” soruları üzerinden yaptığı eylemleri Yaratıcıya arz etmesi olumlu yaklaşım olacaktır.

Bu evrede yol takibi nasıl yapılabilir?

-Sûfîlerin nefsin kemal dereceye ermesi konusundaki gayretleri ve sözleri bu süreçte rehberlik edebilir. Yani Yüce Yaratıcıyı tanımak ihsanın kişide ahlak halini almasını gerçekleştirecektir. Cenâb-ı Mevlâ hakkında: “Zat olarak gizli, tecelli olarak aşikâr” ifadesi kullanılırken, kâinatın özü dediğimiz insan, önce kendine sonra da kâinata bakarak, Kur’an ayetlerinden de anladığı ölçüde Rabbini tanıma ve bilme fırsatı bulur. Tanıma ve bilme eylemi devam ettiği müddetçe muhabbet oluşur.

Muhabbette bu yol takibinde olması gereken bir husus mu?

-Evet. Muhabbet marifetullahın esasıdır. Çünkü kişi tanıdığını sever. Tanıdıkça ve sevdikçe imanı artar, kuvvetlenir. Bu yüzden kul kâinata ibret ve hikmet nazarıyla bakmalı, Kur’an-ı Kerim’i çok dikkatli okumalıdır. Bu durumun işleyişini, akli selim bir kalp ile anlamak istersek; işte Efendimiz hayatından bir misal verebiliriz. Hicret yolculuğunda, Sevr mağarasında, murâkabe ve ihsan şuurunun zirvesinde iki yolcudan biri olan Hz. Ebu Bekir (ra) anlatıyor; “Mağarada iken ve müşrikler başımızın ucunda bizi ararlarken onların ayaklarına baktığımda; “Ya Rasûlallah! Eğer bunların birisi eğilip ayağının dibine bakacak olursa muhakkak bizi görür.” dedim. Bunun üzerine Peygamber (sas) şöyle buyurdu; “Ey Ebu Bekir! Üçüncüleri Allah olan bu iki kişi için neden kaygılanıyorsun?” Muhakkak Allah ile beraber yaşamak O’na güvenmeyi de gerektirir.

Ahlak için bir bilinçlenme hâli denilebilir mi?

-Elbette denilir. Hem de en yüksek voltaj akımla bilinçlenmedir diyebiliriz. “And olsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biz biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf 50/ 16-18). Bu ayetin şuurunda olduğumuz vakitleri ne kadar çoğaltabilirsek bilinçlenme halimizi hızlandırırız.

Bu süreci bize anlatan bir örnek var mı aklınızda?

-Olmaz mı? Abdullah b. Ömer, bir gün arkadaşlarıyla beraber gezinmek için Medine’nin dışına çıkar. Uygun bir yerde durup sofra kurarlar. O sırada sürüsünü oradan geçiren bir çoban, yemek yiyenlere selam verir. Abdullah b. Ömer, çobanı yemeğe davet eder. Çoban oruçlu olduğunu söyler. Bunun üzerine Abdullah; “Böyle şiddetli sıcağın olduğu bir günde, bu dağlarda bu sürüye çobanlık yaparken oruç tutuyorsun öyle mi? diye sorar. Çoban zamanını değerlendirdiğini söyler. Aldığı bu cevap üzerine Abdullah b. Ömer, çobanın samimiyetini sınamak ister. “Bu sürüden bir koyunu bize satar mısın? Sana parasını veririz, etinden de veririz. Böylece akşam iftar edersin.” der. Çoban ise; “Koyunlar benim değil Efendim!” karşılığını verir. Abdullah b. Ömer; “Koyunu kurt yedi desen efendin nereden bilecek?” der. Çoban arkasını dönüp giderken bir taraftan da parmağını semaya kaldırarak şu sözleri söyler; “İyi ama Allah nerede!” Çobanın güvenilirliği ve kendisini ve yaptığını hiç kimsenin göremeyeceği ıssız bir yerde dahi emanete ihanet etmekten kaçınması Abdullah b. Ömer’i oldukça etkiler. Varlıklı bir sahâbî olan Abdullah, Medine’ye dönünce sürünün sahibinden, sürüyü çobanla birlikte satın alır, çobanı azad edip sürüyü de ona bağışlar.

İhsan ahlakı için kişinin kendini her açıdan güzelleştirmesi diyebilir miyiz?

-Belki de işin özeti bu cümle olabilir. İhsan ahlakı ile kişi kendini hatta çevresini güzelleştirir. Çünkü ihsan önce niyette olur. Niyetten amellerine, düşüncelerine geçer. Dolayısıyla hayata bakış açısı güzel olur. Zaten Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin sözlerini de bu cihetten okuyabiliriz: “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.”

İnfak alışkanlığı ile ihsan ahlakı bir bütün müdür?

-Bakara Suresi 170. ayette infakın, ihsan demek olduğunu buyurur; “Allah için Allah yolunda harcayın kendinizi kendi kendinize tehlikeye atmayın ihsan” edin Allah ihsan edenleri çok sever.” Yapılan en küçük infak bile ihsandır Allah hiçbir yapılanı zayi etmez. Bu durum muhsin olan kişinin bir özelliğidir. İhsan, iyilik manasına geldiğinden infakla aynı mana gibi belki bir bütün gibi anlaşılabilir. Fakat ihsan hem maddi hem manevi olarak her türlü iyiliği kapsayan bir mana taşır. İnfak ise daha çok Allah için bir şeyler verme manası taşır. Diyebiliriz ki ihsan bir şemsiye gibi iyilik namına ne varsa hepsini üzerinde taşır, infakta bu iyiliklerden bir cüzdür. Kur’an-ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır: “Onlar bollukta darlıkta infak ederler, öfkelerini yenerler kusurlarını affederler, Allah da ihsan edenleri sever.” (Âl-i İmran 2/134). Ayette geçen ihsan sadece mal vermek değildir. Üstün ve güzel ahlaklı, başkasına zarar vermeyen, ceza verme gücüne sahip olsa bile bu gücü Allah rızası için yenen inanan kulun özelliklerini ifade eder. Bunun yanında infakımızı bir mektup olarak temsil edersek infak ederken tavrımızın ihsan kalitesinde olması mektubun zarfı hatta adresi ya da damgası gibidir. Damgası adresi olmayan bir mektup nasıl sahibine ulaşmazsa ihlas ile yapılmayan bir infak da olması gereken yere ulaşmaz.

Kişinin yaptığı işi başkalarına en yararlı şekilde yapmasının ihsan ahlakındaki yeri nedir?

-Bu soru için Kur’an’a müracaat edersek sanırım cevabı bulmuş oluruz. İşte birkaç ayeti celîle; “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma Allah’ın sana “ihsan” ettiği gibi sende “ihsan” da bulun ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” (Necm 53/30-31). Yine Yüce Allah; “Yaptığınız işi güzel yapın, Şüphesiz Allah Muhsinleri/işini güzel yapanları sever.” (Bakara, 2/195). Görüldüğü üzere yaptığı her işte ihsanı yani güzel olanı, faydası en fazla olanı tercih eden kul Yüce Allah’ın ahlakı ile ahlâklanmış olur. Efendimiz de “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diye buyurmuştur. Zaten yaratılmış bütün varlıklar içinde örnek olan Efendimizin ahlakı da ihsan ahlâkı üzerinedir. Mescid-i Nebevî’nin yapımı sırasında Hadramevtli, iyi çamur karan bir usta geldi. Allah Rasûlü o adama; Sanatını güzel ve sağlam yapan kişiye Allah rahmet etsin! Sen bu işe devam et, görüyorum ki işini iyi yapıyorsun.” buyurdu. 

İhsan ahlakını kazanmada bilinçli ibadetin yeri nedir?

-De ki: “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin!” Furkan Suresi 77. ayette Yüce Allah kendisi ile olan irtibatımızı kulluğumuza bağlamıştır. Kulluk ibadetle kaimdir. İnanan kişinin inancının göstergesi ibadetlerdir diyebiliriz. Kudsî hadiste Yüce Allah: “Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum.” (Buhârî, Rikak 38) buyurur. Kolaylıkla anlayacağımız üzere ibadetler biz kulların ihsan makamına erişmemizde etkili bir sebeptir.

Neden “Allah’ı görüyor gibi ibadet etmeye” ihsan deniliyor?

-Bu sorunun cevabını Efendimiz ile Cebrail (as) arasında geçen bir mukalemeden öğreniyoruz. Cibril Hadisi diye meşhur olan bu hadiste Cebrail as’ın; “İhsan nedir?” sorusuna Allah Rasulü; “İhsan; Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Çünkü sen onu görmesen de Allah seni görmektedir.” diye cevap vermiştir. Neml suresi 88. Ayet-i Kerime’de şöyle buyrulmaktadır: “Dağları görürsün onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket eder. Bunu her şeyi yerli yerinde yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz o yapılanlardan hakkı ile haberdardır.” Hareketsiz gibi görülen dağların hareketinden haberdar olan Yüce Allah kulunun yaptığı her işten elbette haberdardır. Allah’ın maddi manevi tüm işlerimizdeki mevcudiyeti ise bizleri “Her an Allah ile beraber olma” bilincine” ulaştırır. Bu durum ise ihsanın ta kendisidir.

İhsan ile ameli salihin bağlantısı nedir?

-İhsan Müslümanın bütün hal ve davranışlarına yansımalıdır. Cenabı Hak şöyle buyurmuştur: “O halde her kim Rabbinin rızasını arzu ederse salih bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadette kimseyi ortak etmesin” (Kehf 18/110). İhsan; aynı zamanda salih amel manasını da karşılayan bir kelimedir. Salih amel ihsan kıvamında olursa değer bulur. Padişahın mührü vurulan para nasıl geçer akçe ise ihsan mührü vurulan amellerde Hak katında itibar görür.

İhsan ahlakını yükseltme çalışması kişinin kendisine biçtiği değer veya yükselme hedefi diyebilir miyiz?

-Ahsen-i takvim olarak yaratılan insanın layık olduğu değer ve yücelik ihsan ahlakı ile belli olacağına göre iman eden kulun nihai hedefidir diyebiliriz. Tasavvufa dair kaleme alınan ilk sistematik eserlerden birinin sahibi Ebû Nasr es-Serrâc dine ait ilimleri Kur’ân ilimleri, sünnet ilimleri ve imanın hakikatleri şeklinde üç ana başlığa ayırmış ve bütün bunların Cibrîl hadisine dayandığını belirttikten sonra İslâm’ı “zâhir”, imanı “bâtın”, ihsanı da “zâhir ve bâtının hakikati” olarak nitelemiştir. Bir temsil ile anlatacak olursak; İslam toprak ki zahirde görünür, iman tohum ki toprağın içinde gizlidir. İhsan ise bir ağaç ki hem zahir meyve verir hem meyvenin içinde gizli tohumu saklar. Görünüşte bir meyvedir, lakin içinde ormanlar gizlidir. İhsan kıvamında yapılan işler de isterse henüz düşünce safhasında olsun kıymeti tarife sığmaz olur.

Secde Suresi 7. ayetini bu bağlamda yorumlar mısınız?

-Yüce Allah Secde Suresi 7. ayette; “O Allah ki, yarattığı her şeyi en güzel bir şekilde yarattı; insanı yaratmaya da çamurdan başladı.”  diye buyuruyor. İhsan kavramının, “yaptığını tam ve güzel yapmak” manasının Allah’ın fiillerine atfedilerek ifade edildiği bu ayet başta olmak üzere Allah’ın yaratışındaki mükemmel sanata işaret eden başka birçok ayette vardır. Mesela; Ahsenü’l- Halikîn vasfı Kur’ân’da, Mü’minûn Suresi 14. ve Saffat Suresi 125. Ayetlerde iki defa geçmekte ve “yaratanların en güzeli” anlamına gelmektedir. Ahsenü’l-halikîn olan Allah, yarattığı her şeyi en güzel biçimde, ölçülü, ahenkli, muhkem, mükemmel ve hikmetli bir şekilde yarattığı için zâtını bu ifadeyle vasıflandırmıştır. Mevlânâ Celâleddin Rûmî, insanın çamur ve ruhtan oluşan bu muazzam ve muamma yapısını şöyle tahlil edip ona yol göstermeye çalışır: “Ey Ganî olan Allah! Sen bir küçük yağ parçasına, yani göze aydınlık ihsan edersin. Bir kemik parçasına, yani kulağa işitme hassası verirsin. Görmek ve işitmek gibi manaların, bedenle eşyayı anlayabilmenin de adları ile ne ilgisi vardır? Zaten söz yuva gibidir; mana ise kuş gibi. Beden ırmak yatağı; rûh da ondaki akarsuya benzer. Rûhun sembolü olan su akıp gitmededir. Sen ise “Duruyor” dersin. O koşup gitmededir; sen ise “Oturmuş kalmış” dersin. Suyun derelerden, arklardan akıp gittiğini görmüyorsan, onun üstündeki yeniden yeniye yığılan şu çerçöp nedir? Hiç değilse onlara bak! Ey insan! Senin çerçöpün de düşüncelerindir! Her an sana dokunulmamış, çeşitli şekillere bürünmüş düşünce gelir gider. Suyun yüzü de düşünce ırmağı da akıp giderken, sevimli sevimsiz, güzel çirkin, birçok çerçöpü de sürükler, onlardan bir türlü kurtulamaz. Tertipleyen öyle tertiplemiştir. Aslında hakîkat bahçelerinden akıp gelen bu ırmağın üstüne, gayb âleminin meyvelerinden kabuklar düşer. Sen o kabukların özünü, meyvesini suyun içinde ara! Çünkü o su hakîkat bağından gelmektedir. O meyvelerden bazıları kabz yani acı, bazıları bast yani tatlıdır; bazıları insana yolunu şaşırtır, dalalete sürükler, bazısı doğru yola, hidâyete ulaştırır. Eğer sen hayat suyunun, rûh ırmağının nasıl akıp gittiğini göremiyorsan, hiç olmazsa bir ırmağın kenarına otur da ırmağı seyret ve kendi ömrünün bir su gibi akıp gittiğini ve tükendiğini düşün! Şu bitkilerin, o suda sürüklenen kabukların, çerçöpün geçip gidişine bak; her şey gelip geçicidir. Eğer su fazla gelirse, kuvvetli akacak olursa, üstündeki bizi etkileyen düşünce kabukları da çabucak geçer gider. Bu ırmak pek hızlı akınca, âriflerin gönüllerindeki gam, kasâvet de durmaz, çabucak geçer gider. Orada sudan başka, yani ilâhî feyzden başka bir şey kalmaz.” (Mevlânâ, Mesnevî, 3290-3301. beyitler).

İhsan ahlakı için bir nevi “Takva Yürüyüşü” diyebilir miyiz?

-Evet, güzel bir tarif olabilir. Takvanın; korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek anlamlarında bir kelime olması, Kur’an-ı Kerim’ de 285 yerde geçmesi aslında inanan kul için ne kadar hayati bir kavram olduğunu gösterir. Allah’a itaat ederek azabından sakınmak, bu da ceza almayı haklı kılan davranışlardan nefsi korumak suretiyle gerçekleşir diye tarif edilmesi de bu görüşü destekler. Takva ile ihsanın yakınlığını anlayabilmek için Kur’an ayetlerinden birine bakalım. Tahrim Suresi 6. Ayette Yüce Allah; “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” diye buyurur. Evet; canımızı canımızdan daha kıymet verdiğimiz yakınlarımızı cehennem ateşinden korumamız istenmiştir. Fakat bu eylemi yaparken hünerimiz, kıymetimiz ihsanımızla ölçülür. Hz. Ali Efendimizin; “Kişinin değeri, işindeki ihsanıyla ölçülür.”  Sözü bir insanın hem kendisinin hem de yaptığı işlerin değerinin, ortaya koyacağı anlamlı, ölçülü, güzel davranışlarla değer kazanacağını ifade etmektedir.

Âdil olmak ihsan ahlakında nasıl bir yerde duruyor?

-Yüce Allah Nahl suresinin 90. ayetinde kullarına önce adaleti, ardından da ihsanı emretmiştir. İhsan adaletin üstünde bir erdemdir. Çünkü adalet kişinin gerektiği kadarını verip hakkını almasıdır. İhsan ise gerekenden daha fazla verip hakkından vazgeçmesi veya daha azına razı olmasıdır. Bu yüzden adaleti gözetmek vacip, ihsanı gözetmek ise mendup (bağlayıcı olmayan) ve isteğe bağlıdır. (Ragıb el-İsfehani, el-Müfredat, s. 400.) Bununla birlikte Allah kullarına nasıl ihsanda bulunuyorsa, onlardan da aynı şekilde ihsan üzere davranmalarını beklemektedir.

Yusuf (as) ihsan kavramının hayata geçmiş halidir. Hem hüsn yani bedence güzelliği ile hem Allah’a kulluğundaki ihsanı ile aklî, kalbî güzellikleri ile kendisine düşmanlık eden kardeşlerine güzel muamelesi ile tam bir muhsindir. Şurası da muhakkak ki bütün peygamberler Muhsindir. Yusuf (as) zindanda iken zindan arkadaşları tarafından bu övgüye mazhar olmuş, zindandan çıkıp Mısır Azizi olduğunda kardeşleri tarafından “Doğrusu biz seni ihsan edenlerden adaletli ve hayrı kabul edenlerden görüyoruz” sözüne muhatap olmuştur. (Yusuf Suresi 36. Ve 78. Ayetler). Yani Muhsinliği ahlakı ile bütünleşmiş biri ne darda kaldığında ne ferah anında iyilikten geri durmaz. Dolayısıyla eşit kollu terazilerde kefeleri dengeleyen denge kolu gibi, özellikle vicdanların tartıldığı adalet terazisinin dengesini sağlayan denge kolu da ihsandır.

İhsan için hep daha iyiye hep daha güzele hep daha yüceye yürüyüş dersek eğer bu bir ömür yolculuğu anlamına da gelmez mi?

-Zaten ihsanın tadını alan onu bir ömür bırakamaz. Çünkü insanın özü hep yücelere meftundur. Sizin tabiriniz ile yüceye yürüyüş için ihsan harikulade bir imkândır. Üstelik şu dünyada verilen kısa ömürde ihsan üzere yaşayanlara korku ve hüzün de yoktur.

Sevgili Peygamberimizin “Allah’ım yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzel yap” niyazını bu bağlamda nasıl anlamalıyız?

 -Allah ahsenü’l halıkın olarak insanın yaratılışı en güzel yapmıştır. İnsan da buna mukabil Ahsen-i takvim olarak yaratılışına layık hareket etmelidir. Yani zahirdeki güzellik batında da tezahür etmelidir. Efendimiz bu sözü ile ümmetine hakiki güzelliğin esası hakkında ipucu vermiştir. Kabuktan ziyade özdür esas olan. İkisinin beraber güzelliği ise arzu edilen bir durumdur.

Güzel ahlakı tamamlamak için Efendimizin kendisinin gönderildiğini söylemesini ihsan bağlamında nasıl düşünebiliriz?

-Beyazid Bistamî’nin tasavvufun başlangıcını ilk insana kadar götüren bir ifadesi vardır. Der ki; ‘O’nun tohumları Hz. Âdem zamanında atıldı, Hz. Nuh zamanında filiz verdi, Hz. İbrahim zamanında çiçek açtı. Üzümler Hz. Musa zamanında oldu ve Hz. İsa zamanında olgunlaştı. Hz. Muhammed zamanında ise onlardan katıksız şarap yapıldı.’ Diyebiliriz ki her peygamberde tezahür eden güzel ahlak efendimiz üzerinde kemale ermiştir. Kalem Suresi 4. Ayette; “Şüphesiz sen, mükemmel bir ahlâk üzerindesin.” Buyrulmuştur. Ayetinin tefsirinde müfessirler bu konuya değinmişlerdir. İnsana nispet edilen ihsan kavramı gerek hal ile gerek kal ile Efendimizin hayatı boyunca ümmetine örnek olmuştur. Zaten O’nun ahlakı Kuran ahlakıdır. Hz. Peygamberin sadece ahlâkını değil, onun sünnetini ve siretini de önemli ölçüde Kurân belirliyordu. Onun birçok tasarrufunun temelinde Kur’an vardı.

Peygamberimizin torunlarına verdiği “Hasan, Hüseyin, Muhsin” isimlerini ihsan ahlakı açısından bir mesaj olarak değerlendirebilir miyiz?

-Öncelikle Efendimizin torunlarını nasıl sevdiğine dair bilgilerimizi tazeleyelim. Allah Rasulü (sas) torunları hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah'ım: Ben, bunları seviyorum. Sen de sev bunları” (Tirmîzî Sünen V, 661). “Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kolladığım iki reyhanımdır” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288);

Ahmed b. Hanbel’in naklettiği bir rivayete göre Hz. Ali, oğulları Hasan ve Hüseyin’de olduğu gibi üçüncü oğluna da Harb adını koymayı ve Ebû Harb diye anılmayı istemiş, fakat her defasında Resûlullah bu adı beğenmeyerek başka isim koymuş, sonuncusunu da Muhassin (Muhsin) diye adlandırmıştır (Müsned, I, 98, 118). Diyebiliriz ki Allah Rasulü’nde güzellik kavramı baştan ayağı, suretten sirete, isimden cisme ayın dolunay hali gibi aşikardır. Üstelik insana hayatı boyunca en çok seslenilen kelime ismidir. İsmi ile varlık bulur. Dolayısıyla isimler hâle ve kâle; hayâle ve hakikate tesir etmede mahirdir. Nitekim; Hz. Peygamber bol sütlü bir deve hakkında: “Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki, Rasulullah (sas) adama: “İsmin ne?” diye sordu. Adam: “Mürre (acı)” deyince ona “Otur.” dedi. Hz. Peygamber tekrar: “Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım dedi. Hz. Peygamber ona da: “İsmin ne?” diye sordu. Adam: “Harb.” diyince, ona da: “Otur.” dedi. Rasulullah (sas): “Bu deveyi bize kim sağacak?” diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu. O da “Ya’iş” (yaşıyor) cevabını alınca ona “Sen sağ!..” dedi. (Muvatta, İsti’zan 24.)

O halde son söz niyetine İmam Rabbanî’nin dizelerini hayat düsturu olarak okuyuculara emanet etmek isterim:

“Bırakıyorum arzumu O’nun arzusuna

Razıyım rızasına nefsim feda yoluna…”

HÜLYA ANIL KİMDİR?

1968 de Konya’da dünyaya geldi. İlk, orta, lise öğrenimini Konya’da tamamladı. Yüksek öğrenimine bir süre ara verdikten sonra 2009 yılında Ankara İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 2011 yılında Şanlıurfa Müftülüğüne vaiz olarak atandı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 17-18 Aralık 2011 tarihinde düzenlediği Vaaz ve Vaizlik Sempozyumunda “Vaazın Etkinliğinde Kadın Cemaatin Aktif Hale Getirilmesinin Önemi” adlı tebliğini sundu. Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Manevi Danışmanlık alanında; Sosyotelizmin Cep Telefonu Bağımlılığını Tetiklemesi Sonucu Değişen Mahremiyet Algısı isimli çalışma ile tezsiz yüksek lisans yaptı. Necmettin Erbakan Üniversitesi Temel İslam Bilimleri Tasavvuf Ana Bilim Dalında yüksek lisansını Ali Rıza Mehmed Rüşdî Yalvâcî’nin Tavzîhu’r-Râbıta Fî Tevşîhi’l-Hakîka (metin inceleme ve tahlil) adlı eseri üzerinden devam ettirmektedir. 2014 tarihi itibarı ile başladığı Konya Selçuklu İlçe Müftülüğü’nde vaiz olarak görevi devam ederken, 2017 yılından itibaren de Konya Müftülüğü bağımlılıkla mücadele koordinatörü olarak halen görev yapmaktadır.