İÇERİ girdiğimizde kara tahtada bu cümle yer alıyordu: İçi boş kof kütükler. Şaka olsun diye eğlencelik bir cümle yazıldığını düşünen aceleci bir arkadaşın silmeye çalışması üzerine usta müdahale etti ve “Kalsın” dedi.
İÇERİ girdiğimizde kara tahtada bu cümle yer alıyordu: İçi boş kof kütükler.
Şaka olsun diye eğlencelik bir cümle yazıldığını düşünen aceleci bir arkadaşın silmeye çalışması üzerine usta müdahale etti ve 'Kalsın' dedi.
İş giderek ciddileşmeye başlamıştı.
Normalde sohbet öncesinde şen ve şatır olur, ona buna takılır, söz atar ortalık muhabbete boğulurdu.
Gündelik yorgunluklar atılır, böylece zihinler rahatlar ve mevzuya odaklanma daha iyi sağlanırdı.
Normalimiz buydu yani. Bugün bir farklılık var. Deli esecek gibi görünüyor rüzgar!
Kimse ne olduğunu tam olarak kavrayıp yorumlayamadığından ustaya fark ettirmeden kaş göz işaretleri ve mimiklerle anlamaya çalışıyorduk ama nafile.
Durum değişmedi. Tersine var olan havanın ağırlığı daha da arttı.
Mevcut tamamlandı, herkes geldi, yerlerine oturdu. Defter kalem çıkarıldı.
Hoca konuşmuyor takındığı o sert eda ile herkesi süzüyor göz hapsine alıyordu.
Bu gerçekten alışık olduğumuz bir davranış şekli değildi. Bu sebeple gözlerimizi, gözlerinden kaçırıp sadece o cümlenin yazılı olduğu kara tahtaya bakıyorduk.
O kadar ki, gözlerimde bir karıncalanma peydahlanmaya başlamıştı.
Usta sandalyesinden kalktı, tahtanın önüne gelip durdu.
Bir süre daha bu şekilde bekledi.
Ve 'Konu başlığımız bu' dedi, 'Yazın defterlerinize.'
…
VE ardından tozlu beyaz tebeşir ile ilk cümleyi yazdı ve kafasını bize doğru çevirerek 'Bunu da yazın' anlamında başıyla talimat verdi.
- Dışları süslü içleri karanlıktır.
- Gördüğünüz zaman size kalıpları hoş görünür, cüsselerini beğenirsiniz.
- Sözleri yaldızlıdır. Işıltılıdır. Cezbedicidir. Etkileyicidir. Kendilerini dinletirler.
- Süslü ve cazibedar sözlerin pek çok hayranı olur. Ayılanı, bayılanı sık görülür.
- Duygulu konuşurlar lakin duygudan yoksundurlar.
- İyilik nutukları atar bunu herkese öğütlerler ama kendileri bunun için bir şey yapmazlar.
- Öncelikleri iyi bir insan olmak değil başkalarının kendilerini iyi biri olarak görmesini sağlamaktır.
- Gerçek iyiliklerin gizli yapılmasını salık verirler ama kendileri en küçük bir desteği görüntülerler.
- Yaptıkları haksızlıkları örtmek ve gözden kaçırmak sadedinde yüksek sesle haksızlıklara karşı savunular yaparlar.
- Adaletin kendilerinden yana olduğuna inandıklarında faziletine ilişkin etkili açıklamalarda bulunurlar.
- İçine girdikleri topluluğun inanç ve kültür değerlerine uygun bir dil tuttururlar ve buna göre konuşarak dinleyenlerin gönüllerini hoş ederler.
- Sıfatlar edinir bunlara sığınırlar. Kişilik değil unvan önceliklidirler.
- Tanışma sırasında isminden önce kurum, görev ve mesleklerini söylerler. Yani güçlerini ve değerlerini kendilerini arkasına gizledikleri bu payelerden alırlar.
- Allah Kur'an'da kendi ismini ve Nebi'lerinin adlarını sade ve en yalın tanımlamalar şeklinde kullanırken bu kişiler kendilerinin ve ululadığı kimselerin isimlerinin önüne uzun uzun tanımlamalar ve sıfatlar eklemeyi ve bunları vurgulayarak söylemeyi önemli bir görev olarak ifa ederler.
- Var saydıkları ve içine saklandıkları vehmî duygularını sürdürmek için canla başla mücadele ederler.
- Övünmeleri sahtedir çünkü gerçekte var olmayan özellikleri üzerinden yaparlar bunu.
- Başarı odaklıdırlar ve genellikle de başarılıdırlar. Başkalarını küçümsemek ve büyüklenmek için bunu bir zorunluluk olarak görürler.
- Önem ve öncelikleri kutsalları değil egolarıdır.
- Dışlarını süslü kumaştan elbiseler ile kaplarlar ama içlerinde özleri yoktur. Cevherleri kayıptır.
…
USTA tahtaya yazdı, biz defterlerimize.
Bu ilk uygulamamızdı bu disiplinle gerçekleşen. Genellikle sohbet ve müzakere şeklinde cereyan ederdi dersler.
Bu nedenle bugün karşılaştığımız durumla ilgili bir fevkaladelik arıyorduk ama henüz bulamamıştık.
Sandalyesine oturan usta bir süre tahtayı süzdü, cümleleri tek tek gözden geçirdi.
Salonda çıt çıkmıyordu yine.
Yüzüne baktığımızda bundan hoşnut mu, değil mi anlayamıyorduk.
Bize bugün kendisini okutmuyordu.
Tekrar kalktı, tahtaya yürüdü ve yazılanları sildi.
Yeniden tebeşiri eline aldı ve yazmaya başladı.
- Boş kütük gibidirler.
- Kofturlar
- Elbiseler giydirilmiş keresteye benzerler.
- Sahte bir heybetleri vardır.
- Biraz dikkatle bakıldığında çürümüş içlerinin kötü kokusu alınır.
- Güçlü görünen güçsüzlerdir.
- Derman bizdedir deyip dermansız ölenlerdir.
- Kendilerine mahsus bir değerleri yoktur, devşirilmiş kimliklerdir.
- Bilgisizdirler ama çok iyi kamufle olurlar.
- Etkisizdirler ama bunu güç gösterileriyle ustaca gizlerler.
- Bilinçsizdirler. İdrak edip hazmetmedikleri konulardan hep dem vururlar.
- Yük çekmezler, sorumluluk almazlar, başkaları üzerinden geçinirler.
- Korkaktırlar. Sıkça paniğe kapılırlar.
- Her ne kadar kapatmaya gayret etseler de iç dünyalarındaki hıyaneti bildiklerinden herkesten şüphe duyarlar. Kuşkucudurlar.
- Her sözü kendi aleyhlerinde sanarak ürküp tırsarlar.
…
TEBEŞİRİ bıraktı, geçti yerine oturdu.
Yine gözüyle cümleleri okudu ve tekrar bizlere başını döndürerek tek tek süzdü.
Uzunca devam eden sessizlik şu cümleyle sonlandı:
'Bu tanımlara yabancı olan birisi var mı içinizde?'
Yoktu esasında ama buna cevap verme cesareti gösteren çıkmadı içimizden. İşin hakikati bu cümlelerin pek çoğu üzerimize oturuyor. Ne yazık ki, böyle.
Sağa sola kaçmanın, meseleyi çekiştirmenin ne faydası var?
Ya da şimdiye kadar ne yararını gördük bunun…
Sanırım hepimiz yarım saat civarında bu içsel sorgulamalar ile boğuştuk. Kim kazandı, kim kaybetti bilemem. Herkes kendine malûm.
Tahtayı ağır hareketlerle sildi, bize dönüp baktı.
Ne yazacağına dikkatimizi çekmek için bir müddet daha bekledi.
Ve şunu yazdı:
'Kur'an-ı Kerim. Münafikûn Sûresi. Âyet dört.
ÇALIŞIP GELİN.
İçi boş kof kütükler gibi olmayın.'
…
İTİRAFSA, itiraf…
O gün ne kadar boş olduğumuzu, kof bulunduğumuzu, yaslandığımız şeylerin anlamsızlığını, olmaktan daha çok görünmeyi öncelediğimizi derin bir sarsılış ile öğrendik.
Şükürler olsun.
Ya Selam!