“HATIRLADIĞINDA gülümse yeter.” Aynen böyle demiş, bunu yeterli görmüştü. İtiraf edeyim ben bu kadarına razı olamazdım. Her yaşanmışlığın, her duygunun tüm ayrıntıları ile hatırlamasını ve aynı derecede her daim gönlünde sıcak tutmasını isterdim dostlarımın.
'HATIRLADIĞINDA gülümse yeter.'
Aynen böyle demiş, bunu yeterli görmüştü.
İtiraf edeyim ben bu kadarına razı olamazdım.
Her yaşanmışlığın, her duygunun tüm ayrıntıları ile hatırlamasını ve aynı derecede her daim gönlünde sıcak tutmasını isterdim dostlarımın.
Dahası da var.
Unutmamasını isterdim.
'Unutmak da ne demek, olur mu hiç' diyerek heyheylenirdim.
Belki hamlık ya da sığlık ne dersiniz bilemem.
Ama öyle işte, bana göre değil yani.
'Zamanla geçmeyenlerin' yanında saf tutuyorum.
Muhteşem anların öylesine bir anı haline getirilmesine taraftar değilim.
'Zamanla her şey geçer, bir hatıra olur' diyenler elbette doğru söylüyorlar.
Vakıa budur.
Tespit isabetli.
Hayat böyle ama birazcık da olsa direnemez miyiz?
Zamanın geçmesi bunun üzerimizden bir silindir gibi ezip gitmesi ve her yaşanmışlığı silmesini siz normal karşılayabiliyor musunuz?
Ben bu dersi tam hazmedemedim. Sanırım bunun için vakit gerekiyor ama üzerinde düşündüğümde hak vermiyor değilim yalnız bunu kendime itiraf edemiyorum..
Usta 'Fazlaca beklentiniz olmasın' diyordu. 'Bu yorar ve yanıltır, üzer.
Hayat geçer, yaşanmışlıklar silinir, mezarlıklar kaybolur, dostlar görünmez olurlar. Ben sizden fazlasını beklemiyorum' diyerek sözünü bitirdi.
'Hatırladığınızda gülümseyin yeter.'
…
GÜLÜMSEMEK bizim anladığımızdan daha fazla bir anlam ifade ediyordu onun için belli ki…
Ya da o daha fazlasına ihtiyaç duymuyordu.
Yükünü tutmuş, rahmet tohumlarını dostlarının gönüllerine serpmiş ama onlara sahiplik duygusu geliştirmemişti.
O, görevini yapıyordu sadece.
'İyilik elçisi' olarak nerede olması gerekiyorsa vakti vaktine orada oluyordu.
Ama sonrasına karışmıyordu.
Bizi bir yükümlülük altında bırakmıyordu.
Bir ödev yüklemiyordu.
Vefanın gereklerini tam olarak yerine getiremediğimizde bizi bir zorunluluğun içine sürüklemiyordu.
Beklentisi yoktu.
Yaptıklarını yapılması gerektiğine inandığı için yapmıştı.
Bizi kendine borçlu duruma sokmak gibi bir duygunun içine hiç girmemişti.
Bunun ihlası bozduğuna inanıyordu.
Onun zihninde ihlas 'Tam beklentisizlik' olarak yer buluyordu.
Gülümse konusunu gündeme getirmesi kendisi için değil bizim içindi.
Kendimizi kötü hissetmemize mani olmaya yönelikti.
O, tamamıyla unutulmayı yeğliyordu.
…
UNUTULMAKTAN ne çok korkarız oysa.
Bunun olmaması için dostlarımıza hediyeler bile verdiğimiz olur.
'Evladiyelik' tanımlamasıyla alıp sakladığımız nice şeyler aile bireylerinin ve dostlarımızın bizi unutmamasını sağlamak için başvurduğumuz bir yöntemdi.
…
UNUTULMAK tüm insanlar için geçerli değil mi?
Seni unutmasını istemediklerin de bir süre sonra dünyadan yolcu edilip uğurlanmayacaklar mı?
Onların sonu da yükünü yükleyip bu dünyadan gerçek aleme geçmek olmayacak mı?
Bu hakikat önümüzde gün gibi durduğuna göre tüm çabamız bizden sonraki iki neslin hafızasında kalmak için mi?
Buraya sarf ettiğimiz eforu iyiliklerimizi çoğaltma yönünde kullansak esasen daha karlı çıkmayacak mıyız?
Evet, öyle olacak.
Zira Rabbimiz en küçük bir iyiliği bile zayi etmeyecek.
Onun hıfzında baki kalacak.
Mesele bu olduğuna göre beşeriyetimizin bize dayattığı bu anlayıştan uzak kalmak en iyisi değil mi?
İlla da bizden sonraya kalan dostlarımızdan bir şey isteyeceksek usta gibi yapamaz mıyız?
'Hatırladığında gülümse yeter.' diyemez miyiz?
Ya Selam!