‘’ Ya hakkı söyle ya da sus ‘’ diye bilindik bir kelamı kibar var. Kelamı kibar yani erdem sahibi bir kişi tarafından atasözü kabilinden ve de hüsnü kabul görmöş cümle öbeği niteliği taşımaktadır...
'' Ya hakkı söyle ya da sus '' diye bilindik bir kelamı kibar var. Kelamı kibar yani erdem sahibi bir kişi tarafından atasözü kabilinden ve de hüsnü kabul görmöş cümle öbeği niteliği taşımaktadır. İşte ben bu kelamı kibarı ve üstelik bir de erdem sahibi kişi tarafından söylemiş sözü biraz iğdiş etmek ve elbette hemen akabinde biraz da hicvetmek istiyorum.
Eğer ortada bir haksızlık ve dolayısıyla hakka tecavüz eden var ise, hakkı söylemenin dışında bir başka seçeneği ve hele hele de susmak gibi bir seçeneğin varlığını iddia eden bir cümlenin kelamı kibar olması ve bu cümleyi ifade edeninde erdem ve irfan sahibi olması kanımca pek mümkün dahilinde değildir.
Ben, insanı, hakkı söylemek ile susmak arasına sıkıştırmış bu kelamı kibara(!) dair kilolar ağırlığınca eleştirel söz biriktirmişken zalime, zulme, haksızlığa ve hukuksuzluğa alkış tutan, destek veren el, yazı, çizi ve bilimum katkıların varlığını anımsayınca yutkunuverdim tüm tonajlı eleştirel sözlerimi.
Haksızlık ve zulüm karşısındaki susmanın ne büyük İslam ve insanlık ayıbı olduğuna dair sayısız yazılar yazmış ve konuşmalar yapmış bir kişi olarak, zalimin zulmüne onay ve destek verir yazı çizi ve değişik destekler verenleri hangi cümle öbekleri ile eleştirip ne tür sıfatlar ile tanımlamam gerektiğine dair bir acziyet içerisindeyim.
Zulmün ve zalimin karşısında susmak gibi aşşağılık bir eyleme rahmet okutacak olan destek veren yazılar, konuşmalar ve çeşitli etkinlikler, sancının ve sorunun nereden başladığını ve hangi boyutlara evrildiğini göstermesi bakımından son derece çarpıcıdır.
İslami ve insani ilkeleri içselleştirememiş, insan olmaya ve insan kalmaya dair değerler manzumesi ile arasına mesafeler koymuş kişi ve toplumlar, ahlaki ve ilkesel tavır, tutum ve eylem içerisine girmekten yana hep bir yetersizlik göstermekle beraber derin ve yaman çelişkiler içerisinde kalmışlardır.
Susmayacak, hakkı söyleyecek ve asla zalimden yana olmayacak bir karakter ortaya koymak, hem bireysel ve hemde toplumsal bir vecibe olmanın yanı sıra zerreden kürreye- iğneden ipliğe herşeyin senkronize ve huzur içinde olması ve yaşamasının da ön koşuludur.
Hakkın, hukukun ve adaletin zalim, zulüm ve haksızlık ile yan yana gelmesi, birinin diğerine zerre kadar dahi tolerans göstermesi mümkün olmayan karakteristik kavramlar ve özellikler arasındadır.
Birinin varlığı diğerinin yokluğundan öte ölümüne denk düşüyor olması dolayısıyla bir araya gelmeleri ve olmaları olacak işler kabilinden değildir. Bundan sebeptir ki hem İslam ve hem de insanlık tarihi ve tecrübesi mazlum ile zalim, hak ile haksızlık arasında ki anlamlı ve soluksuz kavgaya şahitlik etmiş ve dikkat çekmiştir.
Zalim ve zulum karşısında susmanın da zalim ve zulme ışık tutmak, teşvik kabilinden prim vermek anlamına geldiğinin farkına varamamış bir toplumun '' ya hakkı söyle ya da sus '' türünden bir ucube söylemi diline pelesenk edivermesinde yadırganır (!) bir durum olmasa gerek diye düşünüyorum.
Sadece bahsini yaptığım cümle öbeği ile sınırlı kalsa, rıza göstermekle birlikte şükür kabilinden bağrıma basacağım da, saymakla bitiremeyeceğim nevi şahsına münhasır sapkın cümleler ile can evinden vurulmuş ve vurulmaya devam eden bir toplum kabilindeyiz.
Mihrabım diyerek sana yüz vurdum ya da sensiz Cennet bile sürgün sayılır türünden Rabbe baş kaldırı, İnsanı Tanrılaştıran bir iki örnek cümle daha koyarak orta yere, nerelerden, hangi cümleler sebebiyle nasıl hançerlendiğimize bir ışık daha tutmak istedim.
Işımak isteyenlere selam olsun...