HAKEM OLAYI (TAHKİM)-1
İslam öncesi dönemde Araplarda iki grup arasında bir anlaşmazlık çıktığında hakeme başvurulurdu. Taraflar da hakemin vereceği karara uyarlardı. Daha sonra İslam, bu tür anlaşmazlıkların Peygambere getirilmesini istemişti. Sıffin savaşında yapılan ise var olan böyle bir müessesenin uygulanmasıydı.
Sıffin savaşında Hz. Ali’nin ordusunun Hz. Muaviye ordusuna karşı galibiyet elde etmek üzere olduğu anlaşılınca karşı taraf Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna takarak aralarındaki sorunu savaş yapmadan Kur’an’ın hakemliğine baş vurarak çözmek istediklerini söylediler. Her ne kadar Hz. Ali bunun bir savaş hilesi olduğunu söylese de taraftarlarını ikna edemedi. Taraftarları, Kur’an’ın hakemliğine nasıl itiraz edebileceğini söylediler. Bunun üzerine Hz. Ali üstün bir şekilde sürdürdüğü savaşı durdurmak ve hakem olayına başvurmak zorunda kaldı. Hakemler için sorunu çözmek amacıyla altı aylık bir ateşkes ilan edildi. Hz. Ali’nin adamları, Hz. Ali’yi hakem olayına zorlamakla kalmayıp gönderilecek hakemde de belirleyici rol oynadılar. Hz. Ali, Abdullah b. Abbas’ı kendi hakemi olarak göndermek isterken adamları karşı çıkıp onun yerine Ebu Musa el-Eşari’yi seçtiler. Hz. Ali, adamlarının karşına alamadığından mecburen durumu kabul etmek zorunda kaldı. İşte İslam tarihini günümüze kadar etkileyen olaylar zinciri de böylece başladı. Hakem olayı, Sıffin savaşı, Hariciler gibi konular hala tartışılmakta ve Müslümanların fırkalara ayrılmasına yol açmaktadır.
Abdulaziz ed-Duri tahkim olayını kabilevi akım ile İslami akımın
müccadelesi şeklinde izah eder ve şöyle der: “Sıffin savaşında
Şamlıların kabilevi çığlıkları Ali’nin askerlerini de etkiledi. Onu
tahkimi kabule zorladılar. Sonra da Ebu Musa el-Eşari’yi göndermeye
zorladılar. Halbuki o, Ali’den ayrılmıştı. Ali, Onun yerine
Abdullah b. Abbas’ı önerince el-Eş’as itiraz ederek; “vallahi bu
işte kıyamet kopuncaya kadar iki Mudarlı hakem olmaz. Eğer onlar
Mudar’dan bir adam gönderirlerse sen de Yemen’den bir adam gönder”
diyerek geleneksel kuzeyli – güneyli kapışmasını başlattığı gibi,
kabileciliğin boyutlarını da göstermesi açısından ilginçtir. Ali,
Yemen’in Kureyş tarafından aldatılabileceğine dikkat çekince
el-Eş’as “Vallahi birisi Yemen’den olup da bizim hoşlanmadığımız
bir şeye karar vermesi, bizim hoşumuza gitse de iki mudarlı’nın
karar vermesinden daha güzeldir.”
Bu Hz. Ali’nin İslami yönelişinin anlaşılmadığını göstermektedir.
Veya artık şartlar ve konjonktürler değişmiş, o ilk dönem saf ve
temiz İslami anlayış yerine kabilevi akımın güçlendiği bir safha
açılmıştı. Çünkü bir çok Arap kabileleri İslam’ı iyi sindirmeden
Müslüman olmuşlardı. İslam bir anlamda bir Arap milli dini halini
almıştı. Bu dönemin ruhunu iyi anlayan Hz. Muaviye ve ekibi
kabilevi dürtüleri çok güzel kullanarak iktidar merdivenlerini
tırmanacaklardır.
Gelelim Hz. Alinin tahkimi kabul etmesi olayına. Hz. Ali tahkimi kabul etmekle kendi halifelik konumunu tartışmaya açmış oldu. Ayrıca Hz. Muaviye’nin de haklı olabileceğinin kabulü anlamına geliyordu. Kendini Muaviye ile eşit hale getirdi. Aslında Hz. Ali’nin tahkimi kabul etmesi onun bu tarz yanıltmaya dayalı bir siyaseti bilmediğini göstermektedir. Çünkü ozamana kadar insanlar sadece hakkı söylerlerdi. Diğerleri ya kabul eder ya da red ederdi. Fakat şimdi hakkı söylemek değil kitleleri ikna etmeye dayalı bir anlayış ve siyaset egemen olmuştu. Kitleleri ikna edebilen haklı sayılıyordu. (Burada hz. Ali’nin baskıyla tahkimi kabul ettiği itirazı yapılabilir. Ama tarihçi için sonuç önemlidir. O da tahkimi kabul etmiş olmasıdır. Bu işin siyasi sorumluluğu yönetim gücünü üstlenendedir. Siyaset, mazeret kabul etmez.) Bu tavır, onun sonunun başlangıcı olmuştur. O tarihe kadar herhangi bir halifelik iddiasında bulunmayan ve tamamiyle Hz. Osman’ın katillerini aradığını iddia eden Hz. Muaviye’ye halifelik iddiasında bulunma fırsatını vermiştir. Tahkime kadar Hz. Muaviye, Halifeye karşı isyankar bir vali konumundayken, şimdi Hz. Ali ile eşit koşullarda bir halife adayı statüsüne sokulmuştur.
Hakem olayı ile ilgili tartışmalar ve kaynakların sıhhati konusuna girsek ve Ebubekir Sifil hocanın söylemlerini kabul etsek bile (ravilerin güvenilirliği hakkında bir yazı ve itiraz var. Fakat yine de farklı kaynaklardan verdiği bilgiler de olayı çok değiştirmiyor.) aslında bir şey değişmiyor. Sonunda hakem olayında hakemlerin anlaştıkları konunun dışında bir söylem gerçekleştirdiğini görüyoruz.