Güç, makam ve servet sahipleri, “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” anlayışındadır. Tabi hepsi için değil sözlerim.
Güç, makam ve servet sahipleri, 'kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez' anlayışındadır.
Tabi hepsi için değil sözlerim.
İstisna kabilinden, bazı makam, güç ve servet sahipleri, Allah rızası için yardım edebilir, gariban ve fakirlere destek olabilir.
Sözüm onlar için değildir elbet.
Güç, makam ve servet sahiplerinden tamamen, hasbi ve samimi olanlar için saygım var. Allah onlardan razı olsun. Onlara saygım olduğu kadar sevgim var.
Bir sözüm de şu gariban, zavallı ve güçsüz kimselere.
Onlar da 'güç, makam ve servet sahiplerini' gözlerinde fazla büyütmesinler.
Bütün güç, kudret, nusret, iktidar, karar ve yetki Allah'tadır.
O'nun (cc) dediği olur.
Güç, makam ve servet sahiplerini gözünde büyütüp de onlardan yardım dilemek için 'etraflarında pervane olanlar', bu tavrınızdan vaz geçin.
Onlar yani umut besledikleriniz ve yardım diledikleriniz, size bakar, sizden fayda sağlayacaksa, size yardım eder.
Meşhur veciz bir söz var ya, 'almadan vermek Allah'a mahsus' sözü var ya, o adamlar bu sözün gereğini yaparlar.
Yani almadan ve sizin sırtınızdan bir şeyler elde etmeden size bir şey vermezler.
İşte bu genç, 'çok doğru ve dürüst' imiş, işte bu kişi, 'çok çalışkan ve üretken' imiş, bunları dikkate alarak size makam ve mevki vermezler, sizden bir karşılık beklerler.
Ben 37 yıldır kamuda denetçi görevinde çalışıyorum. Hakkıyla ve başarısıyla bir üst göreve geleni gördüm mü? Gördüm.
Ancak o gördüklerim bir elin 10 parmağını geçmez.
Peki, daha çok neyi gördüm?
Kamuda yükselenler ve makam sahibi olanlar, hep birilerinin yakınları, hep birilerinin hizmetkarı olmuş kişiler. Birilerine somut çıkar sağlamış kişilere makam, mevki ve imkan verilmektedir. Ya da o kişilerin çok yakını ve ailesinden olacaksın. Bunun dışında 'ağzınla kuş tutsan yükselemezsin. Makam ve mevki vermezler.'
Dost acı söyler, doğru söyler.
Kur'an-ı Kerim'de bir ayet-i kerime var. Daha doğrusu bir sure var.
Abese Suresi var.
Abese suresi, 42 ayetten oluşmaktadır. Mekke döneminde inen sure, adını birinci ayetteki 'abese' fiilinden almıştır. 'Abese', 'yüzünü ekşitti' demektir.
Bu surenin 12 ayetinin meali aşağıdaki gibidir.
'Kendisine o ama geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü.(Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek. Kendini muhtaç hissetmeyene gelince; Sen, ona yöneliyorsun. (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne! Allah'a karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun. Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur'an) bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır. (Abese Suresi, 1-12)
Abese sûresinin nüzûl sebebi olarak şu olay nakledilir: Hazreti Peygamber (asm) bir gün, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden, güç, mevki ve servet sahiplerinden Utbe b. Rebîa, Ebû Cehil, Ümeyye b. Halef ve Abbas b. Abdülmuttalib ile konuşuyordu. Onların Müslüman olmalarını istiyor ve bu konuda gayret gösteriyordu. Bu sırada ama sahabîlerden, fakir ve güçsüz İbn Ümmü Mektûm o yere, yani Peygamberimiz (asm) ve konuşma yaptığı o kişilerin yanlarına gelerek Hazreti Peygamber'den kendisine bir ayet okumasını istedi. 'Ey Allah'ın elçisi, Allah'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret!' dedi ve onun başkalarıyla meşgul olduğunu farketmediğinden bu sözünü birkaç defa tekrarladı. Konuşmasının kesilmesinden dolayı canı sıkılan, güç, mevki ve servet sahiplerinin de İslam'ı kabul etmesini çok isteyen Sevgili Peygamber Efendimiz (asm), sözünün kesilmesinden kaynaklanan hoşnutsuzluğunu yüz ifadeleriyle açığa vurdu ve güçsüz, zayıf, gariban İbn Ümmü Mektûm ile ilgilenmedi. O dönemin zengin, servet ve mevki sahiplerine döndü ve konuşmasını sürdürdü. Konuşmasını bitirip kalkacağı sırada Abese Suresi nazil oldu.
Tabi bu durum Sevgili Peygamberimiz (asm) Hazreti Muhammedi çok müteessir etti. O günden sonra Hazreti Peygamber (asm) ne vakit İbn Ümmü Mektum'a rastlasa 'Ey kendisinden dolayı Rabbimin beni azarladığı zat, merhaba!' diye hitap ettiği ve kendisine iltifat ve ikramda bulunduğu bilinmektedir.
Evet, konu bu kadar açıktır.
Servet, makam ve güç sahiplerinden yardım ve destek istemeye gerek yok. Onları gözümüzde büyütmeye gerek yok. Bakın onları gözünde büyüten ve bir garibana yüzünü ekşiten Sevgili Peygamberimiz (asm) Yüce Rabbimiz (cc) tarafından ikaz edilmiştir.
Bütün güç ve iktidar, bütün yetki ve karar, bütün nusret ve kudret Allah'ındır. Allah (cc) dilerse hem imani, İslamî yolda bizi güçlü ve izzetli kılar, hem de geleceğimiz ve varacağımız bir mevkii ve makamı elde ederiz.
Biz (kendimi ve etrafımda gördüklerimi de katarak söylüyorum, evet Biz) bu kadar zamandır, bu yaşa kadar, güç, servet, makam ve mevki sahiplerinden yardım beklediğimiz kadar Allah'tan bekleseydik, o adamların kapısına gittiğimiz kadar Allah'ın kapısına gitseydik, (vallahi) şimdiye kadar bir yere gelir ve bir güç, kudret, servet, makam ve mevki sahibi olurduk.
Bu sözü kendime söylüyorum en başta. Tabi etrafımda gördüklerime de söylüyorum.
Anlayan anladı.
Yazımı şu iki ayet-i kerimenin meali ile bitiriyorum:
'Oysa biz o ülkede güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak, onları (ülkelerinin) varisleri kılmak istiyorduk. Onları belli bir yere yerleştirmek, Firavun'a, Haman'a ve ordularına, sakındıkları şeyi onların eliyle başlarına getirip göstermek (istiyorduk).' (Kasas Suresi, 5-6)
Bütün gücümle ve hançeremin kuvvetinin yettiği kadar haykırıyorum: 'Bütün güç, kudret, nusret, karar ve yetki Allah'ındır.'
Allah (cc) dilerse olur. Evet, O (cc) dilerse, o adamları, yani güç, kuvvet, makam ve servet sahiplerini ayaklarınıza getirir. Yani, o adamların ayaklarına gitmeye gerek yok.
Vesselam.