Tek neşe bu dünyada, var olmanın sevinci;
Ve tek ilim, varlığın bilinmeden bilinci…
(1977)
Necip Fazıl’ın Çile kitabından satırlar.
Var olmanın sevincini yaşıyor ve var olabilmenin ağırlığında eziliyoruz. Hakkını veremediğimizden her geçen gün yüklerimiz fazlalaşıyor. Buradaki varlık bambaşka benim bahsedeceğim varlık bir başka…Aslında bahsetmek istediğim; yokluk…
Varlığın içinde var olan yokluk. Maddi manada yokluk. Şunu hatırınızdan çıkarmayınız. Varlığın gösterilmeye ihtiyacı yoktur, çünkü zaten vardır ki ispatlanmaya çalışılan şey varlık değil amirane tabirle görgü meselesidir.
Takdir edersiniz ki ebeveynler, yoklukla nasıl baş edileceğini çok iyi biliyorlar. Nefis terbiyesi açlık ve yoklukla mümkün olabilir. Fakat iş varlığa ve tokluğa gelince işler değişiyor. O klişe cümle şu ki “ben yokluk gördüm evlatlarım görmesin.”
Anne babalar, kendilerinde yoklukla açılan boşluğu evlatlarında varlıkla kapattıklarından beri denge terazisi şaşmış durumda. Hem fikir miyiz? Çocuklarına varlığı anlatırken farkında olarak ya da olmayarak ekilen kibir tohumları toplumda nelere mal oluyor bir bilsek! Her istediği şeye istediği an ulaşılabilir olmanın sonuçlarını ergenlik zamanında yaşanılan tutarsızlıklardan önce anlayamıyoruz maalesef. Bir şeyin yanlış yapıldığını anlamak için elimizde koskoca ve geri dönülemez şekilde sonuçlar mı olması gerekiyor? Okuma yaparken “helikopter ebeveyn” tabiriyle karşılaştım. Psikoterapist Haim Ginott’un çıkardığı bir kavram olarak, küçük bir çocuğun annesini bu şekilde tanımlamasıyla ortaya çıkmış bir kavram. Kavrama verilen isimden de anlaşılacağı üzere ebeveynlerin sürekli olarak çocuklarının etrafında dolandıklarına vurgu yapıldığı anlaşılır. Çocuğa dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşündüren cümleleri sarf etmek ve hatta sınır dediğimiz yegâne şeyin olmaması önce ebeveynlerin elden geçmesi gerektiğine apaçık delildir benim açımdan. Kimse yokluk görsün demiyorum, fakat denge yahu! Ya da belki göz ardı etmek istediğimiz sınırlar. Çocuğa, varlık içinde olduğunu anlatırken, istediğin kadar harcama yapabilirsin derken ve bazı zamanlarda kendi potansiyelini ortaya çıkarabilecek kadar imkânsızlık yaşamasına izin verilmeyerek ne kadar sağlıklı birey yetişir soruyorum. Ebeveynlerin biz görmedik onlar görsün düsturu topluma bencil, zorba, kendini ziyadesiyle beğenmiş, empati yoksunu şahsiyetler kazandırmaktan başka ne geçirdi elimize? Ben işin kötü tarafından bakarak yorum yapmıyorum, maddiyatsızlığı güzellemiyorum. Burada bahsetmek istediğim şey manevi terbiye. Varlığın vereceği tevazu ile yaşarsa çocuk her halükarda başarılı olur. Cenazenin ortasında alışveriş yapmak istiyorum diye ağlayan çocuk tanıyorum ve anne babanın çaresizliğine üzülüyorum. Tüm dünyanın kendi etraflarında döndüğünü düşünmeleri ve dahi davranışlarına yansımaları evvela anne babayı üzmez mi? Dedem vefat ettiğinde ne annem ne de babam cenazeyi görmemem ya da kabristana gitmemem için herhangi bir uğraşta bulunmadılar. Çünkü yetişkindim ve ölümü biliyordum. Yakın zamanda 5 yaşındaki öğrencimizin babasını kaybetmesi üzerine psikoloğumuz eşliğinde ölümü anlatacaktık fakat annesi Allah babanı cennete götürdü dediğini öğrenince susmak zorunda kaldık bu yanlışı telafi etmeye çalışarak. Şimdilerde bakıyorum çocuğu üniversiteye giden pek tabi her şeyi farkında olan yetişkinlere ölüleri saklamak için elinden geleni yapıyor anne babalar. Çocuklarını düşündükleri için yaptıklarını sanıyordum fakat onların kendi çaplarında sen gelme anneciğim kabristana, sen bakma yavrum dedene diyerek koruduğunu sandıkları çocuklar alasını internetten görüyorlar zaten, hem de daha acımasızca… Bir de şu var ki belki küstahça olacak ama söylemek zorundayım. Kendi evlatlarına Fatiha öğretemeyen ebeveynler başkalarının evlatlarından Fatiha dileniyorlar. Sormazlar mı dünya kaygısından azıcık geçebilip en azından arkanızdan Yasin okuyabilecek kadar bari okutabilseydiniz diye! Çünkü ata olmak ile ebeveyn olmak arasında kalınca bir çizgi vardır. Velhasıl ata olmak hüner işi, ebeveyn olmak mümkünken.