Tabii ve fıtri para kazanma yolu sanat, ziraat ve ticarettir. Memurluk ise para kazanmak, geçimini sağlamak için yapılmaz. Vatana hizmet için yapılır. Örnek verecek olursak bir öğretmen nasıl çok para kazanırım derdinde olmamalıdır. Öğrencilerime “nasıl güzel ders anlatırım” veya “ vatana, millete hayırlı bir vatandaş olması için neler yapabilirim” gibi konuları kendine hedef almalıdır.

Atalarımızdan bazı olumsuz özellikleri de miras almışızdır. Bunlardan bir tanesi 'memur olma isteği' ve hastalığıdır. Öyle ki çok güzel sanatı olan bir kişiye dahi kız vermek yerine 'sigortalı' diye memurlara kızını veren insanımız çoktur.

Halbuki tabii ve fıtri para kazanma yolu sanat, ziraat ve ticarettir. Memurluk ise para kazanmak, geçimini sağlamak için yapılmaz. Vatana hizmet için yapılır. Örnek verecek olursak bir öğretmen nasıl çok para kazanırım derdinde olmamalıdır. Öğrencilerime 'nasıl güzel ders anlatırım' veya ' vatana, millete hayırlı bir vatandaş olması için neler yapabilirim' gibi konuları kendine hedef almalıdır.

Öğretmen örneğini, askerlik dahil bütün memur meslekleri için genişletebiliriz. Zaten çok para kazanıp halktan kopuk bir şekilde yaşayan kişilere memur denmez. Bunlar halkın ensesinde boza pişirip yetimin malını gasp etmekten utanmayan bir çeşit hırsızlardır. Sonradan zengin olmuş memurlara iyi gözle bakılmamasının nedenlerini iyi düşünmek gerekir.

Said Nursi, Münazarat isimli eserinde bu konuya açıklık getirmiştir. Devlet kapısında dilencilik manasında alışılagelmiş memuriyet mesleğinin ülkemizin gelişip kalkınmasında ne derece olumsuz etkisi olduğunu örnekleriyle ifade etmiştir.

'Biz, gayr-ı tabiî ve tenbelliğe müsaid ve gururu okşayan imaret maişetine el atıp, belamızı bulduk… Gayr-ı tabiî ise, memuriyet ve her nev'iyle imarettir. Bence imareti, ne nam ile olursa olsun, medar-ı maişet edenler bir nevi cerrar ve aceze ve seeledir (aciz dilenci) . Fakat hilebaz kısmında… Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nevi çingenelik eder. İşte memuriyet filcümle ve askerlik bilcümle bizde olduğu için, servetimizi israf eline verip neslimizi etrafa saçıp zayi' ettik. Eğer öyle gitse idi, biz de elden giderdik'.

En önemli düşmanlarımızı; cehalet, zaruret ve ihtilaf olarak belirleyen Bediüzzaman, bunlara karşı çareleri de göstermiştir. Cehalete karşı eğitimi; zaruret denilen fakirliğe ve geri kalmışlığa da her zamanın geçerli ve temel meslekleri olan 'ziraat, ticaret ve sanatı' tavsiye eder. Memuriyeti ve idareciliği temel meslek olarak görmeyen Bediüzzaman, memuriyet ve idareciliğin geçim kaygısı ile değil, millete hizmet etmek amacını taşıması gerektiğine dikkat çeker.

İşte geçimini temin etmek için devlet kapısını zorlamak; kabiliyetli ve yetenekli insanlara yakışmaz. Bu işler, asalak ve başkasının sırtından geçinmeyi alışkanlık haline getirmiş insanlara yakışan bir davranış şeklidir.

İşte memurluk yerine güzel bir sanat öğrenmek örneğin doktor, mühendis, avukat gibi mesleklerde kendini yetiştirerek zengin olmak mümkündür. Zaten sanat sahibi olmak için okumak şart da değildir. Çok güzel işçiliği olan bir marangoz veya bir dekoratör okullara gitmeden de mesleğinin zirvesine çıkıp başarılı bir iş adamı olabilir.

Kalkınmak için diğer bir güzel meslek ise ticarettir. Hatta 'rızkın onda dokuzu ticaretten gelir' mealinde hadisler vardır. Eğer birisi zengin olmak istiyor ise ticaretle uğraşmalı yeterli sermayesi yok ise bunu elde edene kadar tasarruf yaparak para biriktirmelidir. Unutmamak gerekir ki zekatı verilen ve helal yolla kazanılmış para kutsal ve bereketlidir. Hayırlı ve güzel bir iş örneğin; ticaret yapmak için sermaye biriktirmek günah değildir. Bilakis ayet ve hadislerde bu durumdan övgü ile söz edilmiştir.

Sanat ve ticaretten başka zengin olmanın en tabii yolu ise ziraat ve hayvancılıktır. Bu makalede daha çok bu konu üzerinde durmak istiyorum.

Babadan kalma toprağı olan veya tarımla uğraşmaktan zevk alan kişiler için yapılacak işlerden bir tanesi ise ziraattır. Allah'ın insanlara rızık olarak verdiği binlerce ürünü yetiştirmek hem topluma hem de kişiye çok büyük kazanç sağlayacaktır.

Eğer toprağı yok ve satın alamıyor ise işte bu sefer yapılacak en güzel işlerden bir tanesi hayvancılıktır. Etinden tüyüne kadar her yönü ile hizmet eden evcil hayvanları yetiştirmek zenginlik kaynağıdır. Hayvancılık ve bu uğraş ile ilgili olarak Kuran ayetleri çok önemli olup bu meslek teşvik edilmiştir. Örnek olarak En'am Suresi 142. Ayette mealen:

'Hayvanlardan yük taşıyan ve (yünlerinden, tüylerinden) döşek yapılanları da (yaratan O'dur). Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden yiyin ve şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır' buyrulmaktadır.

İşte geçim yani maişet için geçerli ve tabii yollardan bir tanesi ziraat ve hayvancılıktır. Zira bir ülkenin kalkınması müstahsillerin çoğalması ve müstehliklerin az olmasına bağlıdır. Bir ülkede üreticiler azalır, tüketiciler çoğalırsa o ülke fakir düşer. Memurlar ve idareciler tüketici sınıfını teşkil ederler. Toplum hayatının devamı ve ihtiyaçlarının giderilmesi ancak sanat, ticaret ve ziraat alanındaki üretime bağlıdır.

Şayet ihtiyaçtan fazla üretim olursa o zaman ülke halkı fazlasını dış ülkelere ihraç ederek ülke kalkınmasına ve zenginliğine hizmet etmiş olurlar. İsrafa alışan idareci ve memurların çok olduğu, tüketimin arttığı, üretimin azaldığı, herkesin gözünü devlet kapısına diktiği bir ülke daima fakir düşer.

Torunu Tuğrul'un kurduğu ve bugünkü İran'da bulunan Rey kentini başkent olarak seçen Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na adını veren Selçuk Bey, hayvancılığa önem veren bir yöneticidir.

Türklerin kurduğu Hazar Devleti'nin ordu komutanı olan Dukak Bey'ın oğlu olan Selçuk Bey, Maveraünnehir'den beraberindeki 100 atlıyla birlikte Cend kentine doğru yola çıktığında 1500 deve ve 50 bin kadar koyundan oluşan sürüleriyle kendilerine yeni bir yaşam kurmanın arifesinde olan Türkmenlere öncülük ediyordu.

Selçuk Bey'in hayvancılık konusunda vermiş olduğu nasihatler pek meşhurdur. Zira Türklerin Orta Asya'dan İran platosuna, Anadolu'dan Balkan coğrafyasına kadar uzanan tarihsel akışında hem bir sırrın hem de bir canlı türünün ne kadar yaşamsal önemde olduğunu görmek isteyen akıl sahiplerine hayvancılığı ve koyun sahibi olmayı öğütlemiştir.

Selçuk Bey, Kur'an'da 'katımızdan ilim verdiğimiz' diye anlatılan ilim adamlarından almış olduğu nasihatlere ömrü boyunca önem vermiş ve evlatlarına da vasiyet ederek uygulanmasını sağlamıştır. Kısaca 'Koyun zenginlik getirir' demiş ve bir cihan devletinin kurulmasına yol açmıştır.

İslamiyet'in 'kılıç zoruyla yayıldığını' iddia edenlere güzel bir cevap olan onun bu sözü üzerinde biraz durmak gerekiyor. Selçuklu Devleti yöneticilerine ve halkına yapılan öğüt ve nasihatler şöyledir:

  • Bir dişi bir erkek, bir çift koyunu; yaşadığın yerin yakınlardaki bir köye giderek, maddi durumu, imkanları pek iyi olmayan iyi bir aileyi bularak, onlara bu bir çift koyunu zekatın olarak ver, ama onlara tembih et;
  • Sakın satmayın bunları! Çoğaltın! Koyun zenginliktir! Koyun haneye zenginlik getirir! Çok acil ihtiyacınız varsa, onun için de size bir miktar para vereyim, ama bu koyunları sakın satmayın!
  • Bu bir sırdır! Bu ledün ilmi sırlarından biridir!
  • Etraf yeşillik içerisinde kolay beslenirler, yünlerinden sütlerinden faydalanın, onları çoğaltın. Haneniz kısa sürede zenginlik bulacaktır! Sürüleriniz olsun. Koyunlar kısa sürede çoğalırlar!
  • Bu işleri Allah'ın sana farz kıldığı zekat emrini yerine getirmenin bilinci içerisinde yap ve sonra gör yaşamına yağan mucizeleri…
  • Koyun zenginlik getirir! Bir Oğuz'a bir çift koyun verirseniz, onları hızla çoğaltarak beş yıl sonra bir köy, 10 yıl sonra bir şehir, 20 yıl sonra da bir ülke kurar. Adaletli ve köklerinden gelen geleneğe sırtını dönmeyen bir yönetim anlayışını sürdürürse de kısa sürede o ülke büyük bir cihan devletine dönüşür.

Gerçekten de hayvancılık ve Koyun üretimi, Büyük Selçuklu devletinde zenginliği de beraberinde getirmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu kabul edilen Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın beraberinde getirdiği tiftik keçisi de, Ankara ve çevresine yerleşen Türkmenler tarafından yetiştirilerek 'Angora' (Ankara keçisi) olarak anılmaya başlanmıştır.

İlerleyen yıllarda Ankara keçisinden elde edilen 'Türk tiftiğinden üretilen ve Avrupa'da büyük talep gören kumaş, Osmanlı İmparatorluğu'nun bu alanda tekel oluşturmasını sağlayacaktı. Ancak yine aynı Osmanlı, 1838'de bu tekeli kendi elleriyle İngilizlere kaptırırken, aynı zamanda büyük çöküşüne giden yolun taşlarından birini daha döşeyecekti.

Şimdi ise yeniden fakir köylünün evinden mucize yayılarak devletin mucizesi olmuştur. Bu büyük gelir zekat sayesinde çok büyük zenginliklere kaynaklık eder. İşte buradaki sırrı bilmeyenler ve anlayamayanlar:

'Şimdi devir yüksek teknoloji devri sen hala koyunla mı uğraşıyorsun' diyebilirler. Oysa düşünmek gerekir ki; 86 milyonluk nüfusun her biri yüksek teknoloji şirketi kuramaz. Her vatandaş bir yazılım mühendisi değildir. Buna gerek de yoktur.

Bununla birlikte hayvancılık ve ziraat gelir dağılımının düzelmesine ve ülkenin zenginleşmesine büyük katkı yapmaktadır. Zira Allah'ın bir lütfü olan bu evil hayvan besiciliği geçim ve maişet için çok önemlidir.

Özellikle para ve sermayenin, tabandaki alım gücü düşük halka dengeli bir şekilde yayılması sonucunda ekonomik kalkınma çok hızlı bir şekilde gerçekleşecektir. Hayvancılık sayesinde halkı oluşturan milyonlarca insan elde ettiği gelir ile alışveriş yapar, ihtiyaçlarını almaya başlar, esnafın dükkanı hareketlenir, ekonomi bu şekilde güçlü bir şekilde canlanır. Devlet ise halkın zenginliği sayesinde büyür ve güçlü olur.

Kılı kırk yararcasına, malının kırkta birini (ziraat ve hayvancılıkta ise onda birini) hesap edip vermeyen cimriler gibi yapmamak gerekiyor. Zira zekatı gönülden vermek gerekir. Unutmamak gerekir ki; zekatın her iki dünyada hesabı ve bedeli vardır.

'Allah nasip etti aldım. Borcunu da öderim, zekatımı da öderim' demek gerekir. Ayrıca cömert bir şekilde zekatı vermek gerekir. Hem de bunu yaparken çiftler halinde koyun olarak ihtiyaç sahibi aileye vermek lazımdır. İşte Süleyman Şah'a verilen sırrı bu şekilde idrak edebiliriz.

Yoksulluğu bitirmek hayır işi değildir. Devlet idarecilerine ve her aile yöneticisine bir görevdir. Bunu temin için zekat en önemli vesiledir. Eğer yerine getirilmez ise hesabı da çok çetindir; bilmek gerekir.

Ülkenin kalkınmışlığı ve geri kalmışlığı da yine ülke idaresinin hürriyetçi olup olmaması, insani değerlere sahip çıkıp çıkmaması ile doğru orantılıdır. Bilhassa ırkçılığı devlet politikası haline getirmiş ve devletçiliği ilke olarak benimsemiş bir 'ulus devletin' ülkede yaşayan farklı ırk ve kökenden gelmiş, farklı dil ve kültüre sahip insanları şevk ve gayrete getirerek ülke kalkınmasına katması zordur.

Böyle bir devlet tabiatı icabı monopoldür; yani tekelcidir. Tekelcilik ise kendisinden başkasına hayat hakkı tanımaz. Ekonomik monopolcülük de 'serbest girişimi' önler.

Hürriyetçi ve insani değerlere değil de ulusçu değerlere önem veren ve bunu halkının zihniyetine yerleştiren bir devlet yapısında halk devlete bağımlı hale gelir. Her şeyi devletten beklemeye başlar. Bu sakat anlayışa göre devlet; her şeyi yapabilir. Ekonomiyi büyütür, insanları eğitir, besler, iş sahibi yapar, ticaret yapar, korur. Fakirliği ortadan kaldırır. Hatta devlet vatandaşlarının düşüncelerine ve inançlarına müdahale eder ve nasıl yaşamaları gerektiğine dahi karar verir. İşte bu zihniyetin vardığı son nokta geri kalmışlık ve fakirliktir.

Bediüzzaman, kendisine sorulan 'Eskiden Müslümanlar zengin, ecnebiler fakirdi; şimdi ise durum tersine döndü. Sebebi nedir?' sualine verdiği cevabında özetle şunları söyler:

Her şeyden önce 'Leyselil insane illa ma'sa' yani 'Kişiye çalıştığının karşılığı vardır' ayetinden kaynaklanan çalışma meylinin ve 'Çalışan ve helal kazanan Allah'ın sevgili kuludur' hadisinden kaynaklanan çalışma şevkinin bazı yanlış telkinler ile kırıldığını söyler.

'İ'lay-ı Kelimetullah' denilen yani Allah'ın adını ve şanını yüceltme vesilesi; bu zamanda maddeten terakki ile yani zenginlikle olacaktır. Hazreti Muhammed'in (asm) 'Dünya ahiretin tarlasıdır' hadisinden; çalışmanın önemli olduğunu anlamak mümkündür. Sonsuz olan ahiret yurdunda mutlu olmak için Allah rızasını kazanmak ve dünyaya da çalışmak gereklidir. Ayrıca 'İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır' hadisiyle de insanlara faydalı olmanın dinin emri olduğunu asla unutmamak gereklidir.

Bilhassa 'din duygusunun daha fazla hakim olduğu Asya'da geri kalmışlığa, cehalete ve her çeşit bölünmüşlüğe karşı kurtuluş çaresi, dindir. Çünkü din 'sevgi ile birlik beraberliği, Allah'ı tanımakla yani marifet ile fikir birliğini, uhuvvet ve kardeşlik duygusu da yardımlaşmayı gerekli kılmaktadır. Sevgi, birlik, beraberlik, ilim, fikirlerin beraberliği ve uyumu, kardeşlik, yardımlaşma; sonuş olarak başarılı kalkınma politikalarını getirecektir. Aksi takdirde yapılan birçok yatırımlar ve kaynaklar israf olup gider.

Kalkınma için yapılacak çalışmalarda samimiyetin ölçüsü 'sevgi, hürmet ve merhamettir.' Zira 'Hamiyet, muhabbet, hürmet ve merhametin zaruri bir neticesidir. Onsuz olmaz ve illa yalandır, sahtekarlıktır.'

Devletin kalkınmadaki en önemli görevi gerek yeraltı ve yerüstü, gerekse insan kaynaklarının kullanımında planlama, güven oluşturma ve yardımlaşmayı kolaylaştırmayı sağlamasıdır. Yoksa bizzat üretime soyunan bir devletten hayır gelmez. Devlet kendi üstüne düşen asli vazifeleri yapmalı zenginleşmek isteyen vatandaşların önüne geçerek engel olmamalıdır. İnsanları zengin olan bir devlet, zaten zengin devlet demektir.

Bu hususlar da yine dinin kutsal emirleriyle yani takva ve dini salabet ile olur. İnancı sarsılmış ve ahlakı bozulmuş bir toplumu idare etmek çok zordur. Türkiye gibi bir ülkede güveni sağlamak ve yardımlaşma unsurlarını harekete geçirmek; ancak din ile olur. Asayiş ve güven oluşturulduktan sonra kalkınma politikaları rahatlıkla uygulanabilir.

Teşebbüs-ü şahsi yani girişimcilik; bir ülkenin kalkınması için en önemli unsurlardan bir tanesidir. 'İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır' ayeti girişimciliği öngörmektedir. Doğu insanının dindarlığına uygun olan hürriyete sahip çıkmak ve girişimci olmak bu vatanda en çok teşvik görmesi gereken işlerin başında gelmektedir.

Hür bir zeminde yola çıkan bir müteşebbis elbette başarılı olacaktır. Bunun için emniyetin tesisi şarttır. Geleceğine güvenle bakamayan bir müteşebbisin harekete geçmesi beklenemez. Devletin ırkçılığa ve farklılıkları inkara dayanan politikaları olduğu takdirde kalkınma değil terör ortaya çıkmaktadır. 'Ağam bilir' umursamazlığı yerine insanların hürriyet içinde girişimci olması zenginliğin en önemli sebepleri arasındadır.

Şimdilik atalarımızın bu öğüt ve nasihatleri yeterlidir diye düşünüyorum. Eğer faiz yazılarımda olduğu gibi okuyucularımdan çok fazla yorum ve tepki gelirse elbette konuya devam etmeye çalışırız, vesselam…