Ehl-i sünnet’in doğuşunu (yada doğmayışını) bilmek, diğer
mezhepleri anlamak için önemli bir zorunluluktur. Ancak mezhep
kavramını tam olarak anlamadan, bir mezhebin doğuşunu anlamak
mümkün değildir. Mezhep; dinin inanç ve amellerinin genel
prensiplerini, kurallarını ifade eden bir kavramdır. Her insan bir
dine inanırken ve onu hayatında uygularken belirli kurallar
bütününe göre hareket eder. Mezhep, “Dinde neye inanacağım?” ve
“Dinde neyi, nasıl uygulayacağım?” sorularını cevaplandırır. Dinde,
neye inanacağım sorusunu cevaplandıran fikirlerin oluşturduğu
yapılara, “itikadi mezhepler” yada “inanç mezhepleri” denilir.
Dinde; neyi, nasıl uygulayacağım sorusunu cevaplandıran fikirlerin
oluşturduğu yapılara da “ameli mezhepler” yada “uygulama
mezhepleri” denir.
Dilimizde, yaşama dair felsefi inançlar ve bu inançların
uygulamalarını ifade etmek için “izm” eki kullanılmaktadır.
Komünizm, liberalizm, kapitalizm, pozitivizm gibi kelimeler
aslında, İslam’daki mezhep kelimesiyle ifade edilen kavramla
anlatılmak istenen manayı anlatmaktadır. Kapitalizm kelimesi ile
Kapitalizm’ ait ilkeler ve onun uygulama yöntemleri
anlatılmaktadır. Buradaki ilkeler, aslında ön kabulleri ifade eder.
Yani bir nevi inançları ifade eder. Bu ilkeler bilimsel kurallar
değildir, felsefi inançlardır. Aslında “kapitalizmin ilkeleri”
demek, İslami ifade ile söylersek, kapitalizmin akaidi, inanç
esasları demektir. Kapitalizmin ilkelerinin uygulaması, kanunlar ve
yönetmelikler; bankaları düzenleme kurulu, sermaye piyasası
kurulları, rekabet kurulları, mahkeme kararları ile gerçekleşir.
Tüm bu sayılanların tamamına kapitalizmin ameli kuralları
diyebiliriz. Kapitalizmin ameli kuralları, ülkeden ülkeye
farklılıklar gösterir. Her ülkeden kapitalizmin kuralları farklı
uygulanır. Bu nedenle ülkeler arasında uygulama birliği sağlamak
için tahkim kurulları oluşturulmuştur. Bu açıdan bakılınca;
mezhepleri, hanifizm, şafiizm, sünnizm gibi benzetme amaçlı
kavramlar kullanarak anlayabiliriz. “izm” ile anlatılan mezhep ile
anlatılmak istenen bir birine yakın anlamlardır.
“İzm” ile biten felsefi ve iktisadi akımlar ile mezhepler arasında
çok önemli bir fark vardır. İslam’daki her mezhep, çok uçuk
değilse, inanç ve amel konusundaki fikirlerini Kur’an-ı Kerim ve
Peygamberimizin uygulamalarına yani “sahih sünnet”e
dayandırmaktadır. Kur’an-ı Kerim ve sünnet ile kendi fikrinin
doğruluğuna delil arama gereği hissetmeyen kişinin ürettiği
fikirlere İslami bir fikir veya İslami bir mezhep diyemeyiz. O
üretilen fikir, kendi adı ile isimlendirilmeye daha uygundur.
Marksizm, Leninizm, Konfüçyanizm gibi… “İzm”lerin kurucuları ise
bir dine bağlı olarak hareket etmezler. Kendi felsefi
düşüncelerinden yola çıkarak, “izm”lerini oluştururlar.
Liberalizmin kurucusu Adam Smith bir felsefecidir, “Ulusların
Zenginliği” kitabı ise felsefi düşünceler ile yazılmış bir eserdir.
Yani liberal mezhebin, liberalizmin inanç esasları, bir felsefeci
tarafından yazılmıştır. Liberalizm felsefesinin özü ise “Ticaret
serbest olsun, faiz serbest olsun uluslar kendiliğinden
zenginleşir” demektir. İslam ise Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’ten yola
çıkarak “Ticaret serbest olsun, faiz yasak olsun, fakir insanlar
daha fakir, zenginler daha zengin olmasın” kuralı vardır.
“İzm” ile biten sistemleri bizlere tarihçiler anlatır. Özellikle de
iktisat tarihçileri anlatır. Oysa ki mezhepler tarihini genellikle
her mezhebin kendi alimleri anlatır. Bizler “izm”lerin tarihini
okurken, değerlendirmeler yapar daha objektif oluruz. Ancak
taraftarlık duygusu ile yazılarak diğer “izm”leri savunan kişilere
hakaret ediyorlarsa, hatta örgütler kurup baskı yapılıyorsa, böyle
bir ortamda okunan “izm”ler tarihi objektiflikten uzak bir şekilde
değerlendirilir. Soğuk savaş döneminde, kapitalist ülkelerde,
komünizme karşı mücadele verilen ortamlarda, komünizme ait
kitapları okuyanlara yapılan baskılar insanları objektiflikten
uzaklaştırıyordu. Aynı şekilde komünist ülkelerde liberalizmi
savunanlara yapılan baskılar da insanları taraftarlığa sevk
ediyordu. Bu bakış açısıyla değerlendirirsek, mezhepler tarihinin
objektif olarak yazılması, aktif bir mezhepler mücadelesinin olduğu
ortamlarda mümkün görünmemektedir. Çünkü her mezhebin savunucusu
kendi doğrularını ispatlamak üzere tarih yazmak isteyecektir.
Yazdıkları doğru olsa bile o mezhebin karşısındaki mezhep
mensuplarını inandırması çok zor olacaktır. Söylediğiniz tarihi
hakikatleri, sizin inancınızın dışındaki objektif olan bilim
insanlarının hiç biri kabul etmiyorsa, en azında inandırıcı
olamamışsınız demektir. Bu durum inancınızın yayılmasını da olumsuz
etkileyecektir. Mezhepler tarihi objektif olarak yazılması en çok
gerekli olan bir alandır.