Bir evvelki yazımızda yer verdiğimiz, Ehl-i Sünnet’in Kur’ân’daki delillerinden sonra, bu yazımızda da bu mübarek yolun sünnet ve hadislerdeki referanslarından bahsedeceğiz.

Bir evvelki yazımızda yer verdiğimiz, Ehl-i Sünnet'in Kur'an'daki delillerinden sonra, bu yazımızda da bu mübarek yolun sünnet ve hadislerdeki referanslarından bahsedeceğiz.

1- Yetmiş Üç Fırka Hadisi

Kaynaklarımızda 'yetmiş üç fırka hadisi' diye adlandırılan bu hadis-i şerifte Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

'Ümmetim yetmiş üç fırkaya (parçaya) ayrılacaktır, biri müstesna bu fırkaların hepsi cehenneme girecektir.'

Bu uyarıyı duyan sahabe soruyor:

'Ya Rasûlallah! Kurtulacak olan fırka-yı naciye hangisidir?'

Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

'Benim ve ashabımın yolundan gidenler (yani bizim gibi inanıp amel işleyenler).'

Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî'nin 'Ehl-i Sünnet İtikadı' adlı kitabında bu hadis-i şerifin altında şu not yer alır:

'Bu hadis-i şerifi, büyük hadis alimi İbn Mace Hazretleri Sünen adlı çok kıymetli kitabında zikretmiştir. Bidat ve dalalet fırkalarının propagandalarına kapılan bazı cahil ve gafillerin bu hadis için 'aslı yoktur, mevzudur' demeleri, büyük bir edepsizlik ve küstahlıktır. Mezkûr hadis İbn Mace'den başka Tirmizî, Ebu Davud ve Darimî gibi büyük hadis imamları tarafından da rivayet olunmuştur.' [1]

Dikkat edilirse hadisin yer aldığı kaynakların üçü (İbn Mace, Tirmizî ve Ebu Davud) Kütüb-i Sitte'dendir. Dördüncü kaynak olan Darimî ise yine muteber bir hadis kitabı olup o da Kütüb-i Tis'a'dandır.

Ayrıca Hakim de bu hadisi Müstedrek'inde zikretmiş ve 'Sahihaynın (Buhari ve Müslim'in eserlerinin) şartlarına uygun bir hadistir' demiştir. Hadis, Hz. Peygamber'den (s.a.v.) on sahabi tarafından rivayet edilmiştir. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer bu hadisten hareketle Müslümanların gruplara ayrılacağını haber vermiştir.[2] Ve gerçekten de bu hadiste bildirildiği gibi Müslümanlar çeşitli gruplara ayrılmıştır. Dolayısıyla hadis sıhhat kriterleri açısından son derece güvenilir olmasının yanı sıra, haberinin aynen vuku bulmasıyla da ayrıca tescillidir.

Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.), yetmiş üç fırka hadisiyle hakla batılı birbirinden ayıran bir ölçü ortaya koymuştur. Esasen hak ile batıl zaten Kur'an'ın gelmesiyle birbirinden ayrılmıştır. Kur'an ifadesiyle mealen 'hak gelmiş, batıl zail olmuştur.' Buna göre 'iman geldi, küfür zail oldu', 'tevhid geldi, şirk zail oldu' da denebilir.

Yetmiş üç fırka hadisiyle iman ile küfür arasında bir batıl daha tarif edilmiş ve bu batıl da 'bidat ve dalalet' kavramıyla anlatılmıştır.

Bidat ile dalalet, Kur'an'ın 'sırat-ı müstakim' diye tarif ettiği ana çizgiden sapmayı ifade eder. Bu sapma tam anlamıyla küfür olarak nitelenemez ama her bidat ve dalalet, her an küfürle neticelenebilir.

Kesin küfür sayılamazsa da, doğru yoldan sapışı anlatan bidat ve dalalet de, cehenneme gitmeyi, yani cezalandırılmayı gerektirir. Çünkü aşağıda gelecek bir hadis-i şerifte haber verildiği gibi 'her bid'at sapıklıktır.'

Yetmiş üç fırka hadisi 'bidat ve dalalet'in tehlike ve neticesi açısından ümmete yapılmış çok büyük bir ihtar ve ikazdır.

Bu hadis, hak batıl ayrımı noktasında ölçüyü ortaya koyduğu gibi, bir gaybî haber mucizesi niteliği de taşır. Ümmetin fırkalara ayrılıp, dalalet ve bidat yollarının zuhur edeceğini haber veren bu hadis, aynen tahakkuk etmiştir. Tarih boyunca yaşanan ihtilaflar, ortaya çıkan fırkalar ve çatışmalar hep bu hadisin tecellisidir.

İşin bu hikmet yanını kavrayıp imanını tahkik etmek varken, bu mucizevî ihtara kör ve sağır kalmak, dahası söz konusu hadisin sıhhatini tartışmaya açmak, bunu yapanları da ibra etmeye çalıştıkları o bidat ve dalalet yollarına savurmaktadır. Ne kadar da yazık!

Evet, yetmiş üç fırka hadisi, imanla küfür arasında 'dalalet' diye bir sapıklık tarif ederek, ümmeti bu hususta uyarmaktadır. İslam'ın ana ve asıl bünyesini korumak, doğru istikametten sapanların vereceği zarardan müminleri sakındırmak istemektedir.

Ümmeti korumayı gaye edinen bu hadisi, 'ayrımcılık ve tefrikaya sebebiyet veren bir söylem' gibi algılamak ayrı bir cehalet ve ölçüsüzlüktür. Çünkü birliğin adresi, hak istikamettir. Hakla batılı bir araya cem etmek, birlik oluşturmak değildir. Tevhid olmadan, istikamet ölçüsüne uyulmadan kitlelerin bir arada toplanması, İslam'ın öngördüğü, Kur'an'ın çağırdığı birlik değildir. Kur'an, Allah'ın ipine sımsıkı yapışmaya çağırmaktadır (Âl-i İmran: 103).

Sırat-ı müstakimden, diğer bir ifadeyle Kitap - Sünnet çizgisinden sapanların oluşturacağı kitle yığını, aranan ve istenen bir birlik değildir. Onun için 'nerede birlik olacağı' birliğin sağlanmasından daha önemlidir.

İşte yetmiş üç fırka hadisi birliğin adresini tarif ediyor; 'Benim ve ashabımın yolu' diyor. Hakkın olmadığı, ölçünün saptığı yerde birlikten bahsedilemez. O halde hak ölçü korunacak, bidat ve dalalete sapanlar da sırat-ı müstakime çağrılacaktır. İşte yetmiş üç fırka hadisi bunu yapmaktadır.

2- Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Raşid Halifelerin Sünnetine Sarılmayı Emrettiği Hadis-i Şerif

Sahabe İslam'ı müşahhas manada yaşayan ilk toplumdur. Bu toplum İslam'ı Hz. Peygamber'den (s.a.v.) gördüğü gibi yaşadığından, sadece İslam tarihinin değil, tüm insanlık tarihinin en mümtaz, en kamil toplumudur.

Sahabenin örnekliği ve mükemmelliği, bu cemaatin muallimi olan Hz. Peygamber'den (s.a.v.) kaynaklanır. Hz. Peygamber (s.a.v.) Kur'an ifadesiyle 'üsve-i hasene / en güzel örnek' olunca, Onun yetiştirdiği toplum da, toplumların en güzeli, en mükemmeli olur; tüm insanlığa örnek teşkil eder. İşte bu sebeple sahabenin hayatı da, İslam toplumları için ölçü niteliğindedir.

Bundandır ki Hz. Peygamber (s.a.v.) sahabeyi methetmiş, tüm Müslümanlara örnek göstermiş ve kendilerine tabi olunmasını istemiştir. Kaldı ki bu, Peygamberimizden önce Kur'an'ın da emridir. Allah'a ve Rasûle itaatten sonra 'Müslümanların yoluna girilmesi' emri, buna bir örnektir. (Bak: Nisa: 115.)

Ashab-ı kiram hakkındaki bir hadis-i şerif şöyledir:

'İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidayete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerimin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Bunlara azı dişlerinizle (yapışır gibi sımsıkı) yapışın. Sonradan çıkacak şeylerden sakının. Çünkü sonradan çıkarılmış her şey bidat; her bidat sapkınlıktır.' [3]

Bu hadiste Hz. Peygamberin (s.a.v.) sünnetiyle birlikte 'raşid halifelerin sünnetine' de -adeta dişleriyle tutunur gibi sımsıkı- yapışmanın emredilmesi, onların (raşid halifelerin, yani Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin) Allah Rasûlünün (s.a.v.) yolunda yürüdüklerini ispat etmektedir. Bu ise sahabe hakkında öne sürülen farklı görüşler içinde hak ve isabetli olanın Ehl-i Sünnet'in görüşü olduğunun tescilidir.

3- Cemaatten Ayrılanın Cahiliye Ölümüyle Öleceğini Haber Veren Hadis-i Şerif

İslam'ı Kur'an ve Sünnet çizgisinde yaşayanların meşru bir merkezî otoriteye bağlanmaları ve onun etrafında oluşan cemaate dahil olmaları bir vecibedir. Hem de öyle bir vecibedir ki, bu merkezî otoriteden kopmak, cemaatten ayrılmak, itikadî bir tehlike taşımakta ve hadiste bunu yapanların 'cahiliye ölümü ile ölecekleri' haber verilmektedir. Kaynaklarda cahiliye ölümünün bir nevi İslam'dan koparak küfür üzere ölmek olduğu anlatılmaktadır.

Bu konuda şu iki hadis-i şerif hayatî öneme sahiptir:

'Her kim imama itaatten bir el kadar ayrılırsa, kıyamet gününde Allahü Teala'ya ameli hususunda lehinde hiçbir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Her kim de boynunda beyat olmadığı halde ölürse cahiliye ölümüyle ölmüş gibi olur.' [4]

'Kim itaatten dışarı çıkar ve cemaatten ayrılır ve bu halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölür.' [5]

Burada cemaatten maksadın, çekirdeğini sahabenin oluşturduğu, aşağıda ayrıca ele alınacağı üzere 'sevad-ı azam' olan büyük çoğunluk, yani Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat olduğu açıktır.

O halde yukarıdaki hadislere bu minval üzere bakıldığında zaruri olarak denir ki, Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'ten ayrılanlar, bir nevi cahiliye ölümü üzere ölürler. Zaten yetmiş üç fırka hadisiyle de anlatılan, yetmiş iki fırkanın cehennemlik olduğudur.

Bu hadis-i şerifler doğrultusunda bugün herhangi bir başa tabi olmayan ümmet-i Muhammed'in (tabiatıyla da hepimizin) acıklı hali yürek sızlatmaktadır. Müslümanım diyen herkesin bu hadis-i şeriflerin manası ve gereği üzerinde akl-ı selimle düşünmesi gerekir.

4- Cabir b. Abdullah Hadisi

Ehl-i Sünnet yolunun bizzat Kur'an'ın tarif ettiği sırat-ı müstakim olduğuna önemli delillerden biri de şu hadis-i şeriftir:

Cabir b. Abdullah'tan (r.a.) gelen sahih bir rivayete göre, Hz. Peygamber (s.a.v.), toprağa düz bir çizgi çizdi ve bu çizginin üstüne elini koyup, şöyle buyurdu:

'İşte bu, Allah'ın yoludur.'

Daha sonra o çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizdi, 'Bunlar da değişik tefrika yollarıdır. Her birinin başında ona çağıran bir şeytan vardır' dedi. Bilahare şu ayeti okudu:

'Bu benim dosdoğru yolumdur. Öyleyse ona uyun. Sizi onun yolundan ayıracak başka yollara uymayın.' (En'am: 153.) [6]

Evet, bu hadis bile tek başına, Ehl-i Sünnet yolunun / Sünniliğin Kur'an'ın anlattığı yol olduğunu ispatlamaya yetmektedir.

Ehl-i Sünnet ya da diğer adıyla Sünnilik, ifrat ve tefritten korunmuş, mutedil yoldur. İtikatta orta yol, hak olan görüşü temsil eder ki bu, Kur'an ve hadislerde murad edilen manadır. Nitekim ümmet-i Muhammed'in orta yolu takip eden, dengeli ve vasat bir ümmet olduğu Kur'an'da da vurgulanır:

'İşte böylece biz, sizi vasat (orta, dengeli) bir ümmet yaptık.' (Bakara: 143)

Bu ayetteki mana Âl-i İmran: 110. Ayetle de desteklenmektedir. Ayetin meali şöyledir:

'Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.'

Netice olarak Cabir b. Abdullah'tan (r.a.) rivayet edilen bu hadis de, tıpkı ondan önce zikrettiğimiz hadisler gibi, gerçek istikamet yolu olan Ehl-i Sünnet'i tarif etmektedir.

5- Erîke Hadisi

Ehl-i Sünnet yolunun lüzumu ve hayatî ehemmiyetine vurgu yapan hadislerden biri de 'Erîke Hadisi' olarak bilinen hadis-i şeriftir. Bu hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

'Biliniz ki bana Kur'an'la birlikte bir benzeri de verilmiştir. Sizden birinizi karnı tok bir şekilde koltuğuna yaslanan bazı insanların, 'Sadece bu Kur'an'a uyun, onun helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kabul edin' dediği gibi bulmayayım. Biliniz ki Allah'ın Rasûlünün haram kıldıkları da Allah'ın haram kıldıkları gibidir.' [7]

Kütüb-i Sitte'nin üç kaynağında (Ebu Davud, Tirmizî, İbn Mace) ayrıca Darimî ve İbn Hanbel'de geçen bu hadisin sıhhatinde şüphe yoktur. Buna rağmen hadisin sıhhati üzerinde -tıpkı yetmiş üç fırka hadisinde olduğu gibi- tartışma çıkaranların, dayandıkları ilmî bir mesnedin olması mümkün değildir. Bilakis ortada bozuk bir niyet olduğu açıktır.

Bu hadis-i şerif bize, sırtlarını rahat koltuklarının yanı sıra birtakım mihraklara da dayamış kimi tahrifatçıların 'Kur'an bize yeter' diyerek sünnet ve hadisleri devre dışı bırakmaya kalkışacaklarını haber vermektedir. Nitekim gaybî haber niteliğindeki bu mucize tahakkuk etmiş, son zamanlarda 'Kur'an İslam'ı' adıyla yeni bir din anlayışı ortaya atılmıştır. Erîke hadisi, hem bu ifsatçıları haber vermekte, hem de sünnetin bir teşrî kaynağı olduğunu vurgulamaktadır. Aynı zamanda sünnete yani Ehl-i Sünnet camiasına dahil olmanın da hayatî önemini anlatmaktadır.

6- Cibril Hadisi

Abdullah b. Ömer'in (r.a.), babası Hz. Ömer'den (r.a.) naklettiği ve kaynaklarda 'Cibril Hadisi' diye geçen mütevatir seviyede bir hadis-i şerif vardır. Bu hadiste Hz. Ömer'in (r.a.) anlattığına göre, tanımadıkları bir insan gelerek Peygamberimize (s.a.v.) 'İslam nedir?', 'İman nedir?', 'İhsan nedir?' ve 'Kıyamet ne zaman kopacak?' şeklinde dört soru sorar; Peygamberimiz de (s.a.v.) bu soruları cevaplandırır. O yabancı şahıs yanlarından ayrıldıktan sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) Hz. Ömer'e (r.a.) 'Onun kim olduğunu biliyor musun? O Cibril'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti.' buyurur.[8]

Bu hadisede Hz. Cebrail'in (a.s.) Peygamberimize (s.a.v.) sorduğu 'İslam nedir?' sorusu dinimizin 'Fıkıh' yani amelî yönünü, 'İman nedir?' sorusu 'Akaid' yönünü, 'İhsan nedir?' sorusu da 'Tasavvuf' yani 'kalbî ilimler' yönünü anlatmaktadır.

Peygamberimizin (s.a.v.) 'O gelen Cebrail'di, size dininizi öğretti' buyurması, bu hadisle İslamî bütünlüğün ortaya konduğu anlamına gelmektedir.

Ehl-i Sünnet açısından bu hadisin önemi şudur:

Ehl-i Sünnet yolu, İslam'ın bir bütün olarak kavranıp yaşanmasını esas alır. Kur'an - Sünnet bütünlüğünden de; edille-yi şeriyyenin Kur'an ve Sünnet'ten sonra gelen diğer iki delili İcma ve Kıyas'dan da asla taviz vermez. İslamî bütünlüğü koruyup savunması hasebiyle, bu bütünlüğün şiarı niteliğindeki Cibril hadisini de Ehl-i Sünnet yolunun delilleri arasında zikretmeyi uygun gördük.

7- Sevad-ı Azam Hadisi

Ehl-i Sünnet'in hadislerden delillerine vereceğimiz son bir misal de şu hadis-i şeriftir:

'Ümmetim dalalet üzerine birleşmez. Öyleyse bir konuda ihtilaf olduğunu gördüğünüzde sevad-ı azama (büyük çoğunluğa) tabi olun.' [9]

Bu hadis-i şerif bize ihtilaflarımızı -hangi devirde olursa olsun- Ehl-i Sünnet'in ölçü ve prensipleriyle çözmemiz gerektiğini anlatmaktadır.

Çünkü ümmetin büyük çoğunluğunun üzerinde birleştiği yol Ehl-i Sünnet yoludur. Evet, yukarıda zikredilen yetmiş üç fırka hadisinde de haber verildiği gibi, ümmet pek çok gruba ayrılacaktır, ayrılmıştır. Ama kemiyet itibariyle Müslümanların kahir ekseriyetinin Ehl-i Sünnet yolunda olduğu da hem tarih boyunca müşahede edilen hem de Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından mucizevi şekilde haber verilen bir vakadır.

Bu hadis-i şerifin ışığında, ümmet-i Muhammed arasındaki ihtilaflar, en büyük kitlenin tabi olduğu prensip, kaide ve kurallar çerçevesinde çözülmelidir.

Hakla batılı birbirinden ayırmanın, ihtilafa maruz kalanları hidayet üzere sabit-i kadem kılmanın yolu budur.

Bu hadis-i şerifle, cemaatten ayrılmanın tehlikesini haber veren yukarıda zikrettiğimiz hadis-i şerifler beraber düşünüldüğünde Ehl-i Sünnet'in hassas bir denge içinde müminleri nasıl da koruma dairesine aldığı hikmetle anlaşılır.

Buraya kadar zikrettiğimiz hadis-i şerifleri bir önceki yazımızdaki Ehl-i Sünnet'in Kur'an'dan delilleriyle beraber düşündüğümüzde, Ehl-i Sünnet yolunun imanı muhafaza adına nasıl güçlü bir zırh olduğunu anlamak zor değildir.

Düşünelim:

Böyle bir rahmet ikliminden uzak kalmayı ve 'gelenek' damgası vurdukları bu mübarek yolu küçümsemeyi tercih eden reformist ve tahrifatçılar İslam'ı / Kur'an'ı nasıl doğru anlayabilir ve nasıl kurtuluşa erebilir? Bu mümkün müdür? Takdiri okuyucularımıza bırakıyoruz.

[1] A. Ziyauddin Gümüşhanevi, Ehli Sünnet İtikadı, s:7. Arapçadan Tercüme Edenler: Abdulkadir Kabakçı, Fuat Günel. 7. Baskı, Bedir Yayınevi, İstanbul 1996.

[2] https://samil.ihya.org/ehl-i-sunnet-hakkinda-bilgi.html

[3] Tirmizî, İlim, 16; Ebû Davud, Sünnet, 5; İbn Mace, Mukaddime, 6; Ahmed b. Hanbel, 4/126, 127; Müstedrek, 1/95-96.

[4] Müslim, İmare, 58; Buhari, Fiten, 2.

[5] Müslim, İmare, 53.

[6] İbn Mace, Mukaddime, 2; Darimî, Mukaddime, 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/435.

[7] Ebu Davud, Sünen, 5; Tirmizi, Sünen İlim 10; İbn Mace Mukaddime 2; Darimi Sünen Mukaddime 49; İbn Hanbel Müsned, II, 367; IV, 131-132; VI, 8.

[8] Buharî, İman 1; Müslim, İman 1.

[9] İbn Mace, Fiten, 8.