EĞİTİM KÖYLERİ
Bir tarihte eğitim hakkında sohbetteydik.Tartışmaları sessizce dinleyen bir arkadaşım aniden çıkıştı hepimize: Türkiye artık eğitim reformuyla falan bir yere varamaz. Bizim iyi bir deliye ihtiyacımız var, iyi bir deliye!
Şaşırmıştık bu çıkışa. Kimimiz kahkaha attı, kimimiz ona doğru bakakalmıştı ya arkadaş devam etti:
Öyle bir deli ki ona dokunma, buna dokunma; dikkatli hareket et, yukarıdan gözleyenler var; kamuoyu tepkisini iyi ölç, siyasîlere dikkat et, kimsenin ayağına basma, bürokratik dengeleri iyi gözet…vb. gibi uyarıları duyunca eli ayağı titremeyecek. Var mı gömleğini giyip de kendini ateşe atacak böyle bir deli?
Hepimiz bir süre donuk donuk baktık arkadaşın yüzüne. Sonra da koro halinde “yok” dedik. O da güzel bir el jestiyle Öyleyse bu işin düzeleceği de yok, yormayın fantezi fikirlerle kendinizi dedi, gitti.
Ardından bakakalmıştık. Ne demekti deli? İçimde büyük bir düşünce fırtınası esmeye başlamıştı: Gazi Mustafa Kemal için o devrin ünlü yazarı Refik Halit Karay, Bu adam deli dememiş miydi? Onun gibi düşünen birçok akıllıya(!) rağmen kimdi bizi cumhuriyet ve devrimlerine kadar ilerleten? İskender düğümü nasıl çözmüştü?
Ziya Hoca, bir milyon öğretmen bir milyon fikir sloganıyla çıktı ortaya. Şimdi de öğretmenler beni gözlerimden anlıyor demiş. Öğrencilerden de yorulmalarını bekliyormuş. Şaşırdım duyunca. Acaba dilinde düğümlenen kaçış cümleleri mi bunlar? Öğretmenleri dinleyecek, çocuklarımızı da sıkmadan-yormadan eğitmeyecek miydik?
Eğitim reformu için ince eleyip sık dokuyacağını, her kafadan çıkacak sesleri dinleyeceğini biliyordum. Bilim insanının temel özelliğidir bu. İnsanlığa hizmet edecek bütün buluşlar, zaman alır ama sonucu da yarar getirir. Bu yüzden Eğitim Bilimi Ekibi’ne zaman tanımak gerektiğini vurgulamıştım. Lakin bu son demeci düşündürücü.
Kurucusu olduğu Gazi Kolejinde görevdeyken onunla çalışmış arkadaşlar, anlayış yakınlığımızdan söz etmişler ve mutlaka tanışmamızı önermişlerdi. Tanıştık, birkaç görüşmemiz de oldu. Ancak söz vermesine rağmen bir türlü sunum yapamadım kendisine. Niye? Yoğundu hep. Bütün yöneticilerin yoğunluk handikapı var ülkemizde maalesef. Yetki devri yapıp kıvır zıvır işlerin gereksiz yoğunluğundan kurtulamıyoruz. Herkes başa ulaşma derdinde çünkü. Sorumlu davranmalı ve makamı gereksiz yoğunluğa düşürmekten vazgeçmeliyiz milletçe.
Eğitim davası binlerce dosyayla düğümlendi. Eğitim için ciddiye alınacak kişilerin siyasî iradenin kafasını karıştıracak bir çatallaşmadan kurtulması çok önemli. Aklın yolu bir diyebilmeli eğitimciler de muhalefetler de. Yıkıcı muhalefet sarmalına dolanmamalı asla. Elinden iş gelen insanı yetiştirecek sistem özlemiyle öneriyorum:
Eğitim köyleri kurmalıyız binaları tek katlı olan ve içinde öğrencinin hayata dair her şeyi bulacağı eğitim köyleri! Ne lazımsa hayatta onlarla karşılaşmalı çocuklarımız bu köylerde. Müfredat da oyun, sanat, bilim, toplumsal ve kültürel değerlerimizi evrensel değerlerle ilgilendirerek düşünme eğitiminin verilebileceği güce getirilmeli.
Stratejik davranmalı ve hızlı hareket etmeliyiz. Özerk eğitim köylerinde öğrencileriyle el ele görecekleri sürekli eğitimle gönül gücü yücelmiş öğretmenlerin cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi eğitim seferberliğine katılmalarını sağlamalıyız. Ziya Hoca’nın öğrencisi Dilek Livaneli küçük bir eğitim köyü örneğiyle dünyada ilk 50 öğretmen arasına girdi. Tıkış tıkış bir kent okulunda acaba bu başarıyı gösterebilir miydi? Geçen gün İstanbul Esenyurt’ta bir okulun kalabalıklığı gündemdeydi ekranlarda. Ondan önce de binası var öğretmeni yok bir okul. Nasıl giderilir bu dengesizlikler? Bir yer tıkış tıkış, bir yer bomboş. Düşünelim! Birbirine eşit eğitim köyleri şart!
Kent merkezlerindeki pahalı arsalar üzerindeki kurulu devlet okulları önemli bir ekonomik değer. Onların gelirleriyle kurulur eğitim köyleri. Sonra da devredilir Bakanlık kontrolündeki eğitimci dayanışmalarına. Devlet yapamaz deniyorsa üniversitelere eğitim köyü vakıfları kurdurulabilir. O da olmazsa kâr sınırı çizilmiş vakıf veya şirketlerin önü açılabilir. Ancak bütün eğitim köylerinin yönetim kurullarında veli oy çoğunluğu olmalı ki kendi kendilerini denetlemeleri de geliştirmeleri de söz konusu olabilsin. Gelir gider hareketleri de mutlaka banka üzerinden yürümeli ki ticarî anlayış hiçbir zaman harekete geçemesin, malî denetimden kaçılamasın.
Ziya Hoca iyi bilir ki erken çocukluk döneminden üniversiteye kadar eğitimin her kademesi bağımlıdır birbirine. Ana sınıfından üniversiteye kadar her kademe bu köylerde akademisyenlerin, spor kuruluşlarının ve başta Devlet Tiyatroları olmak üzere sanat dünyasının ışığından yararlandırılmalı. Oyun, spor, sanat, bilimle hayatı bütünleştiren sistemi kurma yoluna çıkalım artık.
Eğitim köyleriyle eğitim devrimi!