EĞİTİM… EĞİTİM… EĞİTİM (3)
Eğitim; milli varlığımızın hamuru, milli kültürümüzün anahtarı, kalkınmanın, refahın ve huzurun temel taşıdır. Eğitim; varlığımızın ve devamlılığımızın olmazsa olmazıdır. Ne yazık ki böylesine hayati bir öneme haiz geri dönüşü mümkün olmayan eğitim; siyasi birtakım tercihlere, günübirlik politikalara, adam sendeciliklere, günü kurtarma aymazlığına kurban edildi edilmeye de devam ediliyor.
Geçen ilk yazımda başında milli kelimesini taşıyan bakanlıkta bakan olan muhteremleri ele almış, Cumhuriyetten bu yana görev alan 67 bakandan sadece altı bakanın eğitim kökenli olduğunu geriye kalan 61 bakanın ise doktor, mühendis, avukat, asker, iktisatçı, ziraatçı, gazetecilerden seçildiğini söylemiştim. İkinci yazımda ise peygamberlik mesleği olan öğretmenlik mesleğinin görünmeyen bir elin tarafından nasıl işlemez hale getirdiğini anlatmıştım.
Bu yazımda eğitim sistemimizin yarını kucaklayacak olan evlatlarımızın geleceklerini nasıl kararttığını anlatmaya çalışacağım.
Eğitimimize yön ve şekil veren 1739 sayılı Temel Eğitim Kanunu, Türk Milli Eğitiminin genel amaçlarını hiçbir yoruma yer vermeyecek kadar açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Kanunun 3. maddesi: “Türk milletinin bütün fertlerinin ilgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak; böylece bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı yaratıcı seçkin ortağı yapmaktır.” der.
Şimdi ilgililere, yetkililere, bu ülkeyi yönetenlere sormak gerekir: Biz, bu kanunun neresindeyiz? Çocuklarımızı, zekâ ve becerilerine göre yönlendirerek hayata hazırlayabiliyor muyuz? Ebeveynler çocuklarının geleceklerinden eminler mi? Çocuklarımız yarınlarına umutla bakabiliyorlar mı? Bu eğitim sistemi ile Türk milleti çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin üyesi olabilir mi? Bu eğitim sistemi ile ne yapılmak isteniyor; nereye varılmak isteniyor? Soruları daha da uzatabiliriz.
Bakın; 2005 yılında Liselere Giriş Sınavı (LGS) kaldırıldı Ortaöğretim Kurumları Sınavı (OKS) getirildi. 3 yıl olan Lise öğrenimi 4 yıla çıkarıldı. 2007 yılında OKS’den vazgeçildi yerine 6 7 ve 8. Sınıflar için Seviye Belirleme Sınavı konuldu. 2010 yılında SBS’den vazgeçildi, yeniden tek sınava dönüldü. 2012 yılında 5+3 olan kesintisiz eğitim 4+4+4 12 yıllık zorunlu eğitime geçildi. SBS ‘den vazgeçildi yerine altı temel ders için iki aşamalı TEOG sistemi getirildi. Şimdi TEOG kaldırıldı. Liseler; nitelikli niteliksiz diye sınıflandırıldı. Dershaneler kaldırılacak dendi adı değiştirildi. Yani bir koşu acaba yetişecek gençlerin önlerini nasıl kesebiliriz yarışı var.
İlk ve ortaöğretim böyle ya liselerimiz? Bu yıl, 30 Haziran’da 2 milyon 322 bin gencimiz, ömürlerinin kalan bütün zamanlarını üç saate sığdırarak şans kapılarını zorlayacaklar. Peki, kaç kişi üniversite veya yüksek okullarda okumaya hak kazanacak? Ya kazanamayanlar?
Eğer bir sistem, yarınları teslim alacak insanların pek çoğunu hayatında hiçbir zaman kullanamayacağı birtakım bilgilerle donatıyor, dolduruyor sonra da , “sen şansını kullandın. Bak, itina ile hazırladığımız ve tarafsız bir biçimde uyguladığımız bu -üç saatlik- hayat sınavını kazanamadın haydi sokağa” diyorsa orada durmak, düşünmek; ama çok düşünmek gerekir.
Eğitimin amacı ülke ihtiyacına göre beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve nitelikli insan yetiştirmek değil midir? Peki ya bu kadar gayret, alın teri ve umudun sonu? Seviyesi eskilerin lise seviyesine sokulan üniversiteden diploma almak… Başka? Üniversiteli işsizler ordusuna bir eleman daha kazandırmak…
Çözümsüz gibi görülen ve her geçen gün kangrenleşen, bu hayati ve temel derdin çaresi yok mu? Elbette var.
Öncelikle kafamızı kumdan çıkartmalı etrafımıza bakmalıyız. Gelişmiş ülkelerinin eğitim sistemleri incelemeli ve onların bu gün ulaştıkları noktada uyguladıkları eğitim politikalarını iyi tespit etmeliyiz. Milli eğitimimizi öncelikle siyasetin ve ekonominin getirim aracı olmaktan kurtarmalı, eğitimimizin milli vasfını esas alarak Türkiye’mizin hangi nitelikte ve hangi meslek dallarında ne kadar insanlara ihtiyacı olduğunun tespitini ve planlamasını yapılmalıyız. Yapılacak bu planlama çerçevesinde eğitim yelpazesini iyice açılarak seçenekleri çoğaltılmalı çocuklarımızın zekâ, ilgi ve yeteneklerini görecekleri eğitimin ilk basamaklarında tespit edilmeliyiz. Bu tespitlere paralel yönlendirmelerle ilk ve ortaöğretim kurumlarımızı yeniden düzenlemeliyiz. Müfredat programları taranmalı; kişinin hayatında kullanamayacağı gereksiz bilgiler atılmalıdır. İnsanımıza özgürce düşünebilme özelliğinin yanı sıra birçok şeyi yarım bilen değil; bir şeyi çok iyi bilen, dalında uzman bir kişilik ve kimlik kazandırılmalıdır. Eğitim ezbercilik ve şekilcilikten kurtarılmalı, mevcudu koruyan değil onu geliştiren yaratıcı ve üretken insan tipi hedeflenmelidir.