İslam’da reforma kalkışan hadsiz şeytan askerleri, her şeyden önce, düşündükleri bu melanetin makul bir gerekçesini ortaya koymalıdırlar. Ama elbette ki böyle makul bir sebepleri yoktur, olamaz. 

İslam'da reforma kalkışan hadsiz şeytan askerleri, her şeyden önce, düşündükleri bu melanetin makul bir gerekçesini ortaya koymalıdırlar. Ama elbette ki böyle makul bir sebepleri yoktur, olamaz.

Onları bu bataklığa sürükleyen sebepler ancak şunlardan biri olabilir:

- Delicesine tutkun oldukları çağdaşlık putuna diğer insanları da taptırmak istemeleri,

- Heva ve heveslerini tatmin konusundaki ihtirasları, basit dünya menfaatlerine ve makamlara düşkünlükleri,

- Pratik manada batı toplumuna entegre olmak,

- Dünyevileşmeye kılıf uydurmak…

Evet, onların reform isteklerinin sebebi bunlardan biri veya hepsi olabilir; ama asla Allah'ın rızasını, ahiretteki kurtuluşu hedefleyen bir niyet olamaz.

İyi bilinsin ki dinde reforma tevessül edenler dünya ve ahirette rezil olmaya mahkûmdurlar. Allahü Teala'nın Kuran'da haber verdiği ebedî azab vaîdi bunlar içindir. Çünkü dinde reform şirk ve küfürdür. Bunu yapanlar, sair müşrik ve kafirlerle aynı safa sürüklenirler.

Ne kadar da yazık!

Müslüman olduktan sonra küfre düşmek ne büyük felakettir!

Bu noktada dua şeklindeki şu ayet-i kerimeyi dilimizden hiç düşürmemek ne kadar da önemidir:

'Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi haktan saptırma. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.' (Âl-i İmran: 8)

I- REFORM ANLAMINDA KULLANILAN DİĞER KAVRAMLAR

Dinde reforma kalkışanlardan bazıları bunu açıkça dillendirmekten çekinmezken bazıları da -yeltendikleri şey açık ve net reform olduğu halde- sinsi bir taktikle bunu başka meşru ve İslamî kelimelerle kamufle etmeye çalışırlar. O kelimelerden bazıları şunlardır.

İçtihat:

İslam hukuku kıyamete kadar olacak olaylar karşısında mutlaka sözünü söyler ve çözüm getirir. Bu sebeple hükmen ve ilmen içtihat kapısı açıktır. Ama fiilen ve keyfiyet olarak, ortada müçtehitlik vasfı taşıyan kimse yoktur. Zira günümüzde bir müctehid olarak yetişmenin eğitimi ve altyapısı mevcut değildir.

Ortam ve şartlar müsait olsa bile, İslam'ın kaynaklarından hüküm çıkarma işi, ancak ilimde ruhsat sahibi alimlerin, özellikle de müçtehitlerin işidir. Kaldı ki ilimde ruhsat sahibi pek çok alim de, mutlak müçtehit olan bir mezhep imamına tabi olmuştur.

İçtihadın şartları ve içtihat yapacak müçtehidin taşıması gereken vasıflar yönünden bakıldığı zaman, reforma içtihat demek, kelimenin tam anlamıyla şeytani bir mantıktır.

Her şey bir yana, içtihat edecek kişinin sünnet ve hadisleri, hatta icmaı devre dışı bırakması asla düşünülemez. Dinde reformcular ise bunları gündem dahi etmemekte; nev'i şahsına münhasır (!) bir içtihat yöntemi olarak direkt Kuran'dan (!) içtihad yapacak cüreti gösterebilmektedirler. Burada 'Kuran'dan içtihat yapmak' dediğimiz şeyin, Kuran'ı istediği gibi tahrif etmek anlamına geldiği açıktır.

Tecdid:

Tecdid dinde yenilenmek demektir. İslam'ı zamanın şartlarına göre reforma tabi tutmak isteyenler, bu niyetlerini tecdid / cedidcilik kavramıyla da kamufle etmeye çalışırlar. Çünkü konuyla ilgili hadis-i şerif vardır.[1] Ama 'müceddidler aracılığıyla her yüzyılda dinin yenileneceğini' haber veren bu hadis-i şerif, dinin değiştirilmesini değil, tam tersi indirildiği şekliyle korunmasını ve güçlendirilmesini; zaman içinde Müslümanlarda meydana gelen ahlaki yozlaşmalar, atalet, dünyevileşme, pörsüme, heyecansızlık hali gibi bütün menfi hallerin, İslam'ın ölçülerine geri dönülmek suretiyle giderilmesini ifade eder. Yani tecdidde yenilenen din değildir, Müslümanların halidir. Buna öncülük eden alimlere de müceddid denmiştir. Müceddidler dinden ne bir şey çıkarırlar, ne de dine bir şey ilave ederler. İnsanları dinin aslına, temel nüktesine ve heyecanına davet ederler. Mesela İmam Gazali hicri 5. asrın müceddidi sayılır. İmam Gazali, Asr-ı Saadet ve Selef-i Salihîn dönemlerinde yaşanan ve zamanla uzaklaşılan aslî ve safî İslam'a tekrar dönülmesi şeklinde bir görev üstlenmiştir.

İhya:

İhyadan maksat da tecdidde olduğu gibi dinin aslına dönüp tevhid ruhuyla canlanmak, hayat bulmak, İslam'ı tatbikte heyecan, arzu ve iştiyak elde etmektir.

Bunların, dini tahrif ve aslından uzaklaştırmak olan reformla hiçbir ilgisi yoktur.

Bu kavramlara tevessül ederek reform yerine bunları kullananlar, Müslümanları ahmak ve anlamaz yerine koymaktadırlar.

Bunlara Allah akıl versin de, ne kadar akılsız ve divane olduklarını bir anlasınlar. Bu da onlara iyi niyetle bizim yaptığımız duamızdır.

II- REFORMİST VE TAHRİFATÇILARIN GEÇERSİZ BAHANELERİ

Reforma cüret edenler, suret-i haktan görünerek işledikleri melanete meşruiyet kazandırmak için genellikle şu iddiaları ortaya atıyorlar:

'Efendim, günümüzün sorunlarına çözüm getirmeyecek miyiz? Yeni gelişen olaylara cevap vermeyecek miyiz? İslam kıyamete kadar tüm insanların sorunlarına cevap verecek evrensel bir din değil mi? İşte biz İslam'ın bu evrenselliğinin gereğini yerine getiriyoruz…'

Uyanık geçinen bu kimselere cevabımız şudur:

Evet, bu ihtiyaçlara mutlaka cevap verilmelidir. Zaten İslam'ın ortaya koyduğu müktesebat da bunu temin edecek keyfiyet ve zenginliktedir. Ama siz reformistler bunu yapmıyorsunuz. Siz, İslam alimlerini ve İslam müktesebatını dışlayarak kendi cüce akıllarınızla dine şekil vermeye çalışıyorsunuz.

Şimdi bu iddianızı daha yakından irdeleyelim:

1- Sözünü ettiğiniz sorunlara cevap, ancak edille-yi şeriyye esas alınarak verilebilir. Ama siz onu 'gelenek' diyerek küçümsüyor, İslam alimlerini yok sayarak felsefi manada akıl yürütmeyle fıkıh üretmeye kalkıyorsunuz. İslam müktesebatını dışlarsanız neye dayanarak fetva vereceksiniz?

Siz önce içtihat nedir, müçtehit kime denir konusundan başlayarak biraz fıkıh ilmi tahsil edin. Bunu yaptığınızda şunu göreceksiniz: Siz kendinizi layık ve ehil gördüğünüz 'mutlak müçtehitlik' şöyle dursun, yedi tabaka olan müçtehitliğin, yedinci tabakası sayılan 'ashab-ı fetva' bile olamazsınız. Zira ashab-ı fetva olan müçtehitler bir mezhep imamına bağlı olan mukallitler olarak fetva verirler. Siz ise o mezhep imamlarının kadrini kıymetini bilip hakkını teslim etmekten bile fersah fersah uzaksınız. Onun için yapmanız gereken ilk şey, ehliyetli ve keyfiyetli o ulemaya hürmet ederek onları anlamaya çalışmaktır.

Bunda başarılı olduğunuz takdirde, İslam'ın yekûn müktesebatını önünüze koyup heyetler halinde çalışarak, edille-yi şeriyye çerçevesinde görüşler serdedebilirsiniz. Ama sizin niyetiniz tabiri caiz ise üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Zira hadsizce 'İmam Azam da kimdir, biz de fetva veririz' diyebiliyorsunuz. Halbuki İmam Azam, Sahabe'den Abdullah b. Mes'ud tarafından yetiştirilen dört bin kadar ehliyetli alimden, önce dört yüzü, sonra da bu dört yüz içinden kırkı seçilmek suretiyle oluşturulan bir fetva heyetiyle çalıştı. Yeri gelmişken hemen buna dair bir anekdot aktaralım:

İbn Kerame şöyle demiştir:

Bir gün Vekî'nin yanındaydık. Bir adam 'Ebu Hanife hata etti' dedi. Bunun üzerine Vekî şöyle dedi: 'Ebu Hanife'nin yanında kıyastaki üstünlükleriyle Ebu Yusuf ve Züfer; ezberledikleri hadislerle Yahya b. Ebî Zaide, Hafs b. Gıyas, Hibban ve Mindel; Arap dilindeki bilgisiyle Kasım bin Ma'n; zühd ve takvalarıyla Davud et-Taî ve Fudayl b. Iyaz gibi kişiler varken onun hata ettiği nasıl söylenebilir? Böyle bir topluluğa sahip biri neredeyse hiç hata yapmaz. Çünkü hata yapsa bile onu düzeltirler.' [2]

Size gelince, sizin ilmî alt yapınız nedir? Neyinize güveniyorsunuz? Geçmişi inkar ederek, ulemayı basite alarak bir yere varamazsınız.

İcma ve Kıyas'ı dışlayarak Kuran ve Sünnet'i gereği gibi değerlendirip hüküm vermek mümkün değildir. Bu dediğimi anlamak için önce usul ilimlerini bilmelisiniz. Mesela Tefsir'den önce Tefsir Usulünü, Hadis'ten önce Hadis Usulünü ve Fıkıh'tan önce de Fıkıh Usulünü bilmelisiniz. Keza içtihadın ve müçtehitliğin şartlarını da bilmelisiniz.

2- Bir taraftan İslam alimlerini beğenmeyip onlara burun kıvırırken, öbür taraftan türlü şeytanlıklarla İslam'ı bozmaya çalışan müsteşrikleri kendinize üstad kabul ediyorsunuz. O müsteşrikler ki iman etmedikleri halde İslam'ı anladıklarını iddia ederek sizin gibi mukallitleri kendilerine asker yahut talebe yapıyorlar.

Doğrusu şu ki hiçbir müsteşrik İslam'ı doğru anlayamaz. Çünkü iman etmemişlerdir. İman ise doğruluğun, hakkın, samimiyetin ve müsbet düşünmenin temelidir.

3- Çağın şartları dediğiniz putu yere çalıp Allah ve Rasulünün ne demek istediğine yoğunlaşmadığınız müddetçe size hidayet kapısı açılmaz. Esasen siz tabi olduğunuz oryantalistlerin ideolojilerini benimseyen taklitçilersiniz. Onlar adına konuşursunuz; Allah ve Rasulü ne haber verdi, ulema nassdan neyi çıkarıp ortaya koydu, buna kafa yormazsınız. Bundan dolayı da En'am: 125. Ayette belirtildiği üzere kalbiniz İslam'a açılmaz. Hep kör kütük kalır, kuru felsefi akılla yetinirsiniz.

Sizde var olan, iman ve hidayet sorunudur. Allah size hakkı görecek akıl, sonra da basiretinizi artıracak hidayet versin. Şu hadiste işaret edildiği üzere:

'Allah bir kulu hakkında iyilik murad ederse, ona, kendi kusurlarını görme kabiliyetini verir.' (Müslim, Kader, 4,5)

[1]Ebu Davud, Melahim, 1.

[1]'Sünnet ve İslam Hukukundaki Yeri', Prof. Dr. Mustafa es- Sibaî Beka Yayınları, s. 477.