“De ki: Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Hâlbuki Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hucurât: 16.)

'De ki: Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? Halbuki Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.' (Hucurat: 16.)

Küresel küfür ve işgal projelerinden biri de, 'çağdaşlık' kavramını 'put' ittihaz edenlerin cüret ettiği 'dinde reform'dur.

Esasen dinde reform batıda, birtakım yanlış ve hurafelere bulaşmış Hıristiyanlık bünyesinde söz konusu olmuş ve 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin'in öncülüğünde 'Protestanlık' diye bilinen bir Hıristiyan mezhebinin zuhuruyla neticelenmiştir.

Protestanlık protesto etmek, yani itiraz etmek, karşı çıkmak, reddetmek, başkaldırmak demektir. Böyle bir yaklaşımı İslam için düşünmek hiç mümkün olabilir mi?

Batıdaki bu reform hareketi Hıristiyanlığı içine düştüğü batıl telakkilerden kurtaramadığı gibi, la dinî /din dışı bir anlayışa da vücut vermiş, insan ve toplum bazında önü alınamayan tatminsizlik, buhran ve bunalımlara sebep olmuştur.

Noksan ve yanlışlarla malûl insanın, ilahilik vasfını kaybederek şirke bulanan bir din anlayışına müdahalesinin müsbet bir sonuç vermeyeceği açıktır. Kaldı ki başlangıcı itibariyle ilahi olan dinlerin sonradan beşerileşmesinin sebebi de zaten insan müdahalesidir. İnsan müdahalesiyle bozulan bir dinin, yine insan müdahalesiyle düzelmesini ümit etmek eşyanın tabiatına aykırıdır.

İslam'a gelince; onda ne bir noksanlık ne bir fazlalık ve ne de bir yanlışlık olmadığı için reform da söz konusu olamaz. İslam, Allah'ın vaz'ettiği din olup vahiyle sabittir. Din vaz'etme, emir-nehiy, helal-haram koyma yetkisi sadece Allah'a ve Allah'ın emri ve müsaadesiyle Hz. Peygambere (s.a.v.) aittir. Dolayısıyla, insan denen 'nisyan ile malûl' varlığın, Allah'ın bu ekmel dinine müdahalesi hiçbir şekilde düşünülemez. Buna cüret eden, anlasın veya anlamasın, ilahlık iddia etmiş olur. Nitekim Kuran-ı Kerim'de Firavunun rablik iddiası şöyle haber verilir:

'Hemen (adamlarını) topladı ve onlara seslendi: 'Ben, sizin en yüce Rabbinizim!' dedi.' (Nazi'at: 23-24.)

Dinde / İslam'da aklınca birtakım yanlış ve noksanlar tespit edip bunları giderme adına kendini ehil ve yetkili gören herkes, aynen Firavun gibi rablik / ilahlık iddia etmiş olur; bu da bilindiği üzere şirktir.

I- DİNDE REFORM, DİNE İNSAN MÜDAHALESİ DEMEKTİR

Evet, dinde reform demek, Allah'ın ekmel dinine açık bir insan müdahalesi demektir.

Peki soralım:

Bu, hangi ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır?

Dinde / İslam'da bir noksanlık var da o mu giderilecektir?

Bazı yanlışlar var da onlar mı düzeltilecektir?

Dahası insan kendini buna nasıl ehil, yetkili ve yeterli görebilir?

Görüldüğü gibi dinde reform nereden bakarsak bakalım küfür ve şirktir.

İslam'da noksanlık yok ki giderilsin… Yanlışlık yok ki düzeltilsin… Sonra aciz, cahil ve gafil olan insan, nasıl bir cüretle kendinde Allah'ın dinine müdahale ehliyet ve yetkisi görebilir?

Bu, kainatta işlenebilecek en büyük cürüm olsa gerektir.

Nitekim Yahudi ve Hıristiyan alimlerinin Tevrat ve İncil'i bozmaları bir vakıa olup, bunu yapanlar ebedi bir azap tehdidiyle karşı karşıya kalmışlardır. Çünkü Allah'ın kitabını bozmak, dini bozmak demektir. Bu ise insanların istikamet bulmalarının önünü kesmektir.

Kitaplarıyla oynayıp hakikatleri gizleyen Yahudilerle ilgili şu ayetteki azap tehdidine bir bakalım:

'Allah'ın indirdiği kitaptan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.' (Bakara: 174.)

Keza yine Yahudilerin, kitaplarındaki kelimelerin manasını saptırmaları da dini tahrif ve reform anlamında olduğu için şiddetle kınanmaktadır.

'Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak 'İşittik, karşı geldik', 'İşit, işitmez olası!' 'Ra'ina' derler. Halbuki onlar, 'İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak' deselerdi, bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lanetlemiştir. Bu yüzden pek azı iman ederler.' (Nisa: 46)

'İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lanetledik, kalplerini de kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlar…' (Maide: 13.)

Peki, bugün İslam'da reform yapmaya kalkışanlar da benzer şekilde kelime ve kavramları saptırmıyorlar mı?

Keza Kuran'da Allah ile Rasulünün arasını ayıranlara ve dinlerini parça parça edenlere de büyük azap tehdidi vardır:

'Şüphesiz, Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah'a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, '(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkar ederiz' diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kafirlerdir. Biz de kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.' (Nisa: 150- 151.)

'Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.' (En'am: 159.)

İşte ayetlerin de işaret ettiği şekilde, gerek manayı gizlemek, gerek saptırmak, gerekse terim ve kavramların hedefini değiştirmek, hepsi de aynı kapıya çıkmakta ve Allah'ın kitabı üzerinde tahrifat ve reform anlamına gelmektedir.

Nisa: 150- 151. Ayetler, tam da bugün Kurancılık denen menfur akımı anlatmaktadır.

Bu zihniyette olanlar Kuran'la Sünnet'i / hadisleri ayırmak suretiyle, yani 'Biz Kuran'a bakarız, Sünnet / hadis bizi bağlamaz' diyerek Allah ile Rasulünün arasını ayırmış olmaktadırlar. Bunun neticesi ise, müşahede olunduğu gibi, Kuran ayetleri üzerinde keyfî yorumlar geliştirerek dinin mahiyetini değiştirmektir. Bu durum apaçık dinde reform anlamına gelmektedir.

Halbuki yukarıda da belirttiğimiz gibi İslam'da reformun hiçbir makul izahı ve gerekçesi yoktur. Bu yaklaşım İslam dünyasında sadece müsteşrik çömezi yerli teologlar tarafından seslendirilmiştir. Samimi Müslümanların böyle bir gündemi yoktur ve olamaz.

Ne acıdır ki Müslümanlar saf ve temiz halde bulunurken, birtakım diplomalı yol kesiciler onların gözünün içine baka baka yeni bir din vaz'ına kalkışmaktadırlar. Halkımız bu yapılanların manasını ve tehlikenin büyüklüğünü sezememekte, anlayamamaktadır.

Bu sebeple dinini az çok bilen samimi Müslümanlara, özellikle de belli seviyede ilim tahsil edenlere çok fazla mesuliyet düşmektedir. Gerçeği söylemek onların vazifesidir. Eğer susulur, nemelazımcılık yapılırsa, çok yakın bir gelecekte geri dönüşü olmayan bir badireye düşmek kuvvetle muhtemeldir. Bunu istemiyorsak yüce dinimizin safiyet ve ulviyetini korumanın mücadelesini vermeliyiz. Bu noktada 'Benim ilmim yok, bu işlerden pek anlamam' gibi mazeretlerin Allah indinde hiçbir geçerliliği yoktur. En büyük varlığımız yüce dinimizdir ve dinimiz iki cihan saadetimizin de teminatıdır.

II- DİNİN TANIMI AÇISINDAN REFORMRUN TAHLİLİ

Dinde reformun ne büyük bir fecaat olduğunu bir de dinin tarifinden yola çıkarak anlamaya çalışalım.

Din, genel bir tanımlamayla, kaynağı Allah olan, insanları akılları ve hür iradeleriyle hayır olana yönelten, böylece de onlara dünya ve ahiret mutluluğu bahşeden ilahi bir sistemdir.

Yani dini vaz'eden, onun kurallarını koyan, vahiy yoluyla kullarına gönderen Allah'tır.

Dinde reformda ise çağdaş toplumun genellikle gayrimeşru ihtiyaçlarına cevap verebilmek için, insanların kanun ve kural koymaya ve bu beşerî tasarrufları da din diye kabul ettirmeye kalkışmaları söz konusudur. Vahamet buradadır.

Dikkat edilirse dinin tanımında insanların kendi iradeleriyle Allah'ın hükmüne boyun eğip dünya ve ahiret saadetini kazanmaları vurgusu vardır. Reformda ise Allah'a boyun eğmek yerine aciz, cahil, günahkar ve üstelik de asi bir kula itaat edilmiş olmaktadır.

Allah, kulun ihtiyaçlarını, dünyevi ve uhrevi saadetini temine yönelik en adil ve doğru hüküm ve prensipleri koyar. Halbuki reforma kalkışan insan ne kendini ne de emsallerini tanır. Böyle kör ve kara cahil birinin insanlara din vaz'etmesi mümkün müdür?

Dinde reform bu yönüyle de buna kalkışanların kendilerini ilah yerine koymaları, korkunç bir vebalin altına girmeleri, hem kendilerini hem de sair insanları dünyada ve ahirette sonsuz felaket ve azaba sürüklemeleri demektir.

Dinde reformu İslam'ın özellikleri açısından da değerlendirmek gerekir. Burada bu özelliklerden üçü üzerinde duralım:

Bir: Dini Allah gönderir, hükmü Allah verir. Helal haram koyup kaldırma yetkisi ancak Allah'a aittir.

Peki, İslam'ın bu özelliğine bakıldığı zaman burada cahil, aciz ve nankör olan insanın ne gibi bir dahli vardır ki reforma kalkışabilsin?

İki: Din, vahiy yoluyla ve nübüvvetle tebliğ edilir. Bu açıdan bakılınca dinde reforma kalkışan bir kimse vahiy yerine aklı, nübüvvet / peygamberlik yerine de kendi nefsinin hevasını koymuş olmaktadır. Bu durumda reformla ortaya konan dine, dense dense akıl ve heva dini denir. Bu açıdan da dinde reform büyük fecaattir. Nitekim Cenab-ı Hak Necm Suresi 3 ve 4. ayetlerde Hz. Peygamberin (s.a.v.) kendi hevasından konuşmadığını, ne konuşuyorsa ona vahyedildiğini haber vermektedir. Dinde reforma teşebbüs edenler görüldüğü gibi İslam'ın bu özelliğini de devre dışı bırakmış olmaktadırlar.

Üç: Kuran korunmuştur. Bu korunmuşluk Hicr: 9'da 'Zikrin muhafazası' diye geçmektedir. Tefsirlerde bu 'Zikir' kelimesinin hem Kuran'ı hem de Sünnet'i, yani hem vahy-i metlüvü hem de vahy-i gayrimetlüvü içine aldığı izah edilmektedir. Peki, şimdi düşünelim: Dinde reforma kalkışanlar Allah'ın vadettiği bu korunmuşluğu ortadan kaldırmaya kastetmiş olmuyorlar mı? İşte bundan dolayı diyoruz ki İslam'da reform, İslam'ı imha etmek teşebbüsü demektir. Böyle bir eylem ancak ve ancak İslam düşmanlarından, kafirlerden, müşriklerden, zalimlerden sadır olabilir. Bu açıdan da dinde reform en büyük felakettir.

Önemine binaen altını çizerek bir kere daha ifade edelim ki, imtihan maksadıyla yaratılmış, mükellef tutulmuş insan, dinde reform yoluyla kendi kendine uyacağı bir din vaz'edemez; basit cirmi, sınırlı algısı ile insanlığın dünyevi ve uhrevi hayatını kuşatacak ve ihtiyaçlarına cevap verecek bir teoloji ortaya koyamaz. Koysa da bu bir din olmak şöyle dursun, kör döğüşüne benzer felsefî akımlardan biri olmaktan öteye geçemez.

Bu gerçekler doğrultusunda İslam'da reform, saçmalık, ahmaklık ve budalalıktır. Bu nitelememiz hissî veya fevrî değildir; ilmî mesnede dayanan zaruri neticedir. İslam'ın reforma ihtiyacı olmadığı gerçeği gayet açık ve nettir. Reform denen niteleme dinde köklü değişim olduğuna göre, İslam adlı ilahi yapının herhangi bir yerine müdahale, ebedî felaketle sonuçlanacaktır.

Çünkü bu düpedüz Cenab-ı Hakka (haşa) din öğretmeye kalkmaktır:

'De ki: Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? Halbuki Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.' (Hucurat: 16.)

Rabbimizin bizden istediği ise, dini Ona has kılarak kendisine yönelmemizdir:

'Halbuki onlara, ancak dini Allah'a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekatı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.' (Beyyine: 5.)

Bu konuya gelecek yazımızda da devam edeceğiz.