Dijital Medyanın Yıkıcı Etkisine Karşı: Dijital Ebeveynlik

Abone Ol

Başımızın üstünde dönüp duran, canımızı yakan ancak henüz yeterince ciddiyetinin farkına varıp içselleştiremediğimiz bir konuyla karşı karşıyayız. Dijital medyanın yıkıcı ve yok edici negatif etkisinden kurtulmak, sosyal saldırganlıkları önlemek ve çocukların bundan etkilenmelerini en aza indirmek için bildiğimiz klasik ebeveynliğin yanı sıra artık “Dijital Ebeveynlik” konusu dikkate alınmalı.

Bu konuya ciddi şekilde kafa yoran, yüksek hassasiyetle çalışan, okullarda verdiği seminerlerle ebeveynlerde farkındalık kazandırmak için didinen Çocuk Gelişim Uzmanı ve Aile Danışmanı Özlem Gınık ile meseleyi enine boyuna konuştuk.

Önemli tespit ve ciddi uyarıları var. Dikkate alınmasını umarak sunuyoruz.

----

 Dijital medyanın çocuklara olan olumsuz etkisi yeterince biliniyor mu diyerek, başlayalım mı?

- Dijital dünya zaman kavramının bağımsızlaştığı, sınırların ortadan kalktığı, mekânın önemini yitirdiği ve sürekli değişen, gelişen bir platform olduğu için olumsuz etkileri yeterince bilinemiyor. Bilinçli ebeveynler, kendi çaba ve araştırmalarıyla olumsuz etkilerine karşı farkındalık sağlayarak kendilerince tedbirler almaya çalışıyorlar. Bu konuda olumsuz etkilerini yeterince bilmeyen ebeveynler ise; ortaya çıkan olumsuz durumlarda çaresiz kalıyorlar ve maalesef ki bu da ebeveynlerin çoğunluğunu oluşturuyor. Örneğin çocuklarının oynadığı oyunları, izlediği videoları dahil olduğu grupları nelerin oluşturduğuna nasıl içeriklere erişebileceklerine hâkim olmaları gerekiyor. Henüz zihinsel, duygusal ve fiziksel gelişimini tamamlayamayan çocuklarda oluşturulan algıların doğurabileceği tehlikelerden ebeveynlerin haberdar olmaları ve çözüm arayışına girmeleri gerekiyor.

Dijital medyanın kontrol edici özelliği bilhassa çocuklar ve gençler bakımından nasıl işliyor?

-Dijital dünyanın üreticileri ve bu mecradan beslenen sistem; insanların fizyolojik, psikolojik, sosyolojik gelişimlerini çok iyi bildikleri için amaçları doğrultusunda bu bilgiyi kullanıyorlar. Mesela çocuklarımızın ve gençlerimizin Frontal Korteks’inin (beynin ön lobu) muhakeme edip, analiz etme, problem çözme, akıl yürütme, duyguları kontrol etme gibi gelişimini tamamlamadığı bir süreçte bulunduklarını biliyorlar. Çocukların psikolojik gelişim sürecine hâkim oldukları için ergenlikte ortaya çıkan; beğenilme, popüler olma, aidiyet, kimlik arayışı gibi ihtiyaçlarını giderme maskesi altında gençlerin benlikleri üzerinde hakimiyet kuruyorlar. Henüz öz benliklerini kazanamayan çocukların düşünce ve değerler sistemi üzerinde de büyük etkileri oluyor. İlk zamanlar subliminal mesajlarla manipüle edilmeye çalışılan içerikler şimdilerde alelade bir şekilde çocuklara ve gençlere dayatılıyor. Böylelikle çocukları ve gençleri daha kolay kontrol edilebilir, yönetilebilir hale getirerek içerikler üretmeye devam ediyorlar. Dijital medya yöneticileri, çocuklar ve gençler üzerinden dijital medyanın kontrol edici özelliğini kullandığı için ebeveynlere de büyük görevler düşüyor. Dijital ebeveyn kavramıyla da tam olarak burada karşılaşıyoruz. Dijital Ebeveynliği ise ebeveynlerin çocuklarını internet ve teknoloji ortamında zararlı alışkanlıklardan uzak tutmak ve teknolojiyi amacına uygun kullanmasını sağlamak olarak açıklayabiliriz.

Dijital medyanın kontrol edici niteliği nasıl bir süreçle dikte edici aşamaya geçiyor?

-Günümüz koşullarında teknoloji bir önceki kuşaklara göre daha hızlı gelişiyor ve birçok ebeveyn genelde bu hıza ayak uyduramıyor. Çocuklar ebeveynlerine nazaran teknolojiye daha çok uyum sağladıkları için ailelerinin denetimlerinden kaçıp, dijital medyanın dayatmalarına maruz kalabiliyorlar. Örnek vermek gerekirse çoğu ebeveynin bilmediği ya da fark etmediği, sosyal medya dayatmalarını bilmeden diğer cinsiyet seçimini işaretleyen çocuğun karşısına algoritma daha çok tehlikeli içerik çıkartıyor. Farkında olarak başka cinsiyet tercih eden birçok insanla bir araya getirerek arkadaşlık kurmalarına sebep oluyor. Aynı zamanda aktif olarak kullanılan klavyelerdeki hamile erkek, sakallı kadın, eşcinsel aile profili gibi emojilerin bilinç altı dayatmalarına maruz kalabiliyorlar.

 Yıkıcı etkilere engel olmak için okullarda semineler veriyorsunuz. Bu nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?

-Ailelerden gelen ihtiyaçlar ve sorunlar doğrultusunda ayrıca danışmanlık yaptığım ailelerin genel yansıması olarak bu seminerleri veriyorum. Okullarda velilere ve öğrencilere seminerler veriyorum. Seminerler verdikçe de bizler daha iyi fark ediyoruz ki henüz, dijital medyanın vereceği ciddi zararlarından haberdar olmayanlar var. Ve bu da durumu daha da zorlaştırıyor.

Yıkıcı etkilerinden ilk önce ebeveynlerin ciddi bir şekilde haberdar olmaları gerekiyor. Bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkında olan ebeveynlerin bazıları ise bu yıkıcı etkilere karşı nasıl başa çıkmaları gerektiğini bilmiyorlar. Bazı gençlerimiz de dijitalde attığı adımların ne gibi sonuçlara sebep olabileceğinin farkında değiller. Karşılaştıkları içeriklerin; düşünce, duygu ve davranışlarına ne derece yansıttıklarının ve bu durumunda geleceklerini ne derece etkileyeceği konusunda objektif bakamıyorlar. Mesela günümüzde belli popülaritelere hizmet eden paylaşımda bulunan gençler, yapay zekaya bağlı siber zorbalığa maruz kalabiliyorlar. Masumane bir fotoğraf paylaşımının bile üzerinde, yapay zekâ ile oynanarak gençlerin önüne servis ediliyor. Ve gençlerde bu duruma bağlı olarak gerek psikolojik gerek dijital manada bizden destek talep edebiliyorlar. Ebeveynlere burada çok büyük bir görev düşüyor. 

Nedir o görevler?

-Bu durumla karşılaşan çocuklar hassas bir psikolojik süreçte oldukları için ebeveynlerin denetimli ve anlayışlı bir şekilde çocuklarına yaklaşması gerekiyor. Toplumun ciddi bir şekilde yıkıcı etkilerine karşı bilinçlenmesi gerektiğini, verdiğimiz seminerlerle daha iyi anlıyoruz. Özellikle belirtmek isterim ki dijital medyanın yıkıcı etkisini iliklerine kadar hissedip yaşayan, yaşadıkları yüreğine bir mızrak gibi saplanan, evinin tamda ortasına küresel güçler tarafından bomba gibi konulan, yakından şahit olduğum bir ailenin dramından etkilenerek ve toplumun da bu yıkıcı etkilerden, bu kadar sarsıcı olabileceğinden habersiz olduğunu düşünerek bu yola çıktık. Bu annenin bize ulaştırdığı dört sayfalık mektubu; yaşadığı zorlukları kimse yaşamasın diye bir temenniydi. Bende elimden geldiği kadar seminerlerimde bu annenin mektubuna yer veriyorum. Çünkü o anne de yaşadığı zorlu süreçleri bizler aracılığıyla diğer ailelere duyurmak istiyordu. Aslında, o annenin evladının da bir temennisi vardı, gençler onun yaşadıklarını yaşamasın diye. Böylelikle onların da sesi oldu bu seminerler. 

Sosyal medyaya çocuk ve gençlerin yönelimini yalnızlık duygusu mu körüklüyor acaba?

-Yapılan araştırmalar, yalnız olan bireylerin gerçek hayatta karşılayamadıkları ihtiyaçlarını sanal ilişkilerle elde ettiklerini gösteriyor. Yalnızlık ve sosyal medya arasında pozitif ve orta düzey bir ilişki olduğu ortaya çıkıyor. Bundan on yıl önce yapılan araştırmalarda sosyal medyayı, çocukların daha çok aile içi iletişim için kullandığını ve o zaman aile bağlarının daha güçlü olduğunu görebiliyorduk. Ancak geçen bu süre zarfında, özellikle pandemi sürecinde sosyal medyada iletişim kurabilinecek insanların sayısının arttığını görüyoruz. Aile içi iletişimin yüz yüze olması önemli. Ancak, günümüzde aile ile geçirilecek zamanı sosyal medya ile geçiren aile üyeleri yalnızlığa mahkûm oldular. Bu da aile bağlarının zayıflamasına sebep oldu. Etkili iletişimin, sorumluluğun, fedakarlığın, birlikte karar almanın önemi yitirilmeye başlandı ve problemler çözümsüz kaldı. Böylece gerçek dünyadan sanal dünyaya yönelim başladı. Organik mutlulukların yerini sanal mutluluklar aldı. Ve bu yalnızlık duygusuyla baş başa kalanlar sosyal medyada farklı yaş gurubundaki insanlarla aynı platformlarda karşılaşmaya başladılar. Bazen de yalnız olmayan çocuk, sosyal medyanın dikte ettiği yalnızlık duygusuna kapılabiliyor. Sanal dünyadaki sahte arkadaşlıkların büyüsüne kapılarak yalnız olduğunu kendine kabullendiriyor. Ve çevresine karşı bu psikolojinin vermiş olduğu tutumla sosyal saldırgan davranışlar sergileyebiliyor.

Dijital medya yalnızlığı gideriyor mu ya da ne ölçüde gideriyor?

-Dijital medyanın yalnızlığı giderip gidermediği hakkında birçok farklı görüş olmakla birlikte, benim görüşüme göre; dijital medyanın giderdiği yalnızlığın yerini daha çok sahte ve yapay sosyallik yer alıyor. Örneğin sosyal medya üzerinde kurulan ilişkilerde gerçekle bağdaşmayan bilgiler yer alabiliyor. Sosyal medya üzerinden tanıştığınız bir insanın gerçek hayattaki yaşı, cinsiyeti, ırkı, inancı ile sosyal medya üzerinden size aktardığı bilgileri farklı olabiliyor. Gerçek arkadaşlık kurduğunu düşünen çocuklar, genelde kötü amaçlı insanların çıkarlarına farkında olmadan hizmet ederek kurbanı olmuş olabiliyorlar. Maalesef ki günümüzün en büyük problemi anlaşılmadığını zanneden çocukların, kendilerini anladığını düşündükleri sosyal mecralarda, kendilerini daha büyük yalnızlıklara ve yanlışlara sürüklemeleri. Tabi bunların haricinde, gerçek hayatta tanıdığı bildiği ama şu an yüz yüze görüşemediği insanlarla sosyal medya üzerinden yalnızlıklarını da giderebilirler.

 Peki, dijital medya için gencin bir başka yalnızlığına sebep oluyor diyebilir miyiz?

-Evet, diyebiliriz. Dijital medya, gençlerin sadece kendilerini bireysel olarak yalnız hissettiği alanlar değil. Bireysel yalnızlığın yanı sıra, etkilendiği ya da maruz kaldığı dijital medya platformlarındaki insanların; dini, milli, kültürel değerleri gibi olgularda farklılık gördüğü zaman, sahip olduğu bireysel değerlerinde yalnız olduğunu düşünüp, öz değerlerini saklama ya da değiştirme girişiminde bulunmasına da sebep olabiliyor. Bu da ailesini beğenmemesine, akrabalarını beğenmemesine ve kendini iyice soyutlamasına ve yalnızlaşmasına sebep olabiliyor. Dinini, kültürünü, milli değerlerini beğenmeyip sahip çıkmamasına ve yavaş yavaş öz benliğini kaybetmesine de sebep olabiliyor. Bunları yapmasının sebebi de bir guruba ait olma, popüler olma, kolay yoldan para kazanma isteği. Kültürü ve değerleri geleneksel görüp kabul etmemesi gibi uyaranları örnek verebilirim. Aynı zamanda, Manchester Üniversitesi ile BBC’nin ortak yaptığı dünyanın en geniş yalnızlık çalışmasında 

16-24 yaş arasında yalnızlık yüzde 40 olarak tespit edilmiş, bu da gençlerin büyük ölçüde yalnızlık duygusuna sahip olduklarını ispatlıyor ve birçok sosyal sorunları beraberinde getiriyor.

Dijital ilişki doğru yönetilemediğinde kişinin narsizmini arttırır mı?

-Dijital ortamda kişiler kendilerini her şeyi ile mükemmel tanıtmak istediklerinden oldukları gibi değil, olmak istedikleri neyse onu ortaya koymaktalar. Doğru yönetilemeyen dijital medya pek çok anlamda bireyleri yönetmekte ve böylece de narsizm kültürünü yaymakta. Gerçek hayatta birey, kendini akıllı, değerli, başarılı, güçlü, güzel bulmuyorsa sanal hayatta bu duygularını tamamlamaya çalışıyor. Olduğu gibi değil ” EN’ler ve BEN’ler ” ile hep ön plana çıkmaya çalışıyor. Örneğin BEN’im hayatım, BEN’im seçimim,  BEN özgürüm, BEN değerliyim. Ya da EN başarılıyım, EN değerliyim, EN zayıfım, EN güzelim gibi… Çünkü narsizm kavramının en temel özelliği benlik duygusunu abartılı bir boyutta yaşamasıdır. Ve onaylanmak istemeleridir. Dijital medya bu benliği beslemekte, bireylerin olmak istediği sahte kimlikler, kendilikler yaratmakta ve kendini var etme çabası görülmekte.

 Çocuk ve gençlerde sosyal fobik davranışlara kaygı ve depresyona sebep olduğunu gözlediniz mi?

-Evet, birçok alanda dijital medya; çocuklarımıza ve gençlerimize kusursuz beden algısı, güzellik algısı, sosyal başarı algısı gibi dayatmalarda bulunabiliyor. Kendini yetersiz hissetmesi sonucunda çocuklar ve gençler, sosyal iletişim becerilerinde anlamlı manada düşüşler yaşıyor. Bu düşüşleri gözlemlediğimde, dijital medyanın çocuk ve gençlerde sosyal fobik davranışlar sebep olduğu görüyorum. Örneğin kiloluyum fotoğraf çekinmeyeceğim, misafirliğe gitmeyeceğim, misafir gelmesin, beni böyle görmesin, sınıfta söz hakkı almak istemiyorum, sivilcemi görmesinler, tahtaya çıkmak istemiyorum gibi davranışlar ve kıyafetleri, dijital medyanın dayattığı kıyafetlerle uyumlu olmadığında çocuklar ve gençler sosyal fobik davranışlar gösterebiliyorlar. Bu davranışlar çocuğu her alanda olduğu gibi psikolojik alanda da etkiliyor. Mesela, cinsiyetsizlik dayatmalarına maruz kalan çocuklar ve gençler kendilerini yalnızlığa mahkûm ederek; sosyalleşmek istemiyor ve böylece kaygı ve depresyona girebiliyorlar. 

Çocuk ve gençlerin dijital medyada uygunsuz içeriklere maruz kalmasını önlemek mümkün mü, ne önerirsiniz?

-Bu konuda ebeveynlere çok büyük görevler düşüyor. Ebeveynlerin ilk önce maruz kalma riskinin yüksek olduğunu ve ciddi zararlar açabileceğini bilmeleri gerekiyor. Dijital ebeveyn olmak zorundalar. Vurgulamak isterim ki, öncelikle ebeveynlerin bu konuda bilinçlenmeleri gerekmektedir ve böylelikle çocuklarını tehlikelerden koruyabilsinler, doğru rehberlik edebilsinler. Öncelikle ebeveynler, çocuklarına doğru rol model olmalılar. Merak duygusu oluşturacak davranışlardan uzak durmalılar. Çocuklarına dijital mahremiyet bilinci kazandırmalılar. Baskıcı ve yasaklayıcı tutumlardan kaçınmalılar. Unutmamalı ki, çocukların güvenliği ebeveyn tutumlarından geçiyor. Aynı zamanda iyi bir gözlemci olmaları gerekiyor. Hem ebeveynlerin hem çocuk ve gençlerin özel bilgileri, özel fotoğrafları, videoları paylaşmamaları konusunda hem fikir olmaları gerekiyor. Çocuklarına sosyal medya hesabı açmamalılar. Zararlı yazılımlara, içeriklere karşı güvenlik önlemleri almaları gerekiyor. Dijital medyanın; doğru, etkin, sınırlı ve kontrollü şekilde kullanılması gerektiği konusunda yardımcı olmaları gerekiyor. Çocuklarına, kişisel sınırların korunması gerektiği ve sosyal mesafe kuralının olması gerektiğini anlatmaları gerekiyor. Çocuklarının girdikleri siteleri, sanal arkadaşlıklarını, izledikleri videoları, dahil oldukları gurupları, arama motorunda araştırdıkları konuları, oynadıkları oyunları hakkında bilgi sahibi olmaları ve kontrol etmeleri gerekiyor. Çocukların rahatsız oldukları içeriklerle karşılaştıklarında, tanımadıkları insanlardan mesaj aldıklarında ebeveynleri ile paylaşması gerektiğini söyleyebilirler. Rahatsız eden içerikleri ve kişileri; şikâyet etme, engelleme, filtreleme uygulamaları öğretilmeli. Çocuklara, gençlere dijital ayak izlerinden ve dijital ayak izlerinin gelecekte onlar için birer referans olacağından bahsedilmeli. Çocuk profili, internet profili güvenli internet kapsamında kullanılmalı. Ayrıca herhangi bir olumsuz durumla karşılaşılırsa ebeveyn bir uzmandan yardım almalı ve çocuklarına karşı hassas bir tutum sergilemeli. Çünkü çocukların, ne şekilde neye maruz kaldığı hakkında bilgileri bulunmamakta. Uygunsuz içeriklerin çocuklara ve gençlere ulaşmasını isteyen içerik üreticileri, çocuk ve gençlerin algoritmasına en uygun video ile ulaştırmak istedikleri videoları tek bir video haline getirerek çocukların algoritmasına düşürüyor ve seyretmelerine sebep oluyor.

 Çocuğun ve gencin yaşadığı ailenin değerler sisteminden kopmasına sebep oluyor mu?

-Evet, oluyor. Aile değerlerimiz toplumsal yapımızın dinamikleridir. Türk Aile yapısında; dini, milli, kültürel, sosyal, sevgi, saygı, hoşgörü, namus, doğruluk, dürüstlük, ekonomik olmak, misafirperverlik gibi sıralayabileceğimiz birçok değer üstün değerler arasında yer alır. Aile değerlerimizin de korunarak gelecek nesillere aktarılması gerekiyor. Dijital medyada; herkesin her şeyi sınırsızca paylaştığı, mahremiyet sınırlarının, inançlarımızın, ailemizin, kültürümüzün, değerlerimizin küçümsendiği, hatta yok edilmeye çalışıldığı bir alan haline dönüştü. Dijital medyada küresel değer aktarımı, aile değerlerimizi de derinden etkiliyor. Çocuklar ve gençler dijital medya aracılığı ile; yabancı toplulukların değerlerini ve hayat tarzlarını benimsiyor, süzgeçsiz bir şekilde hayatlarına alıyor hatta küresel kültür istilasına bile sebep olabiliyorlar. Buna K-POP kültürü örneğini verebiliriz. Gençlerimizin çoğu; cinsiyetlerinden, inançlarından, giyimlerinden, danslarından, imajlarından hatta şarkı sözlerine kadar bu kültürü rol model alıyorlar. Bu da gençlerimizde özenti, gösteriş merakı, fiziksel görünüm, güç tutkusu, maddi kaygı, kolay yoldan para kazanma gibi istekler oluşturuyor. Bu istekler aşırı tüketime yol açarak çocuklar ve gençlerin aile değerler sisteminden kopmasına ve aile yapısının çözülmesine sebebiyet veriyor.

O halde dijital medyada toksik bilgilerin etki oranı nasıl azaltılabilir?

-Öncelikle, doğru/yanlış, iyi/kötü, faydalı/faydasız, ahlaklı/ahlaksız gibi bilgi dağıtımında ne kadar etkili olduğunu kişi kendisine sormalı. (Beğeniler, takipler, paylaşımlar, yorumlar, abonelikler… bu konuda önemli) dijital medyada ne kadar, nasıl bir etkileşim kuruyorsunuz? Ve bu etkileşimi yayma oranınız ne kadar? Doğru ve faydalı bilgi paylaşımında ne kadar etkilisiniz? Evet, bir haberin doğru ve güvenilir olduğuna emin olmadan, kendimizi ikna etmeden, kaynaklarına ulaşmadan paylaşılmaması gerekiyor. Paylaşımların, çok hızlı yayıldığını unutmamak gerekiyor. Kişilik testlerini doldurmadan önce (örnek: Onedio) birçok kez düşünmeniz gerekiyor. Kişiliğinizi kategorize etmek için sorulan sorular sizin kim olduğunuz ile ilgili hatta daha fazlası hakkında bilgi verir. Ve sizi tanıdığını söyleyen en yakınınızdan bile, daha fazla bilgiye sahip olur. Sizin ilginizi çekebilecek içerikleri sunarak hatta başlıklar atarak, merak etmenizi sağlayarak, yayılması için bir bakıma sizi ikna eder. Sunulan bilgilerin kaynağına ulaşıp teyit etmemiz bu yüzden önemlidir. Gerçeği resmi sitelerden ve internetten arayın. Filtre balonlarınızı patlatın, farklı güvenilir sitelerden de araştırın. Sosyal mesafe sınırlarınızı belirleyin. Ebeveynler bu konuda bilinçli olmalı ki, çocuklarına doğru rol model ve rehber olabilsinler.

Bu konuda ebeveynin aldığı tedbirler ne kadar yeterli?

-Sadece ebeveynlerin aldığı tedbirler yeterli değil ancak büyük faciaları önlemek için bu tedbirler birer adımdır. Bu konuda; devlet olarak, toplum olarak, birey olarak, sorumluluk bilinci ile tedbirler almamız gerekiyor. Resmi kuruluşların, STK’ların, toplumun ve bireylerin harekete geçmesi gerekiyor. Dijital okuryazar, dijital anlamda yeterli ve dijital ebeveyn olmanın önemi böylece gündeme geliyor. Bu tarz eğitimlerin zorunlu tutulması gerektiğine inanıyorum. Olumsuz içeriklere karşı geri bildirimde bulunmak, şikâyet etmek, engellemek, filtrelemek, gerekiyor. Doğru bilgi yaymanın önemli olduğunun farkına varılması gerekiyor. Örneğin; YouTube KIDS gibi uygulamalarda ebeveynler yaş filtresi yapıp, çocukların yaş gurubuna uygun içeriklerle karşılaştığını zannedip denetim elden bırakılabiliyor. Bu uygulamaların güvenirliliğini sorgulamak lazım. Siz çocuğunuzun uygun içeriklerle karşılaştığını düşündüğünüz anda, bu tarz platformlar çocukların bilinç altına farklı düşünceleri dayatabiliyor. Burada da ebeveynin platforma güvenip tedbiri elden bırakmaması gerekiyor.

Video oyunları çocuğu ve genci hayal dünyasında yaşatarak hayatın gerçeklerinden uzaklaştırdığını söyleyebilir miyiz?

-Evet, söyleyebiliriz. Oyun esnasında sürekli değişen uyaranlar, en iyi olma, en başarılı olma isteği gibi etkenler, beyinde dopamin salgılamasına sebep oluyor. Bu da ödül merkezini harekete geçiriyor. Devamlı ve uzun süre oyun oynayan çocuklarımız ve gençlerimiz daha fazla dopamine ihtiyaç duyuyorlar. Bu da daha fazla başarı ve daha fazla oyun demek oluyor. Böylece hızla değişen uyaranlara daha fazla maruz kalabiliyorlar. Dikkat odakları değişiyor ve o zamanda, günlük hayata odaklanmada sorun yaşayabiliyorlar. Öğretmenine ve derslerine odaklanamayan, bu yüzden bugün okuma hevesini kaybeden çocuklarımız ve gençlerimiz var. Gelişim dönemlerinde önemli olan uyku düzenlerinde bozulmalar meydana gelebiliyor. Oyunda harcanılan vakit, sorumluluklarını aksatmalarına sebep oluyor. Oyunlardaki şiddetli davranışın ödüllendirilmesi; empati yoksunluğuna, becerilerin zayıflamasına, öfkeli, agresif, stresli, kaygılı, korkulu ve şiddete meyilli olmasına sebep olabiliyor. Her yaş gurubunun ilgisini çeken, popülerliği artan oyunların içerikleri ile; ailesinden, kültüründen, değerlerinden, ahlakından, insanı güzel insan yapan değerlerinden uzaklaştırılan, çocuk ve gençlerimize rastlayabiliyoruz. Hatta daha da ötesi çevrimiçi oyunlarla çocuk ve gençlerimizin karşılarına çıkan sahte kimliklerin olumsuz yönlendirmelerine maruz kalarak, hayalleri elinden alınan çocuklara ve gençlere rastlayabiliyoruz. Bu tarz kötülükler ve tehlikeler karşısında gerçek dünyada aciz, mutsuz, güçsüz, güvensiz, korunmasız ve aynı zamanda kendilerini savunabilecek bir sistemin olmadığını düşünebiliyorlar. Böylece hem hayattan hem de hayatın gerçeklerinden uzaklaşabiliyorlar.

 Dijital medya gençleri bir pazar metaı olarak mı görüyor sizce?

 -Küresel güçlerin, küresel sermayelerini artırmak için kolay yönetebileceği gençlere ihtiyacı var. Bunun içinde ciddi çalışmalar yapıyor. Aslında çok önemli bir noktaya değindiniz. Dijital medya gençlerimizi kontrolsüz ve ihtiyaç dışı tüketime motive ediyor. Üretilen içeriklerin birçoğu bu yönde. Gençlerin rol model aldığı ve gündemde olan; takip ettiği youtuberlar, ınfluencerlar ya da akran guruplarının kullandığı ürünleri almak istiyorlar. Bir guruba ait olmak adına; kendini, kültürünü, değerlerini yansıtmayan birçok ürün ve marka satın alabiliyorlar. Ve böylece gençler; ait olma, beğeni toplama, popüler olma isteklerini harekete geçiriyor ve kendilerini bu şekilde ifade ettiklerini düşünebiliyorlar. Dijital medyanın olumsuz etkilerine karşı en hassas olan, hemen uyum sağlayıp, gündelik hayatlarının bir parçası haline getiren gurup, gözlemlediğimiz kadarıyla gençlerdir. Tabi bu da birçok problemi beraberinde getiriyor. Maddi yönden ağır gelen markalar, gençler ve ailelerin çatışmasına sebep olabiliyor. Aile istek doğrultusunda değil de ihtiyaç doğrultusunda davranıyorsa, aile ekonomik davranmaya teşvik ediyorsa, aile kültür ve değerleri bakımından alacaklarını tasvip etmiyorsa gibi çatışmaların sebepleri değişebiliyor. Ebeveynler bu süreçte; objektif olarak bu tarz düşünce ve davranışların aile olarak iletişimlerini ve ilişkilerini nasıl etkilediği konusunda aktarımda bulunmalılar.

Dijital medya için bir sosyal medya ahlakına ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz?

-Bu ihtiyacın her geçen gün daha da arttığını düşünüyorum. Ahlakı düsturların oluşması, insan ilişkilerinin sağlıklı yürüyebilmesi, sağlıklı bireyler, sağlıklı aile, sağlıklı toplum olmak için ivedilikle dijital medya ahlakına ihtiyacımız var. Günümüzde dijital medyanın kontrolsüz bir şekilde kullanılması değerlerimizi zedelemekte. Türk aile yapımızı tehdit etmekte. Üretilen içeriklerin çoğu; etkileme, bildiğini ve istediğini dayatma yönünde. Çocuklar pornografik içeriklerle erken yaşta tanışmaya başladı. Cinsellik ve norm dışı ilişkiler normalleştirilmeye başlandı. Saygı duygusu azaldı. Şiddet, suça yönelme, bağımlılık oranlarında artışlar olmaya başladı. Eğlence adı altında; argo konuşmalar, küfürlü yazışmalar, nezaketsiz, iffetsiz davranışlar çoğalmaya hatta normalleştirilmeye başlandı. En önemlisi de bu paylaşımlar insanlara verdiği zararı bilinerek; yayınlanıyorsa, paylaşılıyor ve çoğaltılıyorsa ahlak sınırı aşılıyor demektir. Bizler de bu sınırların bile bile yıkılmaya çalışıldığına hep birlikte şahit oluyoruz. Mesela Tik Tok akımlarında ve canlı yayınlarda birçok ahlaksız, zarar verici tutumlara da şahit olabiliyoruz ve buna rağmen Tik Tok yaş sınırlama denetimi yok.

Peki bu dijital medya etiği nasıl oluşturulabilir?

-Günümüzde, dijital medyayı kontrol etmek için hükümetler yasalar çıkartmakta ve politikalar uygulamakta. Ancak görüyoruz ki ürettiği içeriklerle çocuklarımızı, gençlerimizi hedef alanlar hızlı bir şekilde yayılım gösterip çocuklarımız ve gençlerimize bu içeriklerin ulaşmasını sağlayabiliyorlar. Bu önlemlerin medyayı kontrol etmeye yetmediğini görüyoruz. Doğru, bilinçli ve etkin kullanmak için gerçek hayatımızda geçerli olan etik ilkelerin dijital medyada da geçerli olduğunu unutmamamız gerekiyor. Örneğin KVKK kapsamında, özel bilgiler izinsiz paylaşılmamalı, kişilerin haklarına saygı duyulmalı. Bunların yanı sıra siber zorbalığa karşı çıkılmalı, saygın, dürüst, doğru, nazik gibi etik davranışlar içerisinde olunmalı. Ayrıca dijital etik bilincinin oluşturulması için zorunlu eğitimlerin yapılması, farkındalıkların oluşması gerekiyor. Aileler, geleneksel ve kültürel etkiler ile dijital medya etiği hakkında da bilinçlenmeli ve çocuklarıyla doğru iletişim kurabilecek seviyeye gelmeli. Bu konuda kamu spotları yapılarak toplumsal farkındalık oluşturulmalı. Etik dışı davranışlarda bulunanlara yaptırımlar uygulanmalı. Teşvikin de sağlanması gerekiyor. Gözetim, denetim mekanizmaların olması gerekiyor. Dijital medya etiği, bireysel sorumluluk, aile sorumluluğu, toplumsal sorumluluk ve devlet sorumluluğu ile oluşturulabilir.

Son olarak dijital reşitliğin nasıl mümkün olabileceği hususunda önerilerinizi alabilir miyiz?

-Öncelikle söylemek isterim ki, dijital medyasız bir hayat artık düşünülemez. Bu zamanın gerisinde kalmak, çağa ayak uyduramamak demektir. O yüzden çocuklarımızı dijital medyadan mahrum edemeyiz. Hepimizin bildiği gibi dijital reşitlik yaşının en çok 16 en az 13 yaş olduğu ülkeler var. Uluslararası düzeyde standart bir yaşı yok. Dijital reşitliği, kanuni reşitlik gibi belli bir yaşa sabitlememiz oldukça zor. Buradaki reşitliği bir yaş gibi değil de bir olgunluk gibi düşünmemiz gerekiyor. Burada da bireylere gerekli eğitimler vererek dijital olgunluk kavramını oluşturmamız gerekiyor. Eğitimler nedir diye soracak olursak, dijital medya okuryazarlığı, dijital medyada KVKK, Dijital ebeveynlik ve siber zorbalığa karşı alınacak önlemler gibi mecburi eğitimler verilerek kişilerin dijital olgunluk seviyelerine ulaşmaları sağlanmalı.

ÖZLEM GINIK KİMDİR?

1981 yılında Ankara'da dünyaya geldi. İlkokulu Gazi Mahallesinde tamamladıktan sonra ortaokul ve lise hayatına Sincan İmam Hatip’te devam etti. 1999 yılında Kayseri’de Erciyes Üniversitesini kazandı ancak dönemin siyasi olayları sebebiyle eğitim hakkından o dönem mahrum kaldı, yararlanamadı. Ancak yaşamının sonraki süreçlerinde eğitimlerine devam etti. İstanbul Üniversitesi Çocuk Gelişimi lisans mezuniyetinin yanı sıra farklı üniversitelerden farklı seviyelerde mezuniyetleri olan GINIK 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında çalışmaya başlamıştır. Bu dönemde çeşitli ulusal ve uluslararası üniversitelerde Aile Danışmanlığı, EMDR, BDT, MMPI, MİNDFULLNES,EROT Uygulayıcılığı, cinsel terapistlik, manevi danışmanlık, oyun terapistliği, resim analistliği gibi eğitimler almıştır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığından emekliye ayrıldı. Şu an aktif olarak Ankara’da Aile Danışmanlığı ve diğer alanlarda çalışmalarına devam etmektedir. Bireysel danışmanlık ve terapistlik süreçlerinin yanı sıra Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda, çeşitli STK’larda, belediyelerde ve özel kurumlarda seminerler vermektedir. Evli ve iki çocuk annesidir.