Bir rivayettir tutturmuş gidiyoruz ve üstelik bu sapkın durumu bir de Din için referans kabul etmiş ve sapkınlığın da sınırlarını yeniden tayin etmişiz. Gelelim, müspet bir anlam yüklenilen Rivayet kelimesinin dedikodu, yalan ve iftira gibi menfi kelimeler ve anlamları ile ne denli içiçe olduğunun bilimsel izahatına.
Bir rivayettir tutturmuş gidiyoruz ve üstelik bu sapkın durumu bir de Din için referans kabul etmiş ve sapkınlığın da sınırlarını yeniden tayin etmişiz.
Gelelim, müspet bir anlam yüklenilen Rivayet kelimesinin dedikodu, yalan ve iftira gibi menfi kelimeler ve anlamları ile ne denli içiçe olduğunun bilimsel izahatına.
Dedikodu: kelimenin en doğru yazılışı ''dedi-kodu'' şeklindedir.
Kelimenin biraz daha doğru izahat ve açılımına bakacak olursak şayet, bir kişi, bir olay, bir kurum hakkın da bir olay ve bu olayın sonucun da doğru yanlış bir kanaat oluşur. Bu kanaat dilden dile, kişiden kişiye, ortamdan ortama ve hatta bucaktan bucağa dillendirilmeye başlar. Sıkıntı tam da bu sırada başlamaktadır. Zira her duyan kişi bir sonra ki kişiye duyduğunu aynen ve olduğu gibi değil de; ne kadar anlayabildiyse o kadarını ve yine ne kadar anlatabilirse o oranda anlatma işlemine dedi-kodu denilmektedir. Yani kişi duyduğunu bir sonra ki kişiye aktarırken bir o kadar da kendi eklentisi ( kodu ) ile birlikte bambaşka bir olayı anlattığının farkına bile varmamıştır.
Yalan : doğru olmayan ve gerçeğe uymayan söz olarak tarif edilmekte Türk dil kurumu sözlüğüne göre. Bu durum da rahatlıkta şöylesi bir tespitte bulunmuş olmamızda bir sıkıntı olmasa gerek ki; yalan ile dedi-kodu arasında sıkı ve hatta dostane (!) bir ilişki bulunmaktadır.
İftira: yine Türk dil kurumunun sözlüğüne göre, bir kimseye kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma, bühtan anlamlarına gelmektedir. Buradan hareketle iftira, aynı zamanda bir yalan ifade anlamına gelmekle beraber, dedi-kodu ile de ciddi bir içiçelik göstermektedir.
Bir rivayeti nakleden kişinin niyetinin iyi olması demek, naklettiği söz içerisinde ki yalan, yanlış ve iftiradan dolayı masum olduğu ve dolayısıyla herhangi bir suçlamadan beri kılınacağı anlamına gelmemektedir. Zira hiç kimsenin bir rivayeti araştırmadan, tetkikini yapmadan ve o rivayeti birkaç kanaldan teyidini almadan başkalarına nakletmesi yalandır, iftiradır ve dolayısıyla büyük bir zulümdür.
Kaldı ki böylesi bir risk altına giriliyor olmasının ne Dini ve ne de insani hiçbir mantıklı zemini de yoktur. Şayet meselenin özünü Dine ve Dinin kimi kaynaklarına izafi etme niyetinden hareketle yapıldığından dem vurularak vicdan kasma girişiminde bulunulacaksa eğer; böylesi bir girişim bir evvel ki girişimden çok daha büyük bir vebal gerektirmektedir.
Unutulmamalıdır ki Din asla zan içermez. Din, içerik ve emirler bakımından mutlak gerçeklik ve doğruluk barındırıyor olmasından hareketle iman edilmesi tek koşul olan emirler manzumesidir. Bu temellendirmeyi baz alacak olursak eğer, zan ve dolayısıyla yalan ve iftira barındırma riski sıfır olan tek kaynağın Kuran olduğu ve bundan başkasının her türlü menfi bir sonucu doğurma ihtimali kuvvetli olması hasebiyle referans olması da zaten olası değildir.
Referans olması/ olabilmesi ve onunla amel edilmesi bir kenara, inanmak, amel etmek ve onu da bir kaynak kabilinden başkalarına anlatmak çok ciddi bir günah ve yükümlülük barındırmaktadır. Yalan, yanlış ve zan içermesi; insanı inanç, iman ve amel bakımından çelişkilere sevk ediyor olması, zaten böylesi bir Dinin en temelde reddi için hem son derece mantıklı ve hem de yeterli bir gerekçe oluşturmaktadır.
Din, bütün emirleri, reddiyeleri, helal ve haramları ile birlikte diğer tüm anlatılarının birbiri ile mutlak bir uyum, ahenk ve insicam barındırma zorunluluğu taşımaktadır. Daha yalın ifade edecek olursak eğer; Allah Allah iken, kendisini ve dolayısıyla direktiflerini içeren kitabını bilimsel bir uyum, mantıklı bir düzlem ve uygulanabilir bir metodolojik insicamdan bağımsız şekilde dikte etmez ve insanı da böylesi bir teslimiyet ile karşı karşıya bırakmaz ve bırakmamıştır da.
İşte bu sebepledir ki insanı her olay, istek ve direktif karşısında soran, sorgulayan bir varlık olarak yaratması ve bu özelliklerini de kullanması ile yükümlü tutmuştur. Aynı zaman da Allah, gerek kendisinin ve gerekse istek, talep, beklenti, emir ve sonrası için bütün söylemlerinin sağlamlığı ve doğruluğundan hareketle insanı da bu dikkat ve düşünce üzerine şiddetle davet etmekte ve düşünceyi önemli ve anlamlı bir ibadet içerisinde zikretmektedir.
Dedi-kodu, yalan, iftira ve zandan beri olan; içerisinde ki her cümlesinden her kelimesine kadar vahiy ve dolayısıyla mutlak doğruluk ihtiva eden Kuran, bu özellikleri dolayısıyla müntesiplerini başka kanal, merci ve kişilere sevk etmeyecek kadar yeterli donanım içermektedir.
Böylesi muhteşem ve mutlak özellikleri ihtiva eden bir kitaptan yana tatmin olamamış ve dolayısıyla takviye arayışına girmiş ve bunun sonucunda yalan, dedikodu, iftira ve zan ihtiva eden rivayetlerle itminan arayan kişi ve toplumun iflah olması zaten olası bir sonuç değildir.