Biraz kitabınızdan ve yazım sürecinden bahseder misiniz?
Merhum Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa’ adlı eserinin hemen giriş sayfasında “zavallı Türk Aydını, Batılı dostları alınmasın diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev, papağanlaşır” diye bir değerlendirmede bulunur.
Kendi adıma maalesef uzun süre bu sözün anlamının arka planına uygun şekilde, Enver Paşa’ya ve özellikle o kahraman nesle mesâfeli duranlardanım. Tarihe olan ilgim ve merakım zamanla, artan iletişim araçları ve doğru bilgiye ulaşma olanaklarının da gelişmesiyle, hakikatleri daha doğru şekilde öğrenmeme, öğrendikçe de kendimi geliştirmeme sebep oldu.
Bu ilgi ve merakımın bir tarafında da tabi ki sırasıyla Balkan Savaşları, 1. Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı’na katılarak, “Gazi” ünvanını alan büyük dedem İstiklal Savaşı Gazi’si Mehmet Tekin’in manevi sorumluluğu da etkili olmuş olabilir. Bu çerçevede Enver Paşa gibi bir kahraman üzerinde yoğunlaşan okumalarım ve araştırmalarım beni bu kitabı yazmaya, en azından kendi adıma tarihe bir not düşmeye sevk etti diyebilirim.
Özellikle son zamanlarda Enver Paşa’ya ve o dönemki yakın arkadaşlarına karşı ilginin ve sevginin müspet yönde arttığını gözlemliyoruz, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bakın, büyük Türk Milleti’nin en önemli karakteristik özelliklerinden birisi de vefalı olmasıdır. Yüz yıla yakın süren yoğun karartma ve kötüleme çabasına rağmen hakikatler, doğrular zorda olsa, az da olsa açıklığa çıkmakta, Türk Milleti’de bu büyük insanlara karşı vefasını göstermektedir.
Enver Paşa başta olmak üzere, o zorlu şartlarda ülkenin kaderine etki eden insanların hemen hepsi çok konforlu bir hayat yaşama şartları varken, hep zor olanı, hatta imkansız olanı tercih etmişler, ülkenin üzerine çökmekte olan zifiri karanlığı görerek hayatlarını ortaya koymuşlardır. Bugün bu cennet vatanımızda güneş doğuyorsa ve ay yıldızlı Al Bayrağımızın gölgesi üzerimize düşüyorsa hiç kuşkusuz bunda Enver Paşa ve arkadaşlarının payı tartışılamaz. Diyebiliriz ki, çökmekte olan zifiri karanlığa doğan güneşin adıdır Enver.
Hangi açıdan bakarak bu değerlendirmeyi yapıyorsunuz?
Tabi ki Türk Milleti ve Türk Devleti’nin menfaatleri en iyi hangi açıdan görünüyorsa o açıdan baktığımı düşünüyor, o açıdan bakılması gerektiği savunuyor ve yine o açıdan bakıyorum. Bir defa olayları yaşandığı dönemin şartları içinde değerlendirmemiz gerekiyor. Enver Paşa’nın 41 yıllık ömrünün büyük bölümü emperyalizmle mücadele ile geçmiş, şehâdeti de bu uğurda çok kutlu bir şekilde olmuştur.
O neslin yetişme dönemlerinde maalesef Osmanlı toprakları da emperyalizmin göz diktiği bir ülkeydi. Hasta adam olarak niteledikleri ülkemizi masalarına koydukları haritalar üzerinde paylaşma yarışına girmişler, Osmanlı’yı yok sayarak, insafsız bir kadere zorlamışlardı.
Bakınız, şu husus benim çok dikkatimi çekmiştir ve bana göre çok kıymetlidir. Biliyorsunuz, İtalyanlar 1911 yılında o zaman Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’ı işgal etmişti. Hiçbir hukuka ve ahlaka sığmayan bu işgal üzerine Trablusgarp’a giden Enver Bey, kısa süre sonra çıkacak Balkan Harbi’ni öngörmüş ve Trablusgarp çöllerinde bunun acısını yaşamıştır.
Daha da kıymetlisi, İtalyanlara karşı Trablusgarp’ta teşkilatlandırdığı yerli halkla savaşırken, o dönemki emparyalizmin bayraktarlığını yapan İngilizleri de unutmamıştır. Yani görünürde masada İtalyanlar var, kısa süre sonra 4 Balkan ülkesi de bu savaş masasına gelecek, bu onları öngörürken, diğer taraftan arkadaşına yazdığı bir mektupta “şu İngilizler çok canımı sıkıyor” diyecektir.
Yıl 1911 ve bu tespiti Trablusgarp çöllerinde yapmaktadır. Ayrıca Enver Bey’in, Trablusgarp’a doğru çok tehlikeli ve meşakkatli bir yolculuğa çıkarken, Osmanlı Sarayı’na damat olduğunu, (Naciye Sultan’la nişanlandıktan sonra gitmiştir) Hürriyet Kahramanı olarak ülkenin her yerinde tanındığını, İttihat ve Terakki’nin en önde gelen simalarından olduğunu da unutmamak gerekir.
Her türlü önünde çok konforlu bir hayat imkanı varken o kazanamayacağı bildiği bir mücadeleye, Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve faziletinden aldığı feyzle onurlu bir mücâdeleyi tercih etmiş ve bu çizgisi hayatının sonuna kadar değişmemiştir.
“Şu İngilizler Canımı çok sıkıyor” tespitinin altını özellikle çiziyorsunuz, bu konuyu biraz daha açar mısınız?
Evet çok önemli, ülkesi ve milleti için iletişimin yok denecek kadar az olduğu Trablusgarp çöllerinde bu tespitin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki nasıl İngilizler Enver Bey’in radarına girdiyse, Enver Bey’de İngilizlerin radarına girmiştir. Şöyle ki; biliyorsunuz, Osmanlı, 1. Dünya Savaşı’na, Türk Donanması’nın 29 Ekim 1914’te Karadeniz’de ki Rus limanlarını bombalaması üzerine fiilen girmiştir.
Söz konusu hadise üzerine 30 Ekim 1914’te, yani olayın hemen ertesi günü İngiliz Hükümeti’nin yaptığı açıklama manidardır. Bahsi geçen açıklamada İngiltere; “Alman yanlısı Enver Paşa’nın isteğinin savaşmak olduğu ima edilerek, ihtiyatlı ve aklı başında İngiltere’nin Türkiye’ye karşı izlemiş olduğu dostane siyaseti daha iyi bilen kabine üyelerinin sözlerini dinlememekle itham etmiştir. Peki hangi dostane ilişkiler? Yardım kampanyalarıyla fakir milletimizden toplanılan ve parası ödendiği halde iki büyük savaş gemisine el koyan İngilizlerin siyaseti mi dostane? Almanya ile ittifak kurulmadan önce, defalarca müttefiklik teklifi yapılmasına rağmen, kabul etmeyen, hatta randevu bile vermekten imtina eden İngiltere, Rusya veya Fransa’nın siyaseti mi dostane? Yine bu çerçeve de şu hususu da göz ardı etmemek gerekir,
1. Dünya Savaşı boyunca İngiliz uçaklarından, Türk Sınırları içerisinde erişilen her yere Enver Paşa hakkında olumsuz bildiriler atılmıştır. Bu bildirilerde, Enver Paşa’nın şahsında Türk Milleti’nin ruhunda tecelli eden bağımsızlık ruhunun söndürülmesi için; “sizi bu fakirlik içinde savaş felaketinin içine sokan kim? Enver. Siz açlıktan ölürken, kendisi sarayında şatafat içinde yaşayan kim? Enver… gibi binlerce bildiri 4 yıl boyunca Osmanlı’nın hüküm sürdüğü topraklar üzerinde yaşayan insanların üzerlerine boca edilmiştir.
Peki, gelelim bugün 110’uncu yıldönümü olan Sarıkamış Harekatı’na? Sizce Sarıkamış Harekatı nedir, nasıl olmuştur?
Öncelikle hiç kuşkusuz şunu ifade etmek gerekir ki, Sarıkamış Harekatı, sebepleri ve sonuçları itibariyle çok ama çok önemlidir. Bu harekatın sağlıklı bir şekilde tahlil edilebilmesi için “tek kurşun atmadan 90 bin şehit” algısının, söyleminin yıkılması gerekir ki, çok şükür son yıllarda o konuda da büyük ilerlemeler olmuştur.
Evet Sarıkamış Harekatı’nda donarak şehit olanlar olmuştur ama 90 bin rakamı sırf Enver Paşa’yı itibarsızlaştırmak için ortaya atılmıştır ve oradaki şanlı mücadelenin sahiplerinin ruhlarını incitmektedir. Maalesef bu rakamı ilk ortaya atan da Sarıkamış Harekâtı’nda 9’uncu Kolordu’da, yani Enver Paşa’nın bizzat başında bulunduğu Kolordu’a görev yapan Köprülü Şerif İlden olmuştur. Kendisinin harekatta ki rolü, Sarıkamış’ın alınamamasındaki etkisi, esir düşüp, yurda dönüşünde Enver Paşa tarafından emekliye sevk edilmesi, Sakarya Savaşı öncesinde Sarıkamış üzerine yazdığı yazıların gerekçesi ve arka planı gerçek tarihçilerin ve konuya objektif olarak bakan pek çok insanın malumudur.
Diğer taraftan, Sarıkamış Harekatı’ndan önce, Erzurum’a doğru saldırıya geçen Rus Ordusu’dur. Rus Ordusu’nu iki defa bozan, ancak İstanbul’dan Enver Paşa’nın talimat ve tavsiyelerine rağmen son darbeyi vurmayan, vuramayan da Türk Ordusu’dur.
Maalesef 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa bu iki büyük fırsatı kaçırmış, bunun üzerine Enver Paşa gelerek Sarıkamış Harekatı’na karar vermiştir. Zafere ramak kala, maalesef başarılı bir sonuç alınamamıştır. Ancak Rus Ordusu’nun da taarruz gücü yok edilmiş, uzun süre kendisine gelememiştir. Sarıkamış Harekatı değerlendirilirken, şu hususu da unutmamak gerekir.
1915’in Ocak ayında son bulan harekattan, 3 ay sonra İtilaf Devletleri Çanakkale önlerine gelmiştir. Bu itibarla; doğuda Ruslarla, Çanakkale’de İtilaf Devletleri ile aynı yoğunlukta verilecek savaşı ve sonuçlarını da iyi düşünmek gerekir.
Bugün geldiğimiz noktada, bana göre Sarıkamış Harekâtı kesinlikle yapılması gereken bir harekattı ve başarılı olması halinde de savaşın seyrini ve sonuçlarını Türk Milleti lehine çok kısa bir sürede değiştirebilecek bir harekattı. Maalesef yukarıda da ifade ettiğim gibi zafere ramak kala, kesin sonuç alınamamıştır. Yazlık elbiselerle cepheye sürülen binlerce asker donarak şehit olmuş vs gibi gerçek olmayan yorumlarla o şanlı mücadelenin kahramanlarını tekrar rahmetle, minnetle ve saygıyla yâd ediyoruz.
Öte yandan, Sarıkamış’la ismi özdeşleşen Enver Paşa’nın, Çanakkale Zaferi üzerindeki etkisi veya isminin hiç anılmaması da dikkate şayan bir diğer konudur. Zira Enver Paşa’nın pozisyonu Sarıkamış’ta ne ise, Çanakkale’de de aynıdır ve bu göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir hakikattir.
Toparlayacak olursak, Enver Paşa hakkında neler söylemek istersiniz?
Röportajımızın başında da ifade ettiğim gibi Enver Paşa’yı dönemini anlamak için, öncelikle samimiyetle ve objektif olarak yaşadıkları dönemi ve şartlarını iyi bilmemiz gerekiyor. 1912 yılının sonlarında başlayan ve çok kısa bir sürede Rumeli’deki topraklarımızı, çok hazin bir şekilde kaybeden Türk Ordusu’nu bir tarafa, yaklaşık 1 yıl sonra başlayan ve 4 yıl süren 1. Dünya Savaşı’nda döne döne dövüşen Türk Ordusu’nu bir tarafa koyarsak Enver Paşa’nın ve arkadaşlarının etkisini görebiliriz.
Bu gerçekten reddedilemez, inkar edilemez bir etkidir ve aynı zamanda İstiklal Savaşı’mızın da alt yapısını oluşturan bir stratejik ruhtur. Zira bir taraftan 1. Dünya Savaşı verilirken, diğer taraftan da elde sadece Anadolu’nun kalacağı öngörülmüş, hiçbir vatan toprağı kaderine terk edilmeden Anadolu’nun elde kalması planlanmıştır. Hiç kuşkusuz bu planlamada “Ermeni Tehciri” de çok önemli bir yere sahiptir ve haklı nedenlerle, çok zor şartlarda bu kadrolar tarafından bu da gerçekleştirilmiştir.
Son olarak, konuya ilişkin, neler söylemek istersiniz?
Benim Enver Paşa’ya ve O’nun şahsında yol arkadaşlarına yönelik ilgimin ve muhabbetimin zirveye çıkmasında Şehit Enver Paşa adlı eserin yazarı merhum Nevzat Kösoğlu’nun; “Enver Paşa Osmanlı son neslinin simgesi idi. Onlar Türk tarihinin belki en ağır ve zor bir çeyrek yüz yılının sorumluluğunu omuzlayıp hayatlarını, avuçlarındaki bir kor yığını gibi taşıyarak yaşadılar. Başarılı olamadılar; hatta koca Devlet-i Aliyye onların kollarında can verdi. Ama, Cumhuriyet de onların kollarında doğdu. Ülkücü idiler; her zaman uğrunda can verecekleri bir iddiaları oldu; coşkun yaşadılar ve gerektiğinde gözlerini kırpmadan ölmesini bildiler…. Yüz binlerce şehit veren başka hangi nesil yaşamıştır”… şeklindeki değerlendirmesi çok kıymetlidir.
Bizlerin ve bizden sonraki nesillerin bu ve benzeri mücâdeleleri unutmadan, köklerimizi muhafaza ederek günün ve çağın şartlarına uygun olarak ülkemiz ve milletimiz için çalışma zorunluluğumuz olduğunu düşünüyorum.
Hayallerimizi, ideallerimizi daima yüksek tutmalı, bu hayal ve ideallerimizi de mutlaka çağın gereklerine uygun, arka planda verilen mücâdele ve emekleri de unutmadan yaşamalı ve yaşatmalıyız. Omuzlarımızda yerküreyi bir Türk kabristanlığına çeviren şehit ve gazilerimizin sorumluluğu hiç kuşkusuz bize bunu emrediyor. Günlük kısır tartışmalarla, basit hesaplarla değil, enerjimizi bizden sonraki nesillerimizin geleceği için harcayarak, dünden bugüne, bugünden yarınlara yön verecek şekilde kullanmalıyız diyor, teşekkür ediyorum.
Kitabınız İmparatorluğun Son Kurşunu Enver’in 3’üncü baskısının hayırlı olmasını diliyor, vakit ayırdığınız için İstiklal ailesi adına teşekkür ediyoruz.