Çalışarak Tüken

Abone Ol

Ne sendromuydu? Bugünlerde bir şeylerin ismini hatırlarken bir zorlanma yaşıyorum. Yorgunluğun verdiği bir durum ama bu fiziki bir yorgunluk değil. Sağlıksız çalışma hayatımızın bizde derin izlerle bıraktığı bir yara. Boom. İşte buldum tükenmişlik sendromu. Tükeniyoruz. Damla damla. En büyük komiklikte bunun farkında olmamamız. Tükenmişlik sendromu değil konumuz sevgili okuyucu, bu zengin hastalığı deyip hemen hayıflanma. Sadece konuma girmek için uygun bir yol diye düşünmüştüm.

Paul Lafargue duymuş muydunuz? Onun çok sevdiğim bir kavramı var: Tembellik Hakkı. Mükemmel bir tanım değil mi sizce de. Hepimizin ardından koşmayı arzulamamız gereken bir hak. He işte Lafurgue Tembellik Hakkı adlı eserinde, kapitalist düzenin dayattığı aşırı
çalışmayı eleştirerek insanların hayatlarını sadece üretmek için harcamalarının büyük bir hata olduğunu savunur. Ona göre, sanayi devrimiyle birlikte çalışma saatleri ve iş yükü giderek artmış, bu da insanların hem fiziksel hem de zihinsel olarak yıpranmasına neden olmuştur. Kanka Lafargue’nin haklı olduğunu düşündüğüm bir tespiti daha var: Toplumun çalışmayı kutsal bir değer haline getirdiğini, ancak bunun aslında büyük bir yanılgı olduğunu dile getirir. Ona göre insanlar sürekli çalışarak sadece patronların ve sermaye sahiplerinin zenginleşmesine hizmet etmekte, kendi hayatlarını ise ikinci plana atmaktadır

Bunun sebebi ne olabilir? Kesin biri çalışmıştır zaten. Hah, buldum. Protestan ahlakı ve kapitalizm. İkisi de hayatımızı ele geçiren görünmez ipler gibi. Bugünlerde insanlar neden bu kadar çalışıyor, neden hiç durmadan koşturuyor, neden hep daha fazlasını istiyor? Bunun cevabı bir yerlerde yazılmış, ama kimse dönüp bakmıyor. Oysa Weber yıllar önce anlatmıştı: Çalışmak ibadet gibi görülmeliymiş, zenginlik erdemmiş, ama harcamak günah. Yani özetle, çalış çalış çalış. Birikim yap ama keyfini cennette sür. Sonra? Sonrası yok, çünkü hep daha fazlası isteniyor.

Komik olan ne biliyor musun? Artık kimse neden çalıştığını bile sorgulamıyor. Dini motivasyon çoktan unutuldu ama kapitalizmin çalışma aşkı baki. Sabah kalk, işe git, akşam dön, yat. Tekrar et. Kapitalizmin ruhu, işte tam olarak bu. Ama konumuz bu değil sevgili okuyucu, hayıflanıp “Böyle gelmiş böyle gider” diyeceksen boşuna zaman kaybetme. Sadece bir anlığına dur ve düşün: Gerçekten kimin için, ne uğruna bu kadar çabalıyorsun?

Bu nedenle, Tembellik Hakkı kavramı, insanların kendilerine vakit ayırmasını, dinlenmesini ve yaratıcı faaliyetlere yönelmesini savunan bir manifesto niteliğindedir. Lafargue, aşırı çalışmanın bireyleri köleleştirdiğini, oysa gerçek özgürlüğün daha az çalışıp daha fazla keyif almakla mümkün olacağını söyler. Onun bakış açısına göre, insanlar doğanın sunduğu imkanları daha bilinçli bir şekilde kullanmalı, kendilerini sadece üretim araçlarının bir parçası olarak görmemelidir. Bu düşünce, modern dünyada da geçerliliğini koruyan bir eleştiri olarak, çalışma hayatı ve kapitalist düzen üzerine yeniden düşünmeyi gerektirir.

Ya bu yazıyı okuyup, bitirdikten sonra bir düşün. Haftanı bir gözden geçir. Çalışmak çok fazla kişisel zaman çok az değil mi? Ailenle vakit geçirmek zaten nerede o güzellik. Tembellik hakkı, bu sebeple önemli bir yer tutuyor. Lafargue, dönemin sosyalist hareketinde bile emeğin kutsanmasını yanlış bulur ve “çalışma ahlakı”nın aslında işçileri sömürmek için yaratılmış bir mit olduğunu savunur. Şşt bak bu aramızda sadece kimseye söyleme tamam mı? Ona göre, insanlar aşırı çalışarak sadece üretimi artırmakta, ama kendi yaşamlarından ve mutluluklarından vazgeçmektedir. Kapitalizmin dayattığı bu düzen, işçileri makinenin bir parçası haline getirirken, dinlenmeyi ve boş zamanı bir lüks gibi göstermektedir. Tükenmişlik sendromu demiştim yazının başında değil mi? Tükenmişlik sendromu, modern dünyanın dayattığı aşırı çalışma, stres ve sürekli başarı beklentisinin bir sonucu olarak ortaya çıkan çöküş halidir. İlk kez 1970’lerde psikolog Herbert Freudenberger tarafından tanımlanan bu sendrom, özellikle yoğun iş temposuna maruz kalan bireylerde görülür. Kişi kendini sürekli yorgun, motivasyonsuz ve duyarsız hisseder; yaptığı işin anlamını sorgulamaya başlar.

Tükenmişlik sadece fiziksel yorgunlukla sınırlı değildir. Zihinsel ve duygusal açıdan da kişiyi tüketen bir süreçtir. Sabah yataktan kalkmak zor gelir, eskiden keyif alınan şeyler artık anlamsız hale gelir ve en kötüsü, kişi bu durumun geçici olmadığını, hayatının bir parçası haline geldiğini düşünmeye başlar. Kapitalist düzen, insanları verimli ve üretken olmaya zorlayarak dinlenmeyi bir lüks gibi gösterir. Ancak, sürekli çalışmak verimi artırmak yerine bireyi zamanla daha da tüketir.

Lafargue’nin temel tezi şudur: İnsanlar çalışmayı kutsal bir görev gibi görmek yerine, tembellik hakkını savunmalıdır. Ama burada bahsedilen tembellik, atalet ya da üretkenlikten tamamen kaçış değildir; aksine, insanın kendine vakit ayırması, sanatla, düşünceyle, doğayla iç içe olmasıdır. Çalışma saatlerinin kısaltılması, insanların hayatı daha dolu ve anlamlı yaşamasını sağlayacaktır.

Bugün, bu fikir hâlâ güncelliğini koruyor. Modern iş hayatında insanlar tükenmişlik sendromu yaşarken, sürekli çalışmak bir meziyet gibi gösteriliyor. Ancak, gerçek özgürlük, sadece işten ibaret olmayan bir hayat kurabilmekte yatıyor. Lafargue’nin savunduğu gibi, insanlar hayatın keyfini çıkarmayı da bir hak olarak görmeli ve çalışma düzenini yeniden sorgulamalıdır. Bu yüzden, tükenmişlik sendromunu aşmak için bireylerin sınır koymayı öğrenmesi, dinlenmeye ve kendine vakit ayırmaya öncelik vermesi gerekir. Çalışma saatlerini düzenlemek, iş-özel hayat dengesini sağlamak ve gerektiğinde profesyonel destek almak, bu sürecin üstesinden gelmek için önemlidir. Çünkü hayat sadece çalışmaktan ibaret değildir ve tükenmeden yaşamak herkesin hakkıdır. Yazarken parmaklarım yoruldu ve sıkıldım. Ben oyunla dinlendireyim kendimi.