İkinci ayıp: Başlarına geçirmek için âdil, âbid, zâhid, doğru ve dürüst, râşid, kâmil, muktedir, müdebbir bir İmam aramamaları, böyle bir zatı bulup ona biat ve itaat etmemeleri.

Üçüncü ayıp: Beş vakit namaz kılma oranı yüzde ona düştüğü halde, bu konuda namaza davet seferberliği ilan etmemeleri.
Dördüncü ayıp: Ellerinde yeterli hürriyet, imkan ve fırsat bulunduğu halde emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını yerine getirmemeleri.
Beşinci ayıp: Devlet bedava Osmanlıca kursları açtığı halde, bu kurslara kayd olarak bin yıllık islamî yazımızı öğrenmemeleri.

Altıncı ayıp: Cuma ezanı okununca dükkanlarını, iş yerlerini kapatmamaları.
Yedinci ayıp: Her Müslümanın bilmesi ve öğrenmesi farz olan ilmihal bilgilerini doğru şekilde öğrenmemeleri.

Sekizinci ayıp: Bir kısım Müslümanların Kur’anın, Sünnetin, Şeriatin, fıkhın, hikmetin emr ettiği şer’î tesettüre uymayıp, şeytanî tesettüre bürünmeleri.
Dokuzuncu ayıp: İslamî kesimde büyük ölçüde gıybet edilmesi, nemmamlık yapılması, insanların gizli günah ve ayıplarının araştırılıp teşhir edilmesi.
Onuncu ayıp: Eline para ve imkan geçenlerin israf, lüks, şatafat, beyinsizlik yollarına sapması.

On birinci ayıp: Ramazanlarda bir kısım Müslümanların içkili ve fuhuşlu lüks otellerde papazlı ve patrikli iftar ziyafetleri vermesi.

On ikincisi: Suriye ve Mısır Müslümanlarının başlarına gelen felaket ve facialardan ibret almamaları ve toparlanmamaları.

On üçüncüsü: Bir kısım Müslüman yazarların aşırı şekilde yalakalık ve yağcılık yapması ve ötekilerin bunları uyarıp itidale çağırmaması.

On dördüncüsü: Bir kısım Müslümanların futbol kulübü tutar gibi cemaat holiganlığı, militanlığı, fanatizmi, çılgınlığı sergilemesi. Aklı başında Müslümanların onları uyarıp düzeltmemesi.
On beşincisi: Memlekete hürriyet geldiği halde, Ehl-i Sünnet Müslümanlarının, eski İslam Medreselerinin tekrar açılması için çalışmaması, bu konuya ilgisiz kalması.
On altıncısı: Eski tasavvuf tarikatlarının, tekke ve zaviyelerin tekrar açılıp, Meclis-i Meşayih denetiminde faaliyete geçmesi için gayret gösterilmemesi.

On yedincisi: Şifahî-bedevî kültüründen yazılı-medenî İslam kültürüne geçmek için gereken hizmetlerin yapılmaması.

On sekizincisi: Tevhidî eğitim verecek ve öğrencilerinin vakit namazlarını okul imamının ardında cemaatle kılacağı gerçek İslam mekteplerinin açılması için çalışılmaması, teşebbüse geçilmemesi.
On dokuzuncusu: Zekatların Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha göre verilmemesi, sarf edilmemesi.

Yirmincisi: Sabah namazlarında (Eyüb Sultan ve birkaç cami dışında) camilerde çok az cemaat olması, bilhassa sözde dindar gençlerin bulunmaması.

Yirmi birincisi: M. Kemal ve İsmet Paşa zamanlarında bile suç olan zinanın suç olmaktan çıkartılmasının protesto edilmemesi.

Yirmi ikincisi: Ucuz ve kolay Ayasofya edebiyatı yapılıp, Ayasofyayı açtıracak ağırlığa ve güce sahip olunmaması.

Yirmi üçüncüsü: Zengin ve orta halli Müslümanların, oğullarının yeterli kısmını askerî okullara gönderip subay yapmaması ölümcül kusurunun sürdürülmesi.

Yirmi dördüncüsü: İş, ticaret, sanayi, çalışma hayatını ıslah ve tanzim etmeye yönelik fütüvvet, ahîlik ve lonca teşkilatının kurulmaması.

Yirmi beşincisi: Amerika’da Amish’lerin bağımsız bölgesi gibi; İslam kentleri, İslam komünleri, İslam mahalleleri, İslam bölgeleri kurulup buralarda Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha, İslam ahlakına ve bilgeliğine göre yaşanmaması.

Yirmi altıncısı: İstisnalar dışında islamî hizmet ve faaliyetlerin paraya, maddî menfaate, ücrete, maaşa endeksli olması; muhlisen lillah ve hasbeten lillah hizmet edenlerin az olması.

Yirmi yedincisi: Makam ve mevkilerin, memuriyetlerin, işlerin, hizmetlerin ehliyetli, liyakatli ve uzman olanlara değil; bizden olanlara, hısım akrabaya, yandaşlara, ihvana, hemşehrilere dağıtılması, peşkeş çekilmesi.

Yirmi sekizincisi: Hizmetlerde, hayırlı işlerde müsabaka (yardımlaşma) değil, rekabet edilmesi.

Yirmi dokuzuncusu: İçi boş, kof, aldatıcı, afyonlayıcı bir kendini övme edebiyatına kapılarak; asıl faziletin düşmanların kabul ve tasdik ettiği üstünlükler olduğunun unutulması.

(İkinci yazı)

Dünya Beyliği Mâneviyat Sultanlığı
SEN uzun yıllar boyunca sessiz sedasız gizli bir imparatorluk kur. Yüz milyarlarca dolar para topla ve harca. Nice sektörde kadrolar yetiştir, her yere kendi adamlarını yerleştir. Okullar, üniversiteler, dev medya kuruluşları, günlük gazeteler, tv’ler, bankalar ve daha neler neler… Polis teşkilatı, yargı, idare, bürokrasi, üniversiteler, medya emel kurumlar.

Sonra, hedefe çok yaklaşmışken, siyasete ve stratejiye aykırı bir sürü vahim ve ölümcül hata yap ve bir çuval inciri berbat et.
Madalyonun bir yüzünde muazzam bir başarı, öteki yüzünde, en tecrübesiz cahil kişilerin bile yapmayacağı akıl almaz hatalar.
Birinci büyük ve ölümcül hata: Uluslararası çapta dev bir dinî kuruluş veya cemaat böylesine aktif siyaset yapmaz; sivil darbe teşebbüsünde bulunmaz.

İkinci hata: Mâneviyat ile dünya saltanatı bir arada yürümez.

Üçüncü hata: Ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun hiçbir parça (cemaat, tarikat vs), bütünden (Ümmet) büyük olamaz, bütünü göz ardı edemez, bütünü hesaba katmadan plan program yapamaz.

Dördüncü hata: Hatasız olduğunu, yanlış yapmayacağını sanmak hataların en büyüğüdür.

Beşinci hata: Bir Müslümanın, mülkün asıl sahibinin Allah olduğunu, O’nun mülkü dilediğine verdiğini, dilediğinden aldığını çok iyi bilmesi ve dünya iktidar ve saltanatına talip olurken bu temel gerçeği bir an bile hatırından çıkartmaması gerekir.

Bir Müslüman için en büyük şeref, rütbe, mevki, derece, itibar; sırf Allah rızası için ihlas ve samimiyetle, doğru ve yerinde hayırlı hizmetler etmektir. İmanın, İslamın, Kur’anın has hizmetkarları, Yaratan için yaptıkları hayırlı işlerin ücretini yaratıklardan istemezler ve verilmek istense bile kabul etmezler.

Asıl sultanlık mâneviyat sultanlığıdır.
İbrahim Edhem hazretleri tacını, tahtını, padişahlık kaftanını, sarayını, ülkesini terk edip derviş olduktan sonradır ki, ölümle son bulmayacak bir saltanata nail olmuştur.

Beyim, iki karpuz bir koltuğa sığmaz.
Hem dünya beyliği, hem maneviyat sultanlığı bir arada olmaz.

Bu dünya tercihler dünyasıdır.