Çok çarpıcı ve bir o kadar da can yakıcı ve utandırası bir söz, tespit ve şikâyet cümlesidir. Üstelik bu tespit, saptama ve şikâyette bulunan kişinin ülkenin Başbakanı, Cumhurbaşkanı olduğunu hesaba katarsak vahametin boyutlarını daha bir anlamlı hale getirmiş oluruz diye düşünüyorum.
Çok çarpıcı ve bir o kadar da can yakıcı ve utandırası bir söz, tespit ve şikayet cümlesidir. Üstelik bu tespit, saptama ve şikayette bulunan kişinin ülkenin Başbakanı, Cumhurbaşkanı olduğunu hesaba katarsak vahametin boyutlarını daha bir anlamlı hale getirmiş oluruz diye düşünüyorum.
Bu cümleyi sanki bir dilek, temenni ve yol açıcı kabilindenmiş gibi algılayıp insaf ve izan dışı yorumlayanların sayısı da az değildi. Oysa cümle bir yakınma,bir şikayet ama özellikle de bir gerçeğin yüzümüze yüzümüze çarpılması idi.
Memur işini biliyordu !
Devlet, hep memurlarınca ihanete uğramış ve kale hep içeriden oyulmuştu. Sivil vatandaşın böylesi bir işe koyulması ve devletin altını oyması zaten mümkün değildi. Ta ki içerisinden bir memur şu ya da bu şekilde şu miktar ya da bu miktar ile dışarıdan ayarttığı vatandaşı işin içine çekinceye kadar…
Evet, ayıplanması, kınanması, yuhalanması gereken bir tespit. Ama ne ayıplandı, ne yuhalandı ne de millet eliyle kollektif bir şikayetin konusu da olmadı. Zira millet de memurunu en az şikayette bulunan amiri ( Başbakan ) kadar tanımış ve tanımakla da kalmayıp onun o halini kanıksamıştır da.
Üstelik memurun işini bilmesi (!) salt şikayette bulunan kişinin dönemiyle sınırlı kalmadığı gibi evveli ve sonrasında da bu maharetini sergilemekten geri kalmadı, durmadı ve duracak gibi de görünmemektedir.
Öyle ki !
Amirin bir konu hakkın da '' bu mevzu şöyle şöyle olmalıdır diye talimat (!) verdiği memurunun, aldığı talimat ile zerre kadar örtüşmeyen ve tam zıddı hareket edişine bizatihi tanık olmuşluğumu da ayrıca ve belirgin şekilde kaydını düşmek de istiyorum.
Evvel emirde böylesi bir yakınma ve şikayetin sonucunda devletin tüm birimlerince bir alarm vaziyetini oluşturması ve içerisinde önemli bir hijyen hareketine kaynaklık etmesi gerekirdi. Her türlü idari ve hukuki yaptırımların ivedilikle devreye sokulması ve her türlü yaptırımın ve üstelik ucunun da nereye ve kimlere kadar uzandığına bakılmaksızın gerekenlerin yapılması gerekmekteydi.
Memurumuzun işini bilme maharetinin sınırları, sanıldığı kadar dar olmasa gerek ki, şikayet, salt bir şikayet olarak kalmanın bir tık dahi ötesine geçmemişti.
İşini biliyordu memurumuz ve dolayısıyla halkayı geniş tutuyor ve gerekli paylaşımları(!) yapmaktan da imtina etmiyordu. Zira bir kişinin, yani bir tek memurun dahi oyunun dışına atılması demek, sistemin çökmesine ve akabinde bir çok memurun da beraber gitmesi demekti ki, işte bu göze alınır bir risk değildi. Mahareti görüyor musunuz!?
Memur derken elbette ahlak, edep, ilke, helal, haram, doğru ve yanlış denklemine hassasiyetle yaklaşan, azami dikkat gösteren ve bu etik ilkelerden taviz vermeyerek görevlerini izzet ve şerefle yapan memurlarımızın varlığının altını da kalın kalın çizmeyi bir görev addediyorum.
Ama aynı zaman da mevcut memur sayısının yarısına, evet evet sadece yarısına çok daha efektif ve rabtabl bir iş çıkaracağımın da özellikle vurgusunu yapmayı elzem buluyorum. Göreve atanan idealist bir kişinin, 657 sayılı garip bir kanunun zırhına bürüdüğü an her şey bir anda bambaşka bir haleti ruhiyeye doğru evrilmeye başlıyor ve idealist diye bildiğiniz kişinin tanınması mümkünsüz bir hale dönüşüveriyor. Yani devlet kendi celladını ve üstelik en güzel şartlarda besleyip büyütüyor.
Dikkat ettiniz mi !? Benim memurum işini bilir saptamasının üzerinden neredeyse kırk yıl geçti ama söz hala güncelliğini korumasının yanı sıra her geçen gün doğruluğunu daha da bir teyit etmiyor mu ?
Sahi sizce de memurumuz işini bilmiyor mu ?