Müslüman olarak iki bayramından biri Kurban Bayramı’dır. Her iki bayramın başlangıç anı bayram namazıdır. Yani biz bayrama namaz ile başlarız.

Her iki bayramda namaz ve hutbe tamamlandıktan sonra artık bayram süreci başlar. Esasen bayram bir “hak ediştir”. Yani bir faaliyeti neticesidir.

Nedir o faaliyet?

Hazreti İbrahim tarafından Cenab-ı Hakk’a bir söz verilmiştir. Verilen sözün yerine getirilmesinin bir mükafatıdır, bayram.

Hazreti İsmail, babası Hazreti İbrahim'in vaadini yerine getirmekle katkıda bulunmuştur.

Ama öyle muhteşem katkı ki ihtişamı dünya durdukça hatırlanacak bir katkıdır.

Bu eşsiz katkının benzeri yoktur ve olmayacaktır. Bu emsalsiz katkının neticesidir, bayram.

Bayram bir idrak ediştir.

Hazreti İsmail'in babasına gösterdiği emsalsiz sadakatin idrakidir, bayram.

Bayram bize ebeveynlerimize sadakati hatırlatmalıdır.

Bayram bize vefayı hatırlatmalıdır.

Bayram “hak ediştir” demiştik.

Çalışmadan, ter dökmeden kazanmayı değil, hak ederek kazanmayı hatırlatmalıdır, bayram.

Bayram bize meşru zeminlerde olmayı hatırlatmalıdır.

Hak etmediğine el uzatmamayı hatırlatmalıdır,  bayram.

Bayram insanlığımızı hatırlatmalıdır bize.

Bayram bir sevinçtir, bir sürurdur.

Fakat sevinmek tek başına olur mu?

Münferit sevinmek normal değildir ve olamaz.

Doğu Türkistan kan ağlarken sevincimiz buruk.

Filistin'de soykırım yapılırken sürurumuz kırık.

İslam dünyasının ortasında terör estiren İsrail’i seyreden Müslümanların acziyeti bizi mahzun kılıyor.

Türk ve islam dünyasının ümidi Anadolu Türklüğüdür.

Irkçı olmayan ve bütün İslam dünyasını şefkat kollarıyla kavrayan İstanbul merkezli Türklükten başka çare var mı?

Asırlarca sevgili peygamberimize ve onun güzide emanetine ihtimam gösteren şanlı ecdadımız değil miydi?

Şu mısralar mensup olduğumuz milletimiz hakkında fikir vermez mi?

Bakınız, sevgili peygamberimizin Medine-i münevvrede olan kabr-i şerifini son ana kadar muhafaza eden Türk subayı ne diyor?

“Unuttuk İlhan'ı kara, Oğuz'u.

İşledik, seni göz bebeğimize.

Bağışla ey şefi’ kusurumuzu.

Bin küsur senelik emeğimize”.

Bu mısraların sahibi İdris Sabih (Gezmen) Bey7dir. İdris Bey, Birinci Dünya Savaşı’nda Mekke-i mükerremeyi müdafaa eden Fahrettin Paşa'nın emir subayıdır.

İç ihanetler sebebiyle mukaddes beldelerin kaybedilmesiyle sonuçlanan bu hazin durum sebebiyle yukarıdaki mısraları kaleme alan İdris Sabih Bey, milletimizin hissiyatına tercüman olmuştur.

“İşledik, seni göz bebeğimize” ifadesiyle İdris Sabih Bey milletimizin duygularını ifade etmiyor mu?

Göz bebeğimize işlenen kim?

Sevgili peygamberimiz değil mi?

Biz millet olarak iç ihanetlerle düştük.

Fakat düştüğümüz yerden kalkacağız Allah’ın izniyle.

Bayramlar bize bunu hatırlatmalıdır.

“Yiğit düştüğü yerden kalkar” derler.

Millet olarak düştüğümüz yeri biliyoruz ve kalkacağız/ kalmalıyız.

Onun için diyorum ki, İstanbul merkezli Türklük İslam dünyasının yegâne ümididir.

Buradaki Türklük kelimesi asla ırkçılık değildir ve olamaz.

Referansım, milletimizin son bin yıllık müktesebatıdır.

Onun için bütün Müslüman milletler Türkçe öğrenmelidir. Ama bu Türkçe “Türkçe” olmalıdır, uydurukça değil.

Türkçe devlet lisanıdır. Arapça inancımızın dilidir. Türkçe, Arapça ve Farsça birbiriyle meczolmuştur.

Siz bakmayın Osmanlı Türkçesine dudak bükenlere.

Onlar, ya ne dediklerinin farkında değiller veya sömürgecilerin tayfalarıdır.

Bırakın onları kendi hallerine.

Büyük milletler temasta bulundukları topluluklardan kelime alır, kelime verirler.

Büyük milletler, beldeler, fethettikleri gibi kelimeler de fethederler.

Lisanımızda yüz binlerce fethedilmiş kelime vardır.

Bu temel zeminde yabancı dillerin hepsine kapımız açık olmalıdır.

İşte bayramlar bize bunları hatırlatmalıdır.

Bayramlar bize nereden geldiğimizi hatırlatmalı ki nereye gideceğimizi bilelim.

Nereden geldiğimizi bilmiyorsak istikametini bilmeyen “bön-Türk” oluruz.

Bayramlar bize istikamet hatırlatıcısı olmalıdır.

Merak ediyorum,  kurbanımızı alırken kurbanlıklarımızın “kurbanlık şartlarını” taşıyıp taşımadığına dikkat edebildiniz mi?

İsmini veremeyeceğim bir hayır kuruluşu büyük bir firmayla kurbanlık pazarlığı yapıyor.

Hayır kuruluşu yetkilisi satıcı firma yetkilisine, büyük baş hayvanların kurbanlık şartlarını taşıyıp taşımadığı soruyor.

Satıcı firma yetkilisinin cevabı şöyle: “Biz bu şartları yerine getirmeye kalksak, işin içinden çıkamayız”.

Benim her sene kurbanımı kestiğim hayır kuruluşu bu firmadan kurbanlıkları almaktan vazgeçiyor.

Şunu demek istiyorum:

Kurban kesmek bir ibadettir, ibadetin şartları yerine gelmezse ibadet olmaktan çıkar ritüel olur.

Kurbanınızı emanet ettiğiniz kuruluşlara dikkat ediniz.

Seçici olunuz.

Yeri gelmişken bir hususu daha hatırlatalım.

Kırmızı et meselesi ülkemizin ciddi bir meselesidir.

Kasaplarda satılan etlere dikkat edilmelidir.

Nasıl kesildiğinden emin olmamız lazım.

TÜİK her ay kırmızı et tüketimiyle alakalı rakamlar yayınlıyor.

Türkiye'de istihlak edilen/tüketilen kırmızı etin ne kadarının domuz eti olduğunu bilmiyoruz?

TUİK, tüketilen domuz etiyle ilgili rakam vermiyor.

Vermiyor mu yoksa veremiyor mu bilmem. Bunu sizin idrakinize bırakıyorum.

Ama biz biliyoruz ki ülkemizde domuz çiftlikleri var ve tonlarca domuz eti tüketiliyor.

Ayrıca 2007 yılında domuz etinin resmi gazetede “kasaplık et” statüsüne  alındığını hatırlatmak isterim.

Burası Türkiye değil mi?

Halkının yüzde 80 civarı Müslüman değil mi?

20-30 sene önce halkımızın yüzde 90’dan fazlası Müslümandı.

Ne oldu bize?

Bayram, bize bunu hatırlatmalıdır. 

İnsan karakterini şekillendiren temel unsurlardan birinin gıda olduğunu hatırlatmak isterim.

Mübarek Kurban Bayramınızı en kalbi duygularımla tebrik eder, milletçe kalbi birlik ve ruhi ahenk temenni eder, Doğu Türkistan ve Filistin başta olmak üzere dünyada mazlum milletlerin üzerindeki kara bulutların kalkmasını temenni ederim.