Allah Hakkı Söyler, Haktan Başka Sadece Sapkınlık Vardır

Abone Ol

“Hak” kavramını Kur’ân âyetlerinde işaret edilen cihetleriyle incelemeye devam ediyoruz.

1- Hak, Hidâyet ve Sapkınlık Münasebeti

Kur’ân-ı Kerîm, kavramları zıtlarıyla ortaya koymak suretiyle hakikatin anlaşılmasına büyük kolaylık sağlar. Bu aynı zamanda “Her şey zıddıyla anlaşılır.” şeklinde ilmî bir metod ve kaidedir.

Evet, kâinatta her şey zıddıyla kaimdir. Eşi, benzeri, dengi, ortağı olmayan, mahlûkata benzemeyen, akla gelen her şeyden münezzeh olan, sadece Allah’tır. (Şûrâ: 11) Mahlûkat bütünüyle “Her şey zıddıyla kâimdir.” kaide ve kanununa tâbidir.

Hak ve bâtıl da birbirine zıt iki kavramdır. Bu çerçevede Kur’ân’da hakka vurgu yapılırken, zıddı olan sapkınlığa da dikkat çekilir. Hakta, hidâyette olmak övülürken; bâtılda olmak, sapkınlığa düşmek zemmedilir. Bu husustaki âyetlere mealen birkaç misal verelim:

“İman ettikten, Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkâr eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez.” (Âl-i İmran: 86)

Bu âyette Cenâb-ı Hakk, hakta olmanın ve hidâyete ulaşmanın kanununa dikkat çekiyor. Buna göre Hz. Peygamber’in (s.a.v.) nübüvvetine şahit olduktan, O’nun ortaya koyduğu delilleri gördükten ve iman ettikten sonra, kişiye artık hidâyet yolu açılmış demektir. Bütün bunlardan sonra doğru yoldan ayrılıp sapkınlığa düşmek, insanın kendine zulmetmesi olur. Allah’ın kanunu odur ki, haktan sonra sapkınlığa düşen zalimlere hidâyet vermez.

Bu âyet, iman edip hidâyete ulaşabilmenin yolunun, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) iman etmekten, O’na tâbi olmaktan, O’nun ortaya koyduğu delilleri samimi bir şekilde kabulden geçtiğini göstermektedir. Âyet aynı zamanda Ehl-i Kitab denen Yahudi ve Hıristiyanların sapkınlığının ve hidâyetten uzaklaşmalarının sebebine işaret etmiş olmaktadır. Onların bu durumu hakkındaki bir başka âyet de mealen şöyledir:

“Ey Kitap Ehli! Niçin hakkı bâtılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?” (Âl-i İmran: 71)

Görüldüğü gibi âyet-i kerîmede Ehl-i Kitab’ın hakla bâtılı karıştırması zemmedilmekte ve bu durumun onların sapkınlığına sebep olduğuna işaret edilmektedir.

Kur’ân’da bir başka sapkınlık sebebinin de dünya ve mal sevgisi olduğu şu ayette anlatılır:

“Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz.” (İsrâ: 16)

Bu âyetten de insanların dünyevî nimetlerle ve refahla deneneceğini; bu denemede hak ve hidâyet üzere kalmak; şımarıklık ve sapkınlığa düşmemek gerektiğini anlıyoruz.

Yine buradan, dünyevî nimetlerin, bolluk ve rahatlığın sapıtmaya sebep olabileceğini de öğrenmiş oluyoruz. Hâlbuki dünyevî nimetler ve refah, Allah’a şükür vesilesi olmalıydı. İşte âyet-i kerimede bunu yapmayan, haddi aşan insan ve kavimlerin haktan uzaklaşacakları, sapkınlığa düşecekleri haber verilmekte; Cenâb-ı Hakk’ın bu husustaki kanununa (sünnetullaha) dikkat çekilmektedir.

Ahzab Sûresinin 4. âyet-i kerimesinde de şöyle buyrulur:

“…Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola iletir.”

Bu âyet-i kerîmeden anlıyoruz ki, Allah kullarına her hususta, her sahada hakkı öğütler, gerçeği söyler ve hidâyet yollarını onlara açık tutar. Hiçbir kulun hak yolu bırakarak bâtıla, sapkınlığa düşmesini istemez ve bundan razı olmaz.

O halde hiçbir kul da cebriyeci bir mantıkla, sapkınlığa düşmesinin, hidâyetten uzaklaşmasının sorumlusu olarak -hâşâ- Cenâb-ı Hakk’ı gösteremez. Bu duruma düşenlerin, kabahati, suçu kendinden bilmesi ve ona göre hareket etmesi gerekir. Çünkü böyle bir tercih, kişinin kendi nefsine zulmetmesi, böylece de zalimlerden olması demektir. Cenâb-ı Hakk, hakkı ortaya koymuş, elçileri vasıtasıyla bunu bildirmiş iken hiç kimse bu hususta bir mazeret arz edemez.

Bu üç âyetin ortak mesajı, insanların hak yolda olması, bâtılı ve sapkınlığı tercih etmemesi gerektiğidir.

2- Haktan Sonra Sadece Sapkınlık Vardır

Her şey zıddıyla kaimdir kaidesince Allah şu âyetlerde de hakkın dışında sadece sapkınlık olduğuna, bunlar arasında başka bir alternatif bulunmadığına dikkat çekiyor.

“İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Hak’tan sonra sadece sapkınlık vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak’tan) döndürülüyorsunuz?” (Yunus: 32)

“De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz bâtıl, yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ: 81)

“Hayır, biz hakkı bâtılın üzerine atarız da (o, onun) beynini parçalar. Bir de bakarsın (bâtıl) yok olup gitmiş. Allah’a karşı yakıştırdığınız nitelemelerden ötürü yazıklar olsun size!” (Enbiyâ: 18)  

Bu âyetler de bize şu mesajı veriyor:

Hak gelince bâtıl yok olur. Bir yerde hak tecelli etmişse orada sapkınlık yoktur; sapkınlık varsa da hak yoktur. Işığın olduğu yerde karanlığın, karanlığın olduğu yerde de ışığın olmaması gibi.

Buradan öğrendiğimiz bir başka husus da şudur:

Bâtıl hakkın karşısında asla tutunamaz. Muhakeme kurma, mantık ortaya koyma imkânı bulamaz. Çünkü hak onun bütün çelişkilerini bulur ve ifşa eder.

Âyetlerin bu kesin hattı ortaya koymasından şunu dersi almalıyız:

Bir kimse hakta ise sapkınlıktan uzak olmalıdır. Sapkınlığa düşmüşse hak iddia etmesi boş ve anlamsızdır.

Allah hakka çağırdığı, hakkı istediği ve ondan razı olduğuna göre; sapkınlığı reddeder, sapkınlığa düşeni zalimlikle vasıflandırır ve ona hidâyet vermez. O halde mükellef olan biz insanlar, aklımızı ve irademizi kullanarak, Allah ve Rasulü’nün bildirdiklerine tam teslim olup hakta sabit-i kadem olmalıyız.

Bunun tersi ise son nebi ve rasule tâbi olmamak, onun ortaya koyduğu nebevi delilleri kabul etmemek, nefsine ve hevâsına uyarak bâtıl bir yol tutmak; yani sapkınlığa düşmek, hidâyetten uzaklaşmak demektir.

Bu âyetlerin ışığında şunu anlıyoruz: Tek hak din İslâm’dır. Onun dışında hiçbir yol insanı ve toplumu hakka ve hidayete ulaştırmaz.

Burada gündemdeki bir görüş olarak şuna da dikkat çekmek isteriz:

Günümüzde kimi kişi ve çevreler “üç semavi din”, “ilahi dinler”, “büyük dinler”, hatta daha da ileri giderek “hak dinler” demek suretiyle, İslâm’ın dışındaki muharref dinleri de hak kategorisinde göstermeye çalışmaktadırlar. Bu yaklaşım külliyen bâtıldır. Bunun istinat ettiği Vatikan patentli dinlerarası diyalog da tümüyle hezeyandır, küfürdür. Çünkü hakkı bâtıl göstermek bâtıl olduğu gibi, bâtılı hak göstermek de bâtıl; bu konumuz itibariyle de küfürdür.

O halde günümüzde “Tek hak din İslâm’dır” dendiği zaman bundan rahatsız olan muharref din sempatizanları nefislerini sorgulamalı ve hidâyetin kanunu olan İslâmî ilke ve düsturlara tâbi olmalıdırlar.

3- Hak, Bâtılı Ortadan Kaldırır

Meali verilen şu âyetler de yukarıdakilerin benzerleri olarak hakkın bâtılı ortadan kaldıracağına vurgu yapmaktadır:

“… Allah bâtılı yok eder, hakkı sözleriyle gerçekleştirir…” (Şûrâ: 24)

“De ki: Hak geldi. Artık bâtıl yeni bir şey ortaya çıkaramaz, eskiyi de geri getiremez.” (Sebe: 49)

Bu âyetler bize gösteriyor ki aslolan haktır; bâtılın bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Hak ortaya çıkmadığı veya hakka tâbi olunmadığı müddetçe bâtıl, bir varlıkmış gibi gözükür. Ama bâtılın varlığı gerçek değildir, yok hükmündedir ve yok olmaya mahkûmdur. Yeter ki biz bu âyetlerin muradı doğrultusunda hakka tâbi olalım, hakkı yaşayalım, hakkın müdafaasını yapalım.

4- Allah Hakka Hidâyet Eder ve Hakkı Söyler

Evet, hakkı söyleyen Allah’tır. Onu, Rasulü vasıtasıyla bize duyuran Allah’tır. İnsanların bu davete evet demesinden sonra onlara hidâyet kapılarını açan, onları hidâyete ulaştıran da Allah’tır. Aşağıdaki âyetler bu gerçeği haber vermektedir:

 “Hak (gerçek) hükümdar olan Allah, yücedir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, şerefli ve yüce Arş’ın Rabbidir.” (Mü’minûn: 116)

“(Allah) buyurdu ki: İşte hak! (Ben Azîmüşşân) hakkı söylerim!” (Sâd: 84)

“Biz hiç kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlar zulme, haksızlığa uğratılmazlar.” (Mü’minûn: 62)

Bu son ayette geçen “hakkı söyleyen kitap” hakkında ulema şu üç ihtimali sıralamıştır:

Amelleri yazan kâtip meleklerin hazırladıkları defterler,

Allah’ın ezelde tecelli eden ilmiyle olup bitenlerin yazıldığı levh-i mahfuz,

Beşer hayatını tanzime yönelik Kur’ân-ı Kerîm.[1]

Görüldüğü gibi bu âyetlerde hakkı söyleyen Cenâb-ı Hakk’ın, hak/ gerçek ilah olduğuna, ondan başka ilah olmadığına dikkat çekilmekte ve Allah’ın mutlak hükümranlığı vurgulamaktadır.

Allah’tan başka ilah edinilen varlıkların -ister put ister başka mahlûklar, ister ilahlaştırılan şahıslar veya onların ideolojileri olsun- Allah’ın mutlak hükümranlığı yanında hiçbir değeri yoktur. Bunları ilah edinenler veya Allah’a ortak koşanlar kendilerine zulmetmiş olurlar.

Bütün bu âyetlerin ortak neticesi olarak görüyoruz ki hak yol Allah’ın yoludur. Günümüzde hakkı eğip bükerek sağa sola yalpalayanların, geçersiz birtakım mazeret veya iddialarla bâtılı hak gösterme girişimlerinin hiçbir anlamı yoktur. Tek hak din İslâm’dır. Tek hak yol Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yoludur. Bunun dışında hak, hakikat ve hidâyet kapısı herkese kapalıdır.

Dolayısıyla da kurtuluşa ermek için önce İslâm’ın şart ve erkânına uymak, sonra da bunları doğru bir şekilde tebliğ etmek zaruridir, elzemdir. Cehaletin pençesinde kıvranan dünya insanlığı bu büyük tebliğ çalışmasını beklemektedir.

Hak kavramını farklı cihetleriyle incelemeye devam edeceğiz.


[1] Celal Yıldırım Tefsiri, c. 8, s. 498.