Ahi Evran ve Hünkâr Hacı Bektaş arasındaki arkadaşlık ve velayetname de geçen her ikisi için anlatılan kerametler, Öncelikle Hacı Bektaş Velî ile Ahi Evran’ın görüştükleri yer olan Kırşehir ile ilgili bilgi verelim.
Ahi Evran ve Hünkar Hacı Bektaş arasındaki arkadaşlık ve velayetname de geçen her ikisi için anlatılan kerametler, Öncelikle Hacı Bektaş Velî ile Ahi Evran'ın görüştükleri yer olan Kırşehir ile ilgili bilgi verelim. Hacı Bektaş Velî, eski ismiyle Kara höyük, bugünkü adıyla Hacıbektaş'a geldiği zaman Kırşehir'in adı Gül şehri olarak bilinmektedir (Velayetname, vr. 107b). Vilayetname'ye bakıldığında her iki lider, Kırşehir yakınlarındaki Gölpınar denilen yerde sürekli görüşmüşlerdir. XIII. yüzyılın ilk yarısıyla XIV. yüzyılın başları, Kırşehir'in kültürel ve ekonomik yönlerden geliştiği bir zaman sürecidir.O, Vilayetname'deki ifadesiyle, Fütüvvet ehlinin serveri ve serçeşmesi (Fütüvvet ehlinin ulusu) idi (Vilayetname, vr. 107b). Bununla birlikte aslını, neslini ve nerede doğduğunu kimse bilmezdi; çünkü o, büyük gayb erenlerindendi, bu yüzden onun sırrını kimse bilmezdi. Anadolu'da onun tanınıp bilinmesini sağlayan kişi, meşhur sûfî SadreddinKonevî (673/1274) idi (Vilayet-name, vr. 107b-110a; Vilayet-name, 1995: 50-51; Velayetname-i Hacı Bektaş Veli, Trz: 154-157; Bayram, 1983: 51-75). Yine Ahi Evran, velayet erenlerinden olup gün gibi açık pek çok kerameti vardı, bu yüzden Vilayetname'de ona sık sık Ahi Evran Padişah denilerek yüceltildiği görülür (Vilayetname, vr. 107b ). Vilayetname'deki bu ifadelere göre, Kırşehir'de o esnada kargaşa ve kargaşadan uzak güvenli ve huzurlu bir ortamın oluştuğu anlaşılmaktadır. O dönemde Konya başta olmak üzere, Anadolu'nun önemli diğer illerinden olan bazı alim ve bilginlerle tüccar ve mutasavvıflar, Kırşehir'e gelerek yerleşmiş ve burada medrese, dergah ve ticarethane gibi önemli sosyal kurumların açılmasını sağlayarak bölge halkına yön vermişler, onların dinî, ilmî ve sosyal yönlerden gelişmelerine katkıda bulunmuşlardır. Ahi Evran ile ilgili Vilayetname'deki pasajlara bakıldığında, konunun Hacı Bektaş Velî'nin Ahilerle ilişkisi çerçevesinde ele alındığı görülür. Hacı Bektaş Velî, Ahi Evran'dan on-on beş yaş küçük olmakla birlikte, aralarında çok yakın, sıcak ve samimi bir ilişki olduğu, ikisinin birbirini derin bir muhabbet bağıyla sevdiği ifade edilir (Vilayetname, vr. 107b). Böylece ikisinin arasında sıkı bir dostluk ve gönüldaşlık bulunduğu anlaşılır. Öyle ki Hacı Bektaş Velî'nin en yakın dostlarından biri, Ahi Evran'dır. Vilayetname'de zaman zaman ifade edilen bu ilişki, Ahi Evran'ın bir sohbet esnasında 'Her kim, bizi şeyh edinirse onun şeyhi, Hacı Bektaş Hünkar'dır' diyecek kadar dostane ve samimidir (Vilayet-name, vr. 107b). Aslında bunun biraz düşünüldüğü zaman çok da şaşırtıcı bir şey olmadığı anlaşılır. Zira aynı sosyo-kültürel çevrede yaşayıp faaliyet gösteren iki ulu kişinin, birbirleriyle yakın bir dayanışma içinde olmaları kaçınılmazdır. Bu yüzden yaşadıkları dönemde ortak bir dinî/siyasi düşünüş ve anlayış içinde olmuşlar ve Anadolu'yu işgal eden Moğol güçleri ile yerli iş birlikçilerine karşı çıkarak mücadele vermişlerdir. Bu çerçevede Ahilerin Kayseri'de Moğollara karşı şehri savunmaları esnasında Hacı Bektaş Velî'nin orada bulunması muhtemel olup bu esnada Konya'da tutuklu olan Ahi Evran ile gizli bir şekilde yazışıp haberleşmelerde bulunmuş olmaları muhtemel görünmektedir (Birdoğan, 1990: 80).Vilayetname'deki bu anlatımlar, bu iki ulu şahsiyetin aynı kaynaktan beslendiklerini göstermektedir. Bu yüzden sık sık bir araya gelip Kırşehir yakınlarındaki Gölpınar denilen yerde görüştükleri görülmektedir (Vilayet-name, vr. 111b-112b, 115a-115b; Vilayet-name, 1995: 51-53; Velayetname-i Hacı Bektaş Veli, Trz: 175, 181-182). Bu durum da, onların yaşamlarının yalnızca güvencede olduğu dönemlerde, rahat ve güvencede olduğu günlerde görüşmüş olduklarını akla getirmektedir. Özellikle Ahi Evran'ın Hacı Bektaş Velî'ye göre çok daha sıkıntılı günler geçirmiş olduğunu düşünürsek, bu söylediklerimizin makul olduğunu kabuletmemiz gerekir. Zira Ahi Evran, 1240 tarihinde tutuklanıp beş yıl tutuklu kaldıktan sonra 1245'te serbest kalmış, ardından 1247'de Şems-i Tebriz'inin öldürülmesinden hemen sonra Mevlana'nın büyük oğlu Alaaddîn Çelebi ile Konya'yı terk ederek Kırşehir'e gelmişti. Buraya yerleştikten sonra da rahat bir yaşam sürememiş, zira sürekli Moğolların ve Kırşehir valisi Nureddin Caca'nın korkusu ile yaşamış ve nihayet Moğollar ile Nureddin Caca 'nın girişimiyle öldürülmüştü (659/1264). Bu yüzden hayatının, özellikle son yıllarında pek rahat ettiğini söyleyemeyiz. Durum böyle olunca Vilayetname'deki yakın arkadaşlık ve uzun dostluğun açıklamasını yapmakta ilk anda biraz zorlanır gibi oluyoruz. Bu yüzden de araştırmacı Nejat Birdoğan 'ın ifadesiyle, 'Belki bu dostluk, çok önceden daha Anadolu'ya geliş yıllarından başlamaktadır'(1990: 80) diyebiliriz.