Ekonomik yapıları ve nüfusları ile emperyal üretim; yaşam tarzının merkezlerini oluşturan Küresel Kuzey ülkelerinin neredeyse tamamında, son yıllarda “otoriter-milliyetçi” güçler daha önce istikrarlı olanların yerini aldı.

Ekonomik yapıları ve nüfusları ile emperyal üretim; yaşam tarzının merkezlerini oluşturan Küresel Kuzey ülkelerinin neredeyse tamamında, son yıllarda 'otoriter-milliyetçi' güçler daha önce istikrarlı olanların yerini aldı. Neoliberalin siyasi hegemonyası, dünya piyasası odaklı sermayenin çıkarlarının savunulması doğrultusunda partiler ve politikacılar ciddi şekilde sorgulanıyor.

ABD'de Donald Trump, Fransa'da Front National, Avusturya'da FPÖ veya İngiltere'de Brexit oylamasının arkasındaki güçler: hepsi, yirmi yılı aşkın bir süredir yürürlükte olan 'takımyıldızında' başarılı oldular. 'Alternatifi yok' muamelesi gören piyasa açma, deregülasyon ve refah devleti güvenliğini tasfiye etme politikası; bu ülkelerin siyasi manzaralarını parçalamak, bazen dramatik olarak değiştirmek adına az çok radikal biçimde sürdürülmelidir.

Son derece ihracata yönelik ekonomisi ve hükümetlerinin tek taraflı olarak rekabet edebilirliği artırmayı amaçlayan politikasıyla Almanya; Avrupa para birliği tarafından daha da teşvik edilerek, Avrupa'nın merkezi gücü ve kıtadaki emperyal yaşam tarzının merkezi haline geldi.

Son yirmi yıl, tarihsel nedenler bu açıdan istisnai durumundaydı. Bu durum, 2017 federal seçimlerinden bu yana nihayet son buldu.

2013'te Avrupa kurtarma politikası vesilesiyle ulusal liberal 'Euro kritikler' adına bir rezervuar olarak kurulan 'Almanya İçin Alternatif' (AfD) %5 engelini henüz yeni kaçırdıktan sonra; 2015 yılında Avrupa'ya yönelik artan mülteci hareketlerinin bir sonucu olarak yoğunlaşan göçmenlik karşıtlığı seyrinde Yunanistan adına önemli bir ivme kazanıp, radikalleşti.

Milliyetçi-ırkçı güçler tarafından, federal eyaletlerdeki çeşitli seçim başarılarının ardından şimdilerde Federal Meclis'te oyların %12,6'sını kazanmış durumda. Avrupa'nın ekonomik olarak en güçlü ülkesi olan ve 2008/9 mali krizinden bu yana refahı daha da artan Almanya'da da kıtadaki diğer eğilimlerin aksine, bir taraf üçüncü en güçlü siyasi parti olarak gelecekte söz sahibi olacak. Ülkenin refahını sağlamanın yolunu daha güçlü küresel ekonomi ve toplum ağlarıyla değil, saldırgan ulusal çıkar siyasetiyle ve dışarıdan izolasyonla sağlamanın yolunu açıyor.

Otoriter milliyetçiliğin böylesine bir başarısının, başkaları pahasına nasıl daha da zenginleşileceğini son on yıllarda neredeyse tüm diğer ülkelerden daha iyi anlamış; ülkede bile mümkün olması, daha önce otoriter hareketlerin her daim gelişeceğine inanan herkesi şaşırtmalıdır. Bilhassa kriz durumlarında bu durum popülerdir. Almanya örneğinde, küresel olarak zengin diğer pek çok ülkedeki sağcı seçim başarılarını, oradaki daha az belirgin olumlu ekonomik gelişmeler ışığında analiz ederken oldukça çabuk unutulan bir unsur özellikle belirgindir: 'otoriter siyaset' ve 'acımasız izolasyon.' Dolayısıyla nüfusun küresel eşitsizliklerden "nesnel olarak" en çok yararlandığı yerlerde bilhassa popüler olarak değerlendirmek mümkün.

AfD'nin Almanya'daki geniş desteği örneğini kullanarak, bu bariz paradoksu bu ve gelecekteki köşe yazılarımda bir başlangıç ​​noktası olarak ele almak istiyorum. Otoriter-milliyetçi partilerin 'kaybedenlerin' protestolarının bir ifadesi olduğu, 'geride kalanların' demokratik olarak oluşturulmuş 'dışsallaştırma toplumlarının' sağa kaymasının gerçek nedenleri olduğu savunulabilir.

Sebeplerin, son otuz yılda toplumlarda geniş kapsamlı çarpıklıklara yol açan, emperyal üretim tarzının ve yaşamın kendisinin içsel dönüşümlerinde yattığını iddia etmek istiyorum. Bundan, bir yanda onun modernleşmesinin "ilerici-neoliberal" güçleri ile yeni güçlenen 'otoriter-milliyetçi' partiler arasındaki emperyal yaşam tarzını sürdürme hedefi hakkındaki ortak fikir birliğine dayanan siyasi bir çatışma çıkar. Öte yandan, daha önceki bir 'statü vaadinin' restorasyonu ve korunmasını da göz önünde bulundurmalı. Kendini aydınlanmış hümanist gelenek içinde konumlandıran, dünya çapındaki tüm insanlar adına eşit haklar ve fırsatlara yönelik normatif hedefine bağlı kalan özgürleştirici bir sol, bu çatışma kümesinde taraf tutamaz, lakin kendisini üçüncü küresel dayanışmanın parçası olarak konumlandırmalıdır.

Emperyal yaşam biçimini eleştirinin ve gerekli değişimin merkezi nesnesi haline getiren kampı; bu argümanı; AfD ve seçmenlerine ilişkin çeşitli analizlerden elde edilen ampirik bulgular temelinde üç tez ileri sürerek, bunları bir sonraki köşe yazımda gerekçelendirerek, açıklamak istiyorum.