Bir evvelki yazımızda Bayındır’ın “Kuran’ın tahrif edildiği” ve “hadislerin yazımının Yahudi projesi olduğu” iddialarını ele alıp cevaplandırmıştık. Bu yazımızda da onun “Müslümanların Sünnet kavramını tahrif ettiği” ve “Hz. Peygamberin Sünneti diye bir şeyin olmadığı” iddialarını ve bu iddialardaki tahrifat ve saptırmaları gündem edeceğiz.
'Müslümanların Sünnet Kavramını Tahrif Ettiği' ve 'Hz. Peygamberin Sünneti Diye Bir Şeyin Olmadığı' İddiası
Bir evvelki yazımızda Bayındır'ın 'Kuran'ın tahrif edildiği' ve 'hadislerin yazımının Yahudi projesi olduğu' iddialarını ele alıp cevaplandırmıştık. Bu yazımızda da onun 'Müslümanların Sünnet kavramını tahrif ettiği' ve 'Hz. Peygamberin Sünneti diye bir şeyin olmadığı' iddialarını ve bu iddialardaki tahrifat ve saptırmaları gündem edeceğiz.
Şöyle diyor:
'Tahrif edilen en önemli kavramlardan Sünnet ise Allah'ın bütün resulleri ve onlara uyanlar için çizdiği doğru yoldur. Ona sünnetullah /Allah'ın sünneti dendiği gibi Allah'ın resullerinin sünneti de denir…
Sünnet kavramı da tahrif edilmiş, Allah'ın sünnetine, 'onun tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar' denmiştir… Allah'ın Sünnetinin, resullerinin de sünneti olduğunu gösteren açık ayete rağmen (İsra: 77) Allah'ın Sünnetinin yanına Sünnetü Resulillah = Allah'ın Resulü'nün Sünneti kavramı eklenmiştir…'
Bayındır bunları söyledikten sonra güya iddialarını delillendirmek için Hakka Suresinin 38 – 47. ayetlerinin meallerini veriyor ve ardından da şöyle diyor:
'Muhammed aleyhisselamın Resul sıfatıyla söyledikleri sözler, Allah'ın ayetlerinden başkası değildir.'
Onun, önceki yazılarımızda ele aldığımız 'Nebiye itaat gerekmez, Nebinin Kuran'a ters düşen görüşlerine karşı çıkılabilir' iddiasını bu son sözleriyle beraber düşündüğümüz zaman, burada, Hz. Peygamberin -okuduğu ayetler dışında kalan- bütün söz ve uygulamalarının dışlandığı açıkça ortadadır.
I- BAYINDIR'IN SÜNNET ANLAYIŞI, HZ. PEYGAMBER'İN (s.a.v.) SÜNNETİNİ İNKÂR ETMESİ VE 'RESULÜN SÜNNETİ' İFADESİNİN KURAN'A EKLEME YAPMAK ANLAMINA GELDİĞİNİ İMA ETMESİ
Bayındır'ın bu iddiaları da en az bir önceki yazımızda ele aldığımız 'Kuran'ın Müslümanlarca tahrif edildiği' iddiası kadar fecidir.
Şimdi bu iddiaları tahlil edip cevaplandıralım.
1- Bayındır'ın Sünnet Anlayışı ve Sünnetin Gerçek Manası
O sünneti 'Allah'ın bütün resulleri ve onlara uyanlar için çizdiği doğru yol' diye tanımlamaktadır.
Halbuki onun yaptığı bu tanım, 'sünnet'in değil, 'sırat-ı müstakim'in tanımıdır.
Sünnet kelimesi, hangi ilim dalında ve kime izafe edilerek kullanıldığına bağlı olarak farklı şekillerde tanımlanabilir.
Devam eden cümleden anlaşıldığına göre o burada Allah'ın Sünnetini / Sünnetullahı tanımlamaktadır.
Sünnetullahın 'Allah'ın bütün resulleri ve onlara uyanlar için çizdiği doğru yol' olduğunu söylemekte ve bu kelimenin 'Allah'ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar' olarak tanımlanmasının yanlış olduğunu iddia etmektedir.
Halbuki onun tenkit edip karşı çıktığı tarif doğru bir tariftir. Ama o, 'Resulün Sünneti'ni yok saymaya niyet ettiği için, Sünnet ve Sünnetullah kavramlarını 'iddiasının aksine bizzat kendisi' tahrif edip başka manalara çekmektedir.
Sünnet kelimesi kök olarak 'senn' kökünden gelir. 'Sürekli, düzenli ve özgün uygulama' demektir.
Sünnet Allah'a izafe edildiğinde, 'Onun koyduğu ve değişmesi düşünülemeyen kanun ve nizamlar' anlamına gelir. Yani Sünnetullah, Allah'ın yaratması ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen uygulamalardır.
Doğru yol, sırat-ı müstakim tabiriyle ifade edilir. Buna sünnet denemez. Denirse terim ve kavramlar birbirine karışır, ilim yapma imkanı kalmaz.
Kuran'da sünnetullah kavramı, biraz sonra geleceği üzere, 'peygambere uygulanan sünnet', 'toplumlar üzerinde cereyan eden sünnet', 'kainatın kevnî kanunları' başka bir ifadeyle 'adetullah' diye isimlendirilen sünnet gibi bütün yaratıkları ve bütün kainatı şamil, oldukça geniş bir anlam ifade etmektedir.
Bayındır ise sünneti 'doğru yol' olarak hem yanlış tanımlamakta hem de peygamberin sünnetinin olamayacağını iddia edip ve buna delil olarak da İsra: 77. Ayeti göstermektedir. Bu ayetin meali şöyledir:
'Senden önce gönderdiğimiz Peygamberler hakkındaki kanun da budur. Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.'
Görüldüğü üzere bu ayette Cenab-ı Hak peygamberleri üzerine uygulamış olduğu değişmez kanun ve adetini ifade etmektedir.
'Peygamberlerin üzerine uygulanan kanun' demek, 'o peygamberin kanunu' demek değildir. Zaten ayetin metninde 'vela tecidu lisunnetina tahvîla(n) / Bizim sünnetimizde (sünnetullahta) bir değişiklik bulamazsın' buyrularak sünnet Allah'a izafe edilmiştir.
Ayetin tefsirinde yapılan şu izah da aynı manayı vurgulamaktadır:
'… 'Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun da budur.' Allah (c.c.) bir kanun koymuştur, o da peygamberlerini aralarından çıkaran her ümmeti helak etmektir. 'Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.' Aralarından peygamberlerimizi çıkaran ümmetleri helak etmeye dair adet ve kanunumuzda bir değişiklik bulamazsın.' (Ruhu'l Beyan c: 5, s: 42.)
Bu ayetin, kendisinden evvelki 76. Ayetle mana bütünlüğü vardır. 76. Ayette kavminin baskı ve zorlamalarıyla Hz. Peygamberin (s.a.v.) Mekke'den çıkarılması anlatılmaktadır. Cenab-ı Hak bu ayetten sonra gelen 77. Ayetle, peygamberleri yurdundan çıkaran kavimler hakkındaki genel sünnetini, yani kanununu haber vermektedir. Bu sünnet / kanun da, bunu yapan kavimlerin helak olmasıdır.
Şimdi Allah'ın burada anlatılan sünneti, nasıl aynı zamanda Peygambere de izafe edilip, 'Allah'ın sünneti aynı zamanda Peygamberin de sünneti demektir' denilebilir?
Yani (haşa) Peygamberler de Allah'ın yaptığı gibi kavimlerini helak mi ediyorlar?
Değilse Allah'ın bu sünneti nasıl Resulün de sünneti oluyor?
Allah'ın, ulûhiyet ve rububiyet sıfatlarının gereği olarak ortaya koymuş olduğu sünnetini peygamberlere de mal etmek, ciddi bir itikadî tehlike arz eder. Çünkü peygamberler Allah'ın sünnetinin sahibi değillerdir, o sünnete ram olan kullardır. Burada 'Halık' ile 'mahlûk'un, 'Allah' ile 'kul'unun görev ve yetkileri bilerek veya bilmeyerek birbirine karıştırılmaktadır.
Görüldüğü gibi Bayındır burada sırf Peygamberin sünnetini inkar etmek uğruna, önünü sonunu düşünmeden mugalata / demagoji yapmaktadır. Ateşle oynadığının da farkında değildir.
2- 'Resulün Sünneti Sonradan Eklenmiştir' İddiası
Bayındır'ın 'Resulün sünneti sonradan eklenmiştir' ifadesi, İslamî gerçekliği kökünden dinamitleyen, yüce dinimizin tahrifattan uzak yapısını şaibe altına alan, kalplere fitne ve fesat tohumu ekmeye matuf vahim bir cürettir.
'Sonradan eklenme' iddiasında, yazının seyri dikkate alınırsa 'Kuran'a ekleme' şeklinde bir ima vardır.
Bunu, onun konuyu işlerken Hakka Suresinin 38 - 47. Ayetlerini delil göstermesinden anlıyoruz.
Bu ayetlerde ana mesaj olarak 'Kuran'ın alemlerin Rabbinden indirme Allah kelamı olduğu, şair ve kahin sözü olmadığı, Hz. Peygamberin ayetleri hiçbir söz katmadan insanlara tebliğ ettiği, Allah'ın ayetlerine herhangi bir söz katacak olursa cezalandırılacağı ve buna hiçbir gücün mani olamayacağı' anlatılmaktadır.
Kuran'ın tahriften uzak, Allah'ın koruması altında olduğuna dair Hicr: 9 ve ona hiçbir batılın yaklaşamayacağına dair Fussilet: 42. Ayet de aynı manayı teyit etmektedir.
Hakka Suresindeki söz konusu ayetlerde Kuran'ın Allah kelamı olduğu, ona hiçbir şaibe karışamayacağı, ekleme ve çıkarma yapılamayacağı bilgisinden sonra, insanları tefekküre sevk etmek için 'Siz ne kadar az inanıyorsunuz' ve 'Siz ne kadar az düşünüyorsunuz' şeklindeki ikazlar, Kuran'a bir şey karıştırmanın, ekleme ve çıkarma yapmanın mümkün olamayacağını ifade etmek içindir.
İşte Bayındır'ın bu ayetleri zikrederek Resulün sünnetinin sonradan eklediğini iddia etmesi, okuyucunun zihninde direkt bu eklemenin Kuran'a yapılmış bir ekleme olduğu imajını uyandırmak içindir.
Zaten maksadı bu olmasaydı, bu ayetleri delil getirmezdi.
Özellikle 'Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık' mealindeki 44 ve 45. Ayetler, vermek istediği mesajın tam da merkez noktasını teşkil etmektedir.
Halbuki 'Resulün Sünneti' Bayındır'ın iddia ettiği gibi dine / Kuran'a sonradan eklenmemiş, tam tersine ayetlerin nazil olmaya başlamasıyla eş zamanlı olarak varlık bulmuştur.
Bu mesnetsiz, ama maksatlı bir iddiadır.
Kuran'ın, Sünnetin, hikmetin tahrif edildiğinden şikayet eden Bayındır bilmelidir ki, asıl tahrifat kendi yaptığıdır.
Zira ayetlerin, ayetlerdeki kelimelerin manasını değiştirmek, başka manalara çekmek tahrifatın ta kendisidir. Ve Bayındır tam olarak bunu yapmaktadır. Üstelik kendi tahrifatını görmezden gelerek diğer bütün Müslümanları, İslam alimlerini, mezhep imamlarını tahrifatla suçlamaktadır. Doğrusu burası sözün bittiği yer olsa gerektir.
Burada onun bir önceki yazımızda geçen 'hadislerin yazımının Yahudi projesi olduğu' 'Yahudilikte Tevrat'ın yerine konmaya çalışılan Talmud gibi, hadislerin de Kuran'ın yerine geçirilmeye çalışıldığı' iddialarını hatırlayalım.
'Peygamber Sünnetinin Kuran'a / dine sonradan eklendiği' iddiası bu iddialarla birlikte düşünüldüğünde, nasıl 'Peygambersiz bir din' inşa edilmeye çalışıldığını anlamak zor değildir.
Peygamberin (s.a.v.) mübarek sünnetini Kuran'a / dine bir şey ilave etmek vehmi uyandıracak şekilde kullanmak, 'Allah ile Resulünü', 'Kuran'la Sünneti' birbirine rakip ya da alternatif gibi göstermek anlamına gelir.
Nisa: 150 - 151. Ayetlerde buna 'Allah ile Resulünün arasını ayırmak' denmiştir. Bunu yapanların akıbeti de ilgili ayetlerde açıklanmaktadır.
Kuran'a veya İslam'a bir şey ilave etmek, bir akaid prensibi olarak şirk ve küfürdür.
Geçen yazımızda anlatıldığı üzere Kuran'ı tahrif etmek veya elde yeterli delil olmadan Müslümanları Kuran'ı tahrifle suçlamak şirk ve küfür olduğu gibi, 'hadislerin yazımının bir Yahudi projesi olup insanları Kuran'dan uzaklaştırmak için planlandığını', 'Peygamberin sünnetinin İslam'a veya Kuran'a sonradan eklendiğini' iddia etmek de mahiyet itibariyle hep aynı kapıya çıkmaktadır.
Bütün bu hezeyanlar ya 'sünnet' kavramını hiç anlayamamaktan, ya da Sünneti, hadisleri ve Hz. Peygamber'in dindeki yerini bilerek, kastî olarak dışlamaktan kaynaklanmaktadır.
O nedenle sünnet kavramının daha iyi anlaşılması için Kuran ve Sünnet bütünlüğüne gerçekçi olarak bakılmasına ihtiyaç vardır.
3- Resulün Sünnetini Doğru Anlamak
Acaba 'Resulün sünneti' ifadesinden anlaşılması gereken nedir?
Gerek Kuran ayetleri, gerekse hadis-i şerifler ışığında detaylı bir inceleme yapıldığında görülecektir ki Kuran ve Sünnet bir bütün olup dini anlamada birbirini teyit ve takviye ederler. Bundan dolayı da dinin 'Kuran ve Sünnet' diye iki kaynağı vardır.
Resulün sünneti en kısa ve pratik tanımıyla 'Kuran'ın anlaşılmasında ve hayata tatbikinde ortaya konan vahiy destekli uygulamalar'dır. Kuran ve Sünnet bütünlüğü içinde ortaya konan hakim irade tektir, o da Allah'ın iradesidir. Allah'ın Resulü ancak Allah adına konuşur ve bu sebeple ayrı bir irade ortaya koymaz.
İşte bundan dolayı Kuran'la Sünnet (ve hadisler) asla çelişmez. Sünnet ve hadisleri Kuran'dan ayrı tutarak İslam'ı parçalamaya ve dinin içini boşaltmaya kalkışan kimselerin anlayamadıkları veya anlamak istemedikleri gerçek budur.
Kuran'da 'o Peygamberin kendi hevasından konuşmayacağı, ne konuşuyorsa ona vahyedildiği'nin haber verilmesi (Necm: 3- 4.) ve yine 'O Peygamber size ne getirdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan kaçının' (Haşr: 7.) diye emredilmesi, bu 'Kuran ve Sünnet bütünlüğü'nü ve tek iradenin 'Allah'ın iradesi' olduğunu gösteren delillerdir.
Merak ediyoruz, 'Kuran İslam'ı' iddiasındaki kimseler Kuran-ı Kerim'de Resule, onun getirdiklerine, onun uygulamalarına, söz ve hadislerine itaat ve ittibaya dikkat çeken seksen kadar ayet olduğunu acaba bilmiyorlar mı?
Sorsanız 'Kuran'ın bir ayetine ters düşmek tamamına ters düşmek gibidir' ölçüsünü hemen söylerler. Peki ama sizin Kuran ve Sünnet bütünlüğünü dışlamanız, nebi ile resul kavramlarını birbirinden ayırarak dinin uygulanmasını felce uğratmanız kaç ayete ters düşmek anlamına geliyor, hiç düşündünüz mü?
Biz söyleyelim: Bu, Kuran'ın tamamıyla çelişmek demektir.
Kuran ve Sünnet'in bir bütün olduğunu, Resulün Sünnetinin Kuran'ı tatbikten başka bir şey olmadığını, Kuran'da Allah'a ve Resulüne olan itaati emreden ayetlerden net şekilde anlıyoruz. Keza Allah'a itaatin Resule itaatle mümkün olacağını, Resule itaatin Allah'a itaat anlamına geleceğini anlatan ayetler de bu büyük hakikati ortaya koymaktadır.
Bayındır açıkça Hz. Peygamberi (s.a.v.) müşahhas bir kimlik olarak hayattan el çektirmeye azmetmektedir. Şu cümlesi bunun delilidir:
'Muhammed aleyhisselamın Resul sıfatıyla söyledikleri sözler, Allah'ın ayetlerinden başkası değildir.''
Bu cümle Peygamberin sadece ayetleri tebliğ etmekle görevli olduğu anlamına gelir. Yani onu dini tatbik etme, örnek olma görevi olmayan bir postacı konumuna düşürür. Bunun akaid yönünden manası, kelime-yi tevhidin ikinci aslı olan 'Muhammedün Resulüllah' ın dışlanmasıdır.
4- Hz. Peygamber (haşa) Bir Postacı Değildir; Onun Tebliğ, Tebyin, Talim, Tatbik, Teşri Görevleri Vardır
Bu görevlerin her birine dair Kuran'da birçok ayet vardır.
Nitekim daha evvelki yazılarımızda bunların bir kısmını zikretmiştik. Ne hazindir ki güya 'Kuran İslamcılığı' iddiasındaki bu şahıslar, yani Bayındır ve onun gibiler Kuran ayetlerinde neyin anlatıldığından habersiz bulunuyorlar veya bu gerçekleri bilerek gizliyorlar.
Kuran ve Sünneti iyice tetkik eden İslam alimleri akaid kitaplarında Hz. Peygamberin (s.a.v.) bir postacı hüviyetinde olmadığını, hem mübelliğ / tebliğci ve hem de muallim olduğunu beyan etmişlerdir. Mesela Tahavi Akidesinde şöyle denir:
'Kuran hakkında mücadeleye girmeyiz. Onun alemlerin Rabbinin kelamı olduğuna şahitlik ederiz. Onu Ruhu'l Emin Cebrail (a.s.) vasıtasıyla indirmiş ve Peygamberlerin Efendisi Hz. Muhammed'e (s.a.v.) öğretmiştir.'
Ebubekir Sifil Hocamız bu ifadeleri şöyle şerh etmektedir:
'Onun alemlerin Rabbinin sözü olduğuna şahitlik ederiz. Onu, Ruhu'l Emin Cebrail (a.s.) indirmiştir. Cebrail (a.s.) onu Resullerin Efendisi olan Efendimize (s.a.v.) öğretmiştir. Allah ona ve tüm aline salat u selam etsin.
Cebrail'in (a.s.) Kuran-ı Kerim'i Efendimize (s.a.v.) öğretmiş olduğu vurgusuna burada dikkat edelim. Cebrail (a.s.) bir postacı değildi. Sadece vahyi sözlü olarak Efendimize (s.a.v.) teslim edip gitmiyordu. Onu Efendimize (s.a.v.) öğretiyordu. Kuran-ı Kerim'in mücmel ayetlerinin nasıl tafsil edileceğini öğretiyordu. Nasıl namaz kılınacak, her rekatta neler olacak, nereye dönülecek, kaç vakit kılınacak, hac nasıl yapılacak, zekat nasıl verilecek, hepsini öğretiyordu. Bütün bunları Cebrail (a.s.) Efendimize (s.a.v.) öğretiyor, O da ümmetine öğretiyor. O da bir postacı değil (haşa). Efendimiz (s.a.v.) Cebrail'den (a.s.) gayrımetluv olarak aldığı vahyi ümmetine öğretiyordu. İbrahim'in (a.s.) duasını hatırlayın: 'Ya Rabbî! Bizim soyumuzdan gelecek olanlara bir peygamber gönder. O Senin Kitabını ve hikmetini onlara öğretsin, onları tezkiye etsin temizlesin.' (Bakara: 129.) Efendimiz (s.a.v.) sadece bir mübelliğ değil, aynı zamanda muallimdir. Kuran ve Sünnet'i bize hem öğretir, hem de tefsir eder.' (Muhtasar Tahavi Akidesi Şerhi, Ebubekir Sifil, s: 200 - 201.)
Bu izahlar, Bayındır gibilerin yukarıda da ifade ettiğimiz gibi 'Peygambersiz bir din oluşturma' gayretinde olduklarını göstermektedir.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) Kuran'ı tefsir ve uygulaması demek olan Sünnet ve hadislerini inkar etmek, Ona Allah tarafından verilmiş örnek ve rehber olma görevini inkar etmektir. Sünnet ve hadisler dışlandığında veya devre dışı bırakıldığında Kuran (haşa) herkesin keyfine göre yorumlayacağı bir felsefe kitabı gibi görülmeye başlanır. İşte bugün tahrifatçıların yaptıkları da budur. Bunlar bu halleriyle bilerek ya da bilmeyerek, Hıristiyan ve Yahudilerin İslam'ı bozmak için plan ve proje haline getirdikleri oryantalizme hizmet etmektedirler.
Müslüman kökenli olduğu halde, İslam'ı yıkmak isteyen batılı çevrelerin projelerinde yer almak veya -bilerek bilmeyerek- o projelere katkıda bulunmak, bunu yapanlar için İslam'a ve kendilerine yapabilecekleri en büyük kötülüktür. Aynı zamanda en büyük nasipsizlik ve bedbahtlıktır.
Yukarıdaki izahlardan da anlaşılacağı üzere Sünnet ve hadisler olmadan İslam'ı anlamak ve tatbik etmek mümkün olmaz.
İşte batılı müsteşrikler (oryantalistler) bu gerçeği bildikleri için, Sünnet ve hadisleri inkar ettirmek veya zaafa uğratmak yoluyla İslam'ın içini boşaltmak istemişlerdir.
O halde şunu çok açık ve net söyleyebiliriz ki, bugün İslam'ı savunmak demek, Hz. Peygamberin (s.a.v.) örneklik ve rehberliğini, Sünnet ve hadislerini savunmak demektir.
Bu yazı serisinin altında bazı okuyucularımızın yaptığı 'bir şahsı bu kadar çok gündem etmeye ne gerek var' manasına gelen yorumlara bir atıfta bulunarak bitirelim:
Ortaya atılan bütün bu iddialardan anlaşılacağı üzere peygambersiz bir din kurmaya kalkışmanın bir 'proje' olduğu ortada olduğuna göre, demek ki Bayındır'ın bozuk görüşleriyle mücadele etmek sadece 'bir fertle uğraşmak' demek değilmiş…
Gelecek yazımızda inşallah Hz. Peygamberin (s.a.v.) Sünnet ve hadislerinin dinde kaynak ve delil teşkil ettiğine dair delil ve izahları aktaracağız.